Bazıları 300 yaşının üzerinde, bazıları ise 200’ün. Savaşa, yıkıma, değişime ve daha birçok şeye tanıklık eden anıt ağaçlar, şehrin yaşayan en yaşlı üyeleri. Metrelerce uzunluktaki gövdeleri ve dalları; kentsel dönüşüme, mega projelere, insana ve zamana karşı hayata tutunmaya devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin anıt ağaçlar için yaptığı çalışma ve belgelemeye göre Kadıköy’ün en yaşlı ağacı Fenerbahçe Cemil Topuzlu Caddesi’nde bulunan 360 yaşındaki sakız ağacı. Kadıköy’de anıt ağaç statüsünde olan tek sakız ağacı bu değil. Semtin son 300 yılına şahitlik eden çok sayıda anıt sakız ağacı mevcut. Uzun yıllardır anıt ağaçların izini süren ve bunları belgeleyen araştırmacı Volkan Yalazay “Eski İstanbullu Ağaçlar” adlı kitabında Kadıköylü sakız ağaçlarını anlatıyor.
MODA: SAKIZ DALLI MARMARA
Yalazay kitabında, Moda semtinin ve civarının sakız ağaçlarıyla fazlasıyla haşır neşir olduğunu anlatıyor. Sakız ağaçlarının arasından Marmara Denizi’ni seyretmenin keyifli olduğunu aktaran Yalazay şöyle anlatıyor Moda’nın sakız ağaçlarını: “Yalıyar ile yükselen Moda Burnu’nda Marmara, sakız dallarının arasından görünür. Yalnız bugün değil, yüz, yüz elli yıl önce de Marmara yine sakız ağaçları arasından bakılarak ufka kadar serilir, seyredilirmiş. Bugün de yaklaşık olarak aynı keyifli manzaralarla karşılaşmak gayet mümkün.”
Lodosun kıyıyı dövdüğü ve dalgaların kayalarda veya yalıyar duvarında patladığı zamanlarda Moda Burnu ve üzerindeki sakız ağaçlarının eski fotoğrafçılara ilham verdiğini söyleyen Yalazay, ağaçların sanata etkisini şöyle anlatıyor: “Yıllar yılı buranın tadını çıkarmayı bilen insanların ziyaretleri hiç eksik olmamış. 1900’lü yılların başlarında çekildiği tahmin edilen bazı fotoğraflar bu dalların arkasından görünen gün batımının bir dizi posta kartı olarak basılmış o yıllarda. Hoca Ali Rıza, Nazmi Ziya ve başka birkaç ressam daha burayı sakızlarıyla birlikte resmetmişler. Biraz daha geriye gidelim, 1861 yılında İstanbul’u gezen M. Felix Bourquelot buraya geldiğinde civarı örten muazzam sakızlar görmüş. Seyyah, bu ağaçlar için menengiç ve sakızı kimi zaman ortaklaşa yüklenen bir isim olan ‘terebynth’ sözcüğünü kullanır.
"Nazmi Ziya imzalı yağlıboya tabloda, Moda Burnu'nda sakız ağaçları gölgesinde dinlenenler resmedilmiş"
Görsel Kaynağı: Eski İstanbullu Ağaçlar- Volkan Yalazay
“KOCA BİR BOŞLUK”
“Günümüzde Moda Burnu’nda sakızlar altında yan yana dizilmiş çay bahçelerinde çaylar demlenir, cezvelerde kahveler gelir, yudumlanır, dallar ardından Marmara seyrine nesilden nesile devam edilir” sözleriyle bugünün sakız ağaçlarını tasvir eden Yalazay, ağaçlar ile insanlar arasındaki ilişkiyi ise şöyle aktarıyor: “Genciyle, yaşlısıyla birçok sakızın mekânı burası ve burada başlayan sakızlar tek sıra halinde burnu dönerler. Çay bahçelerinin olduğu bu yerde günümüze ulaşamamış pek çok koca sakızın yaşamış olduğunu sanıyorum. Ben birini gördüm; yakın zaman önce devrilen bu sakız aynı civarda bulunan diğer sakızlardan yaşlı, kocamış bir ağaçtı. 27 Nisan 2009 günü öğle vakti devrildi. Çay bahçelerinin sıralandığı bu alanın Mühürdar tarafına bakan kısmında bilenler için koca bir boşluk var şimdi.
Görsel Kaynağı: Eski İstanbullu Ağaçlar- Volkan Yalazay
Yalnızca duyduğum, hiç görmediğim yaşlı bir sakızın kovuğunda ise 50’li yıllarda Seyhan adlı bir genç, serdiği gazeteler üzerine yatıp kalkmaya başlamış ve bir süre sonra da Moda Deniz Kulübü’nün o sıralar boş olan arsasında ölü bulunmuş. Ağaç da sonraki yıllarda yaşlılıktan eceliyle kuruyup gitmiş. Bu ağaçtan, kitabı Kadıköy’de bahseden rahmetli Müfid Ekdal, ağacın türünü yazamamışsa da kendisiyle muhabbetimde oldukça yaşlı ve büyük bir sakız olduğunu söylemişti.”
YARIMADANIN SAKIZLARI
Yalazay’ın kitabında özellikle değindiği bir diğer semt ise Fenerbahçe ve Fenerbahçe Yarımadası’dır. Deniz dolgusu, yapılaşma ve marinayla birlikte bölgenin yıprandığını ifade eden Yalazay, her şeye rağmen yarımadanın yaşlı serviler ve sakız ağaçlarıyla ilmikleri sıkı atılmış bir motife sahip olduğunu vurguluyor.
Müfid Ekdal gibi bu yarımadaya eğilenlerden birinin de Çelik Gülersoy olduğunu aktaran Yalazay, şöyle devam ediyor: “Çelik Gülersoy’un kocaman buketlere benzeterek bahsettiği ulu ağaçlar sakız ağaçlarından başkası değil…Tablo gibi sakızlardan başka, yarımadanın eski tasvirlerinde sarayın veya köşkün etrafını çeviren ve günümüzde çok azı kalmış olan serviler dikkat çeker; seyyahlar da bahseder bu servilerden ancak buna karşılık sakızların adını ananlar çok az. Bu durum eski zamanlarda servilerin yoğunluğundan, gözü çeken koyuluklarından ve iyi tanınmalarından kaynaklanıyor olmalı. Buradaki sakız ağaçları da bir zamanlar çokça bulunan serviler gibi yüzyıllar boyunca yarımadanın peyzajını belirlemişse de hem pek iyi tanınmazlar hem de her an görülen birçok ağaç gibi açık ve yeşil formludurlar. Hal böyle olunca görürüz ki sakızlardan bahsedenler ya eski İstanbullular, ya botanikle haşır neşir olan seyyahlar ya da kendi memleketinden bu ağacı tanıyanlar olmuş.”
Fenerbahçe Yarımadası- 1900'lerin başı- Çelik Gülersoy arşivi
Görsel Kaynağı: Eski İstanbullu Ağaçlar- Volkan Yalazay
“SAKIZ AĞAÇLARIYLA DOLUYDU”
Yalazay, 1861 yılında bölgeyi ziyaret eden M. Felix Bourquelot’ın Fenerbahçe Yarımadası’nı nasıl tasvir ettiğini şu sözlerle aktarıyor: “Seyyah, Fenerbahçe peyzajının o dönemlerden iki nebati mimarı olan serviler ile sakızları da anlatır. Önce yarımadanın tasvirini yapar; çimenlerinden, üç tarafının denizlerle çevrili oluşundan, her yanındaki farklı manzaradan bahseder. Boğaziçi’nin girişini, İstanbul tepelerini, adalarını görür. Bu düzlüğün servi ve sakız ağaçlarıyla dolu olduğunu, gölge verdiklerini ama gökyüzünü tamamen kapladıklarını yazar ve sonra da servilerle sakızları karşılaştırır. Servilerin düz ve uzun olup gemi direkleri gibi durduklarını, koyu yeşil oluşlarını, sakızların ise güçlü geniş yapılarını, yapraklarının açık ve yumuşak renklerini güzelce betimler. M. Felix Bourquelot Fenerbahçe’yi ziyaret ettiği sıralarda belki orada olan 1850 doğumlu Leyla Saz ise çocukluk anılarına karışan eski Fenerbahçe’yi anlattığında da servilerden ve sakız ağaçlarından bahseder. Tenha bir kenarda denize girdiklerini, suda biraz çırpındıktan sonra büyük sakız ağaçlarından birinin gölgesinde denize karşı yemek yediklerini ve türlü oyunlarla koşturup durduklarını anlatır ve ‘o zamanlar Fener’de çok selviler ve sakız ağaçları vardı.’ diye yazar.”
Görsel Kaynağı: Eski İstanbullu Ağaçlar- Volkan Yalazay
KÖKÜ DERİNDE
Yalazay kitabında, Fenerbahçe Yarımadası’nın birbirlerinden farklı yaşlarda, farklı görünüş ve güzelliklerde sakızları barındırdığı gibi yaşlı sakız ağaçları için de önemli bir yer olduğunu yazar. Fenerbahçe Yarımadası’nın bu bakımdan İstanbul’un en önemli üç yerinden biri olduğunu vurgulayan Yalazay, yarımadada bulunan sakız ağaçlarının özelliklerini şöyle anlatıyor: “Florya’daki Atatürk Ormanı, Fenerbahçe Yarımadası ve Tuzla’da Kamil Bey Adası denilen yarımada. Üçü de Marmara kıyısında, kimi yanlarıyla birbirlerine benzer özellikler gösteren sakız cennetleri. İstanbul’un yaş, çap ve görkem bakımından sayılı sakızlarından biri ve daha başka pek çok yaşlı sakız, üç yanı denizle çevrilmiş bu düzlükte köklenmiş, güzelce dallanmış, yapraklanmış.
İçlerinde en yaşlı olanı yalnızca gövde genişliğiyle değil, dallarının yayılması ve tacının genişliğiyle de dikkat çeker. Gövdesi ve dallanması kusursuz bir güzellikte; uzaktan bakılası, altında da oturulası bir sakızdır bu ağaç. Çelik Gülersoy da bunu sezmiş olacak ki düzenleme esnasında gövdenin dibi bir kaide ile çevrelenmiş, etrafına da oturmak için beyaza boyanmış banklar dizilmiş; halen öyledir. Yaz mevsiminde, günün hayli eğik olan ilk ve son ışıklarının vurduğu zamanlar hariç diğer tüm vakitlerde bu bankların altında oturanlar ağacın gölgesinden nasiplenir.”
BETON MU YEŞİL Mİ?
Yalazay, yazısının devamında da kuruyan ağaçların yerine yeni sakız ağaçlarının dikilmesini önerir: “Peki ya bahsettiğimiz yaşlı sakızlar ve serviler asırlar geçirdikten sonra, özellikle de son 60 veya 70 yıl içerisinde etraflarını saran beton yapılar? Çelik Gülersoy da bunların farkında olarak 90’lı yılların başındaki düzenlemenin eksik kaldığına üzülmüş. ‘Bundan sonra yapılacak işlerden biri, kenarlardaki yapılaşma ve betonlaşmaları kaldırıp yeşilin bütünlüğünü geri getirmek olmalı.’demiş. İşte bunlar da kalkar ve fener daha bir ortaya çıkarsa, Kalamış koyu serviler arasından görünürse veya servilerin gövdeleri Kalamış’ta bekleyen yelkenlilerin direkleriyle karışırsa, kıyı çizgisine de yer yer kayalar döşenir ve dalgalar bu kayalara çarparak erirse ne âlâ iş olur…”