İhracatın birkaç firma üzerinden yapılması, üretimi tekellerin yönetmesi ve ekonomik kriz tarımdaki kötü gidişatın temel sebepleri. Dövize bağlı olarak değişiklik gösteren un fiyatları son bir ayda 95 liradan 175 liraya çıktı ve Ticaret Bakanlığı un ihracatına sınırlama getirdi. Bakanlığın aldığı kararın amacı, fiyatlardaki istikrarı sağlamak.
BAKANLIK HAREKETE GEÇTİ
Un üretimin tekellerinin eline bırakılması, üretimi de yavaşlatıyor. Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanı Bendevi Palandöken, un fiyatları konusunda önlem alınmasını talep etmiş, Fırıncılar Federasyonu artan maliyetler nedeniyle “Ekmeğe zam yapmak zorunda kalacağız” diyerek hükümete çağrıda bulunmuştu.
Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu üyesi Murat Kapkıran ise un ihracatına sınırlandırma getirmenin stratejik bir hataya yol açabileceğini söylüyor: “Un ihracatına sınırlandırma getirilmesi, zaten un ihracatı için yapılan ithalatı kısıtlayarak, un sanayicilerini sıkıntıya sokabilir. Fakat daha da önemlisi ve sanılanın aksine bakanlık üretimi geliştirecek doğru politikaları bir an önce uygulamaya başlamazsa, ithalat kısıtlanmadığı için yapılan ithalatlar iç piyasanın taleplerini giderek daha fazla karşılayacak ve yerli üretimimizin daha da azalmasına neden olacaktır, bu stratejik bir hatadır.”
Türkiye, un krizinin yanı sıra buğday üretiminde de yeni bir krizle karşı karşıya. Uluslararası Tahıl Konseyi yayınladığı raporda, buğday stoklarının gittikçe eridiğini açıklamıştı. Türkiye’de ise TÜİK’in verdiği bilgilere göre buğday ekim alanları gittikçe azalıyor.
Uluslararası Tahıl Konseyi yayınladığı raporda, geçtiğimiz yıl buğday üretiminin 758 ton olduğunu belirtti, ancak bu sezon üretimin 42 milyonluk bir düşüş yaşayacağı vurgulandı. 10 yıl önce dünya buğday stokunun yüzde 30’una sahip ülkeler şu anda yüzde 20’sini elinde bulunduruyor.
“ENDÜSTRİYEL TARIM ÜRETMİYOR, TÜKETİYOR”
Merkezi Kadıköy’de bulunan Buğday Derneği İletişim Koordinatörü Turgay Özçelik, stokların tükenmesinin kesin olmamakla birlikte olası olduğunu belirtti ve şunları söyledi: “Eğer buğday stokları tükenirse hiç kimse şaşırmasın; çünkü endüstriyel tarım üretmiyor, tüketiyor. Toprağı tüketiyor, doğayı tüketiyor, diğer canlıları tüketiyor. Bu tüketim döngüsünde günün birinde bir gıda sorunu yaşanması kaçınılmaz, çünkü yıllardır söylediğimiz gibi, bu tarım yöntemi sürdürülebilir değil. Değişen iklim koşulları, tarımı olumsuz etkilemeyi sürdürüyor.”
Buğday fiyatı ise son 3 yılın en yüksek seviyesinde ve fiyatlar son 1 yılda yüzde 25 oranında artış gösterdi. Buğday fiyatlarındaki artış ve stokların tükenmeye başlamasına dair ne gibi çözümler üretilebileceğini sorduğumuzda ise Turgay Özçelik şu cevabı veriyor: “İklim değişikliğine karşı bir an önce adım atılması gerekiyor. Türkiye hala Paris Anlaşması’nı onaylamış değil; bunun Meclis’te onaylanması ve Türkiye’nin kararlı bir şekilde sera gazı emisyonu azaltma hedeflerini ortaya koyması gerekiyor. Bununla birlikte tarım politikalarında sürdürülebilirlik ve yerli üretimin gözetilmesi, toprağa ve doğaya zarar veren uygulamaların terk edilip ekolojik üretimin desteklenmesi gerekiyor.”
Ziraat mühendisi Kapıkıran ise genel gidişatı şöyle anlatıyor: “Dünyada yaşanan neoliberal ataklar sınır tanımadan her alana saldırmaktadır. Bu alanlardan en önemlisi gıda alanıdır. Bütün dünya deneyimlerinden öğrenilmiştir ki; açlığa mahkûm etmek en önemli silahtır.”
“TÜM TARIM ÜRÜNLERİNDE AYNI DURUM VAR”
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de buğday ekim alanlarında azalma yaşanıyor. Ziraat Mühendisleri Odası’nın açıkladığı rapora göre Türkiye’de 2000 yılında 92 milyon dekar alanda buğday ekimi yapılırken 2017 yılında 77 milyon dekar alanda buğday ekimi gerçekleşti. Özçelik, un fiyatlarındaki artışı engellemenin veya buğdaydaki kötü gidişatı önlemenin çözümünü yerli üretimi destekleyen yöntemlerde görüyor: “Buğdayın yanı sıra diğer tarım ürünlerinde de aynı durum söz konusu. Artık buğday dahil birçok tarım ürününü ithal ediyoruz. Böyle olunca, diğer ülkelerde yaşanan herhangi bir olumlu/olumsuz gelişmeden en çabuk etkilenen ülkelerden biri Türkiye olacaktır. Çünkü kendi ambarını kendisi dolduramıyor şu an. Tarım alanlarını korumamız, yerli üretimi teşvik edip desteklememiz, doğa dostu ve sürdürülebilir yöntemleri geliştirmeye çalışmamız şart.”