İSKİ’nin resmi internet sitesinde yer alan tabloya göre İstanbul’daki barajların doluluk oranı 20 Eylül’de yüzde 40,51 civarındayken bu oran 6 Ekim’de yüzde 35,36 olarak açıklandı. Belirli aylarda İstanbul’un barajlarındaki doluluk oranı düşse de son yıllarda gerek yapılaşma tehdidi gerek iklim krizinin etkisiyle su sorunu süreklilik kazanmış görünüyor. Peki İstanbul’un su sorunu var mı, varsa bunun nedenleri ve çözüm yolları neler? Bu soruların cevaplarını İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Orman Fakültesi, Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay ile konuştuk. Tolunay, İstanbul’un artan nüfusunun, son yıllarda hayata geçirilen büyük inşaat projelerinin, iklim krizinin ve betonlaşma ile birlikte yağmur sularının verimli kullanılamamasının uzun vadede İstanbul’da su kıtlığına yol açabileceği uyarısında bulunuyor.
“UZUN VADEDE SORUN YAŞANACAK”
İSKİ salgından sonra barajlardaki doluluk seviyesinin düştüğünü açıkladı, açıklanan veriler normal mi yoksa endişe etmemiz gerekiyor mu?
İstanbul barajlarındaki ortalama doluluk oranı yüzde 37 civarında. Genel olarak Avrupa yakasındaki barajların doluluk oranı daha düşük. Örneğin eylül sonu itibarıyla Sazlıdere Barajı doluluk oranı yüzde 10, Büyükçekmece Gölü yüzde 19 ve Alibeyköy Barajı yüzde 21 doluluk oranına sahip. Yüzde 37 baraj doluluk oranı, son 10 yıldaki en düşük ikinci değer. Önceki yıllarda, örneğin 2014 yılında eylül ayı değerleri yüzde 22’ye kadar düşmüş. Özetle barajlardaki doluluk seviyesinin düşmüş olması yakın bir vadede endişe verici bir durum değil. Ama ekim-nisan ayları arasındaki yağış durumuna da bakmak gerekli. Yağışlar normal değerlerinde olursa barajlardaki su seviyesi yeniden yükselecektir. Ancak uzun vadede İstanbul’un susuzluk yaşaması kaçınılmaz görünüyor.
Sizce su seviyesi neden azaldı?
Barajlardaki su seviyelerinin azalmasının çok çeşitli nedenleri var. Öncelikli olarak 2019 yılında da barajların doluluk oranları oldukça düşüktü. Hatta bu konu siyasiler arasında tartışmalara da yol açmıştı. 2020 yılındaki yağışlar düşük olunca barajların doluluk oranı yüzde 100’e ulaşamadı. İSKİ verilerine göre Ocak 2020’de yüzde 37 civarında olan ortalama baraj doluluk oranı Mayıs 2020’de yüzde 67’ye kadar çıktı, sonrasında ise yaz aylarında yağış olmaması, su tüketimi ve barajlarda olan buharlaşma nedeniyle doluluk oranı sürekli düştü. Yaz aylarına girilirken baraj doluluk oranlarının yüzde 100 olması durumunda yaz aylarındaki kullanım sonucunda yüzde 70’e gerilemesi beklenirdi. Başka bir deyişle barajlardaki doluluğun az olmasının en önemli nedeni ardarda iki yıl kuraklık olması diyebilirim.
YAPILAŞMA, İKLİM KRİZİ, ARTAN NÜFUS...
Bunun dışında başka sebepler de var mı?
Elbette, diğer bir neden barajların su toplama havzalarındaki yapılaşmalar. İçme suyu barajlarındaki su, yağmurun doğrudan baraj yüzeyine yağması ile birikmez. Yağmur sularının önce toprağa sızması, sonrasında ise derelere ulaşıp derelerden de barajlarda toplanması gerekir. Ormanların ve diğer bitki örtüsünün tahrip edilmesi, toprakların betonlaşması suyun topraklarda depolanmaması anlamına gelir. Yapılaşma ve betonlaşma sonucunda su önce rögarlara oradan da denize gider. Böylece su kaybedilmiş olur.
Suyun barajlardan evlere kadar ulaştırılması sırasındaki kayıplar da İstanbul’da oldukça yüksek. 2019 yılında İstanbul’a barajlardan bir milyar metreküpün biraz üzerinde su verilmiş. Ancak bu suyun 237 milyon metreküpü kaybedilmiş. İstanbul il sınırları içindeki en büyük baraj olan Ömerli’nin azami biriktirme hacminin 235 milyon metreküp olduğu dikkate alındığında kayıp su miktarının boyutu daha iyi anlaşılıyor.
Su kayıplarında iklim krizinin etkisi de tartışılıyor. Sizin fikriniz nedir?
İklim krizinin de etkisi olabilir. Bilindiği üzere iklim krizi ile birlikte şiddetli sağanaklar da arttı. Sağanak yağışlarda yağmur suyu toprağa sızamaz ve yüzeysel akışla kaybedilir. Aynı zamanda iklim kriziyle yaz yağışlarında da büyük azalma var. Buna karşılık sıcaklık artışı barajlardaki su yüzeylerinden olan buharlaşmayı da arttırıyor. Sıcaklığa bağlı olarak buharlaşma ile yıllık 60-70 milyon metreküp kadar su kaybediliyor. Bu değer de Sazlıdere Barajının yıllık su veriminden çok daha yüksek. Üstelik gelecekte barajlardaki su miktarını etkileyecek meteorolojik olayların olumsuz yönde değişmesi bekleniyor. Örneğin İstanbul özelinde buharlaşmanın yüzde 11 kadar artacağı, yaz yağışlarının yüzde 30 kadar azalacağı, yaz kuraklıkları şiddetlenirken sağanak yağışların da artacağı öngörülüyor. Ek olarak yavaş yavaş eridiği için suyun tamamının toprağa sızdığı kar yağışları da oldukça azalabilir. Ayrıca Melen ve Sakarya gibi büyük nehirlerin debileri de iklim krizi nedeniyle yüzde 20-30 kadar düşebilir.
“SU TÜKETİMİ ARTTI”
Bir başka önemli nokta da İstanbulluların artan su tüketimi...
Evet, İstanbulluların yıllık su tüketimi gittikçe artıyor. Örneğin 2009 yılında kayıp su da dahil bir İstanbullu günlük 154 litre su tüketirken 2019 yılında bu değer 187 litreye çıktı. Bu değerler gelişmiş ülkelerdeki günlük su tüketiminin hala gerisinde. Resmi verilere göre 15,5 milyon kadar olan İstanbul’un nüfusunun ve günlük su tüketiminin de artmasıyla gereksinim duyulan su miktarı daha da yükselecek. Hatta İstanbul nüfusunun 20 milyonu aşması ve günlük su tüketiminin 300 litreye çıkması halinde yapımı devam eden Melen Barajı dahi İstanbul’un su ihtiyacını karşılamayacak.
Salgının ilk zamanlarında birçok insan evlerinden çıkmadı. Bunun doğal olarak su tüketimini de artırdığı söyleniyor. Sizce bu etkili olmuş mudur?
Salgın nedeniyle evlerde kalınan ilk aylarda evsel kullanımdaki su tüketiminin yüzde 30 kadar arttığı şeklinde İSKİ’nin basına yansıyan açıklamaları mevcut. Ancak işyerleri kapalı olduğu için genel mart-temmuz aylarındaki dönemde su tüketimi yüzde 14 kadar artmış. Ağustos ayı itibarıyla yine salgın dönemi öncesine dönüldüğünü söyleyebilirim. Örneğin 2019 Ağustos ayında aylık su tüketimi 94 milyon metreküp iken, geçtiğimiz ağustos ayında yüzde 5 kadar artarak 98 milyon metreküpe çıkmış. Bu artışa salgın kadar İstanbul’un nüfus artışı neden olmuş olabilir. Bu değerlendirmeyi yapabilmek için daha fazla veriye ihtiyaç var. Ama en azından salgının ilk aylarında hijyen koşullarının sağlanması için su tüketiminin arttığı ve bunun, barajların su seviyelerinin azalmasında az da olsa etkili olduğunu söylemek mümkün.
KANAL İSTANBUL TEHLİKESİ
Siz katıldığınız birçok panelde ve söyleşide Kanal İstanbul’un bölgedeki su havzalarını olumsuz etkileyeceğini söylüyorsunuz. Bu proje su kıtlığı açısından daha fazla tehlike yaratır mı?
Kesinlikle yaratacaktır. Çünkü Kanal İstanbul yıllık su verimi 50-55 milyon metreküp olan Sazlıdere Barajını tamamen yok edecek. Aynı zamanda Terkos Gölü’nün su veriminde 4-5 milyon metreküplük bir su azalmasına yol açacak. Sazlıdere aynı zamanda Istrancalardan İstanbul’a getirilen suyun bir kısmının aktarıldığı ara istasyon. Yeraltı sularının seviyelerinin düşmesi ve tuzlanma tehlikesi de mevcut. Ek olarak kanalın çevresinde oluşturulacak resmi açıklamalara göre 500 bin kişilik bir yerleşim söz konusu. “Yeni Şehir” olarak adlandırılan bu yerleşimin lüks konutlardan oluştuğu, gökdelenlerin olacağı anlaşılıyor. Yeşil alan adı altında çim alanlara yer verildiği görülüyor. Bu da su tüketiminin Yeni Şehir’de daha fazla olacağı anlamına geliyor. Ayrıca Yeni Şehir’de 500 bin kişilik yeni nüfus öngörülüyor. Yeni yerleşim alanlarının oluşmasının kısa zamanda nüfusun daha da fazla artmasına yol açacağını söylemek de mümkün.
Birçok olumsuz örnekten ve sonuçtan bahsettik ama elbette yapabileceğimiz şeyler de vardır. Sizin su kaybını önlemek için önerileriniz nelerdir?
Öncelikli olarak İstanbul’un nüfusunun daha fazla artmasını engelleyecek politikalar geliştirilmeli. Kabaca her bir milyonluk nüfus artışı yıllık 100 milyon metreküp civarında ek su ihtiyacı anlamına gelmekte. Aynı zamanda yeni yerleşimlerle toprak yüzeyler betonlaştığı için yüzeysel akışla kaybedilen su da artacaktır. Sonrasında yapılması gereken diğer bir hamle, baraj havzalarının tamamının koruma altına alınmasıdır. Günümüzde üç kuşak halinde baraj gölü kenarından itibaren 2 kilometrelik bir bölümü korunuyor. Ancak havza sınırları bundan daha geniştir ve havza sınırları içindeki yapılaşmalar zamanla suların da kirlenmesine neden olabilir. Nitekim bir zamanlar içme suyu havzası olan Küçükçekmece Gölü kirlilik nedeniyle bu vasfını kaybetmiş. Ek olarak baraj havzalarındaki ormanların ve diğer ekosistemlerin korunması, yerleşim alanları içindeki ağaçlı alanların artırılması da suyun toprağa sızdırılması açısından önemli.
Günümüzdeki en büyük sorun olarak gördüğüm kayıp su miktarının da altyapı çalışmalarıyla mutlaka düşürülmesi gerekiyor. Daha öncede söylediğim gibi Ömerli Barajı'ndaki suyu musluklara ulaştırana kadar kaybediyoruz. Yağmur suyu hasadı ile suyun biriktirilmesi, sonrasında kullanılması, gri su olarak adlandırılan atık suların arıtılması ve tekrar kullanımının sağlanması, su tüketiminin azaltılması da diğer yapılabilecekler.