İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), şehir genelindeki kara yollarında duvarlarda bulunan dikey bahçeleri yüksek maliyet gerekçesiyle kaldırarak, yerlerine “Konuşan Duvarlar Projesi” kapsamında grafiti çalışması başlatmıştı. Belediyenin bu uygulaması bazı çevrelerde “İstanbul’un simgelerine” ve “yeşil alanlara” müdahale olarak yorumlanmıştı. Peki dikey bahçeler ekolojik açıdan ne kadar faydalı? Dikey bahçelerin yerine daha kullanışlı ve faydalı yeşil alanlar yaratılmaz mı?
“BETONUN AYIBINI ÖRTMEZ”
TMMOB Peyzaj Mimarları Odası İstanbul Şubesi, E5 karayolu kenarındaki dikey bahçe uygulamalarının sökülmesi ile ilgili basın açıklaması yayınladı. Açıklamada, İstanbul’da artan trafik problemine çözüm bulabilmek için, tek yönlü ulaşım politikalarının uygulanarak yolların tekerlekli araçlar için sürekli genişletildiği belirtilirken şu ifadelere yer verildi: “Bu inşaat faaliyetleri, beraberinde dik eğimli şevleri, şevlerin yetersiz kaldığı noktalarda da istinat duvarları yapmayı mecbur kılmıştır. Ortaya çıkan bu çirkinlikleri peyzaj yolu ile süsleyerek kapatmaya çalışmak ve bunu yaparken de son yıllarda ortaya çıkmış olan dikey bahçe uygulamalarından fayda ummak yakın geçmişte karşımıza çıkan bir olgudur. Dikey bahçe düzenlemeleri gelişen sulama ve mühendislik faaliyetleri sonucu ortaya çıkmış önemli bir peyzaj mimarlığı hizmeti olmakla beraber, ancak uygun iklimsel koşullar altında ve kısıtlı alanlarda kullanılmak kaydıyla sürdürülebilir bir uygulama haline gelebilir. Ülkemiz gibi küresel iklim değişikliğinin etkileri ile giderek mevsimsel döngüsü daha da bozulan, ortalama sıcaklıkların yükseldiği ve düzenli yağış rejimine sahip olmayan ülkelerde dikey bahçeler sulama ihtiyaçları ve bakım maliyetleri sebebi ile sürdürülebilir bir peyzaj sistemi oluşturamaz.”
Açıklamada şu noktalara da dikkat çekildi: “Ayrıca aktif olarak bireyler tarafından kullanılamayan otoyol kenarındaki dik eğimi olan şevlerde, ya da başka bir tabirle kamusal pasif yeşil alanlarda, korunması çok zahmetli özel bitki desenlerin oluşturulması, mevsimlik bitkilerin kullanılması, yine sulama isteği yüksek bitkilerin ve geniş çim alanların kullanılması sürdürülebilir ekolojik bir yaklaşım değildir. Yanlış yapılan inşaat faaliyetlerinin ayıplarını örtmek ve ölü beton yüzeyleri süslemek için değil, daha sağlıklı kentler inşa edilebilmesi için planlama aşamasından itibaren söz hakkına sahip bir meslek dalı olması gerekliliğinin yöneticilerimiz tarafından kabul gördüğü bir yakın gelecek diliyoruz.”
YEŞİL ALANLAR AZALIYOR
İstanbul Planlama Ajansı’nın Kentsel Analiz Raporunda yer alan bilgilere göre, İstanbul’daki orman alanları 1990 yılında 285 bin hektar iken 2020 yılında yaklaşık 50 bin hektar azalarak 238 bin hektara düştü. Şehirdeki tarım alanları ise son 25 yılda yüzde 25 azaldı. Raporda İstanbul’da kişi başına düşen aktif yeşil alan oranları da paylaşıldı. Sonuçlara göre, şehirde kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarı 2,67 metrekare. Raporda, yeşil alanların azalmasıyla artan hava kirliliği oranlarına da yer verildi. Raporda şu veriler paylaşıldı: “İstanbul 2017 yılından beri hava kirliliğine bağlı ölüm sayısının en fazla olduğu ildir. Yalnızca 2019 yılında hava kirliliğine bağlı 3 bin 761 ölüm yaşanmıştır.”
“DOĞAL TÜRLER DEĞİL”
İstanbul, özellikle mega projeler yüzünden aktif yeşil alanlarını kaybediyor. Bu kaybın önüne geçmenin çözümü dikey bahçe gibi peyzaj uygulamaları olabilir mi? İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Ormancılık Politikası ve Yönetimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cihan Erdönmez ile bu sorunun cevabını konuştuk. Son yıllarda parklarda, bahçelerde, dolgu sahil bantlarında ya da yol kenarlarında İstanbul ekosisteminin doğal türleri olmayan, çoğunlukla ithal bitkiler kullanılarak yapılan peyzaj düzenlemelerini gördüğümüzü ifade eden Erdönmez, şu bilgileri paylaştı: “Bu bitkileri, çim alanları ve mevsimlik çiçekleri yaşatmak için sürekli sulama, gübreleme ve böcek ve mantar zararlarına karşı kimyasal ilaçlar kullanma ihtiyacı söz konusu oldu. Koşullara uyum sağlamaları mümkün olmadığı için onlara uygun yapay koşullar yaratmak gerekiyordu. Üstelik dikilen bitkilerde kuruma oranı daha yüksek olduğundan sık sık yenileri ile değiştirmek gerekti. Çim alanlar biçildi, mevsimlik bitkiler, adı üstünde mevsimlik olduğu için söküldü, yerlerine yenileri dikildi. Bu, bitkilerin yaptığı fotosentezle havadan alınan karbonun yeniden atmosfere salınması anlamına geliyor. Yani iklim değişikliği açısından da negatif bir durum ortaya çıktı.”
İstanbul’da iki binden fazla bitkinin doğal olarak yetişebildiğini söyleyen Erdönmez, bu türlerin yerine yerli üreticilere fidan üretimi desteği verilebileceğini ve peyzaj düzenlemelerinin bu türlerle yapılabileceğini de ekledi. Erdönmez, “Böylelikle hem döviz kaybı yaşanmaz, hem yerli üretici desteklenir, hem de istihdam ve üretim sağlanabilirdi. Üstelik doğal türlerle yapılan peyzaj düzenlemelerinde sulama, gübreleme ve ilaçlama ihtiyacı ya hiç olmayacak ya da çok az olacaktı. Dikilen bitkilerin tutma oranı daha yüksek olacak, fotosentezle tutulan karbon çürüme yoluyla atmosfere geri salınmayacaktı.” şeklinde konuştu.
“SINIRSIZ BETONLAŞMA, KİŞİLİKSİZ PEYZAJ”
“Doğanın en cömert davrandığı yerlerden biri olan İstanbul'da ne olduğu, neyi ifade ettiği belli olmayan bitkisel tasarımların kent kimliğine katkı yapması nasıl mümkün olabilir?” sorusunu soran Erdönmez, “İstanbul zaten kimliği olan bir kentti. Sınırsız betonlaşma ve bu beton yığınlarının arasına serpiştirilen kişiliksiz peyzaj düzenlemeleri ile İstanbul kimliğini kaybetti. Duvarlara bu bitkileri tutacak altyapının yapılması, sulama sistemlerinin oluşturulması, saksıları vs. düşünüldüğünde 1 metrekare dikey bahçe için harcanan parayla kat kat fazla normal peyzaj düzenlemesinin yapılabileceğini rahatlıkla tahmin edebiliriz. Üstelik dikey bahçelerin bakım masrafları da normal peyzaj alanlarına göre çok daha fazla olacaktır.”
ORMAN VE TARIM ALANLARI TEHLİKEDE!
Dikey bahçeleri yeşil alan olarak kabul etmenin mümkün olmadığını belirten Erdönmez, Kanal İstanbul projesinin gerçekleşmesi halinde İstanbul’da zarar görecek orman ve yeşil alanlar hakkında şu bilgileri paylaştı: “Kanal İstanbul proje alanında kalan orman alanı 420 hektar. Ancak proje etki alanında kalan bin 290 hektar ve kentsel rezerv alanı ilan edilen bölgede de 3 bin 30 hektar orman alanı var. Bunların tamamının yok olacağını öngörebiliriz. Üstelik bu alanların 287 hektarı muhafaza ormanı, yani ekolojik açıdan diğer orman alanlarından çok daha üstün özelliklere sahip. Ayrıca proje 134 milyon metrekare tarım alanını yok edecek ve bunların 83 milyon metrekaresi yapılaşmaya açılacak. Ayrıca projeden zarar görecek çok fazla su kaynağı var. Projenin rezerv alanı içerisinde bulunan Küçükçekmece Gölü, Sazlıbosna Baraj Gölü, Terkos Gölü'nin bir kısmı olmak üzere toplam 2 bin 954 hektarlık göl alanı zarar görecek.”