Geçtiğimiz hafta özellikle Kadıköy’de etkili olan kısa süreli dolu yağışı korku filmlerini aratmayacak görüntülere sahne oldu. Yalnızca birkaç dakika boyunca süren yağış sırasında ceviz büyüklüğünde dolu yağdı. Birçok evin çatısı hasar görürken araçlar da yağıştan nasibini aldı. Bu olay akıllara 2017 yılında yaşanan dolu yağışını ve fırtınayı getirdi. Üç yıl önce meydana gelen doğa olayı daha fazla hasara neden olmuş ve yüzlerce ağaç kökünden devrilmişti. Peki İstanbul’da kısa süreli gerçekleşen doğa olayları normal mi yoksa iklim krizinin bunda etkisi var mı? Son yıllarda neden ani yağışlarla karşılaşıyoruz?
“İKLİM KRİZİNİN ETKİSİ”
Gazetemize konuşan Ekosfer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Özgür Gürbüz, herhangi bir yağışa bakarak bunun nedeninin iklim krizi olup olmadığını söylemenin mümkün olmadığını belirtti. Şahit olduğumuz dolu yağışının son yıllarda sıkça görmeye başladığımız hava olayları nedeniyle gerçekleştiğini ifade eden Gürbüz, şu değerlendirmelerde bulundu: “Yaşanan doğa olayı verdiği zarar nedeniyle kamuoyunun da dikkatini çekiyor. Aslında bu bile bize yaşananın olağan olmadığını gösteriyor, olağan olsa haber olmazdı malum. Ancak daha önemlisi bizim ne yaptığımız. Çünkü iklim krizi bize bu gibi hava olaylarının sıklığı ve şiddetinin artacağını söylüyordu. Biz bunu durdurmak için ne yapıyoruz? Kömür, petrol ve doğalgaz kullanımını azaltıyor muyuz? Yaşananların odağında fosil yakıt dediğimiz bu üç enerji kaynağı var. Toplu taşımayı tercih ediyor muyuz? Uçakla seyahat yerine demiryolunu öne çıkaran ulaşım politikalarını hayata geçiriyor muyuz? Altyapısı zaten zayıf olan kentlerimizi bu krize hazırlıyor muyuz? Hazırlama şansımız ya da imkanımız yoksa iklim krizini durdurmak için hangi ticari ve siyasi adımları atıyoruz?”
“KAYBEDECEK ZAMANIMIZ KALMADI”
İstanbul’un da dünyanın diğer kentleri gibi iklim krizinden etkileneceğini vurgulayan Gürbüz’e göre Türkiye’nin kentleri iklim krizine karşı hazırlıklı değil. Normalin üstündeki bir yağışın İstanbul'da trafiği felç ettiğini ve su baskınlarına yol açtığını hatırlatan Gürbüz şöyle devam etti: “Yağışlar iklim krizi nedeniyle azalsa susuzluk başlıyor. Başka kentlerde de durum farklı değil. İklim krizinin etkilerinin başında bu aşırı hava olaylarının geldiğini bilim bize defalarca söyledi. Bugüne kadar ciddiye alıp harekete geçmedik. Artık kaybedecek zamanımız kalmadı. Tüm kentlerimizde hem altyapıyı iklim değişikliğinin sonuçlarına göre iyileştirmek hem de kentlerin sera gazı emisyonlarını düşürmek durumundayız.Örneğin toplu taşımayı yaygınlaştırarak ya da güneş enerjisinin gelişmesi için çatısına güneş paneli için uygun yer bırakan binalardan daha az vergi alarak, bu krizden çıkmayı birinci önceliğimiz yapmak zorundayız. Burada yerel yönetimlere tüm işi bırakmak da doğru olmaz.”
“HAVA KİRLİLİĞİ AZALMIŞTI”
Elektrik üretiminde kömüre dönüldüğü için hem havanın kirlendiğini hem de iklim krizinin etkisinin büyüdüğünü söyleyen Gürbüz, “Paris Anlaşmasını onaylamayan yedi ülkeden biriyiz. Hala havalimanı, köprü, otoyol ile ulaşım sorununu çözmeye çalışıyoruz. Yük ve insan taşımacılığında emisyon yoğunluğunu düşürecek raylı ulaşımı büyük kentlerimizin arasında bile göremiyoruz. Hükümet kendisine iklim krizini durdurmak için bir yol belirlerse yerel yönetimler de daha rahat bu hedefe ilerler.” dedi.
Salgında özellikle sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde hava kirliliğinin azaldığını belirten Gürbüz, bu konuda ayrıntılı bir rapor hazırladıklarını ve yakın zamanda kamuoyuyla paylaşacaklarını da ekledi. Gürbüz hava kirliliği hakkındaki görüşlerini şöyle açıkladı: “Gördüğümüz etki başta ulaşım gibi insan faaliyetlerinin azalmasıyla ilişkili. Dolayısıyla yasaklar bitince hava kirliliği geri döndü çünkü biz kalıcı bir davranış değişikliğine gitmedik. İhtiyacımız olan ise ekonomik sistemi de değiştirecek kalıcı, yapısal değişiklikler. Salgın bize hava kirliliği konusunda ne kadar kötü koşullarda yaşadığımızı gösterdi sadece. Mesajı almak ve harekete geçmek bizim elimizde.”