Kent planlaması ve salgınlar

Şehir plancısı Gizem Kıygı: “Salgın hastalıkları içeren kapsamlı afet planları hazırlanmalı. Mahalle planlamasına önem verilmeli. Özellikle büyük kentlerde her mahalleye kendi içinde bir kentsel sistem olarak bakılmalı ve tüm hizmetler bu sistem baz alınarak dağıtılmalı”

25 Mart 2020 - 09:44

Salgın hastalıkları tetikleyen şey sadece sağlık ve hijyen koşulları mı? Yaşadığımız kentlerin, kent planlamalarının ve nüfusun salgınların ortaya çıkmasında ve yayılmasındaki payı nedir? Şehir plancısı Gizem Kıygı, geçtiğimiz günlerde Arkitera’da bir yazı dizisine başladı. Kıygı, “19. Yüzyılda Salgın Hastalıklar Kentleri Nasıl Şekillendirdi?” başlığını taşıyan bu yazısında salgın risklerine karşı kent ve mekânsal planlamaların nasıl olması gerektiğine dair önerilerde bulunuyor. Bu konu etrafında söyleştiğimiz Kıygı, “Herhangi bir salgın atağında, uygun tedavi yöntemi bulununcaya kadar mekansal müdahaleler ve önleyici sınırlamalar çok öne çıkıyor. Şu anda da yaptığımız bu. Sosyal mesafelenme ile kamusal mekanlardan çekiliyoruz. Böylelikle hem sağlık sistemine hem de tedavi arayışlarına zaman kazandırıyoruz. Ancak ben bunun daha ilerisine gidilerek kentlerin salgın hastalıkları da içeren afet planları olması gerektiğini savunuyorum.” diyor.

SAĞLIKLI VE GÜVENLİ KONUT HAKKI

 Yazınızda salgının sadece tıp biliminin konusu olmadığını, kentsel planlama ve mimarinin de işin içinde olduğunu söylüyorsunuz. Sınırların kapatılması, mekan sınırlaması vs. düşünürsek tam da sizin dediğiniz şeyi tartışmaya açmış oluyoruz. Ne dersiniz?

Kesinlikle öyle. Herhangi bir salgın atağında, uygun tedavi yöntemi bulununcaya kadar mekânsal müdahaleler ve önleyici sınırlamalar çok öne çıkıyor. Şu anda da yaptığımız bu. Sosyal mesafelenme ile kamusal mekanlardan çekiliyoruz. Böylelikle hem sağlık sistemine hem de tedavi arayışlarına zaman kazandırıyoruz. Ancak ben bunun daha ilerisine gidilerek kentlerin salgın hastalıkları da içeren afet planları olması gerektiğini savunuyorum. Bu afet planları mevcut sağlık sisteminin, eğitim sisteminin, genel olarak sosyal hizmetlerin kapasitesi düşünülerek hazırlanmalı. Aslında kentsel planlamanın temeli de budur. Kentteki kaynağın ve hizmetlerin insan hakları çerçevesinde tüm yurttaşlara eşit dağıtılması. Kent planlaması halihazırda böyle işlemeyen sistemin afet durumlarında ne kadar önemli olduğunu görüyoruz hep birlikte. Yalnızca sınırlamalar değil, sağlıklı ve güvenli konut hakkının yakıcılığı birçok boyutuyla ortaya çıktı şu anda.

“Evde kal” kampanyası ile salgının yayılması önlenmeye çalışıyor ancak özellikle İstanbul'da binlerce insanın evsiz olduğunu biliyoruz. Konut hakkı bu anlamda daha çok tartışılmalı sanırım.

Örneğin hepimiz evde kalmaya çalışıyoruz ancak halihazırda evi olmayan birçok insan var. Yevmiyeli çalıştığı için kirasını ödemeyecek olan bu nedenle evsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalan insanlar var. Bunların hepsi sıcak tartışma konusu şu an. Ancak daha böyle bir kriz ortaya çıkmadan da bu durumların hepsinin “sağlıklı ve güvenli konut hakkı” çerçevesinde bir karşılığı olmalıydı.

Salgınlar kentlerin mimarisini nasıl etkiledi sizce. Özellikle 19. yy’da İstanbul'u etkilemiş olabilir mi? 

Benim araştırmam kentsel ölçeğe ve mekan üretimine odaklanıyor. Mimariye ilişkin, form ve üsluba dayalı bir okuma yapmadığımı belirteyim. 19. yüzyıl kent tarihi anlamında oldukça özgün bir dönem. Bu dönemde belediye teşkilatlanması, kentin düzenine ve imarına yönelik düzenlemeler yapılandırılıyor. 19. yüzyılın korkulu rüyası koleranın da bu düzenlemelerde etkili olduğunu görüyoruz. Dünya kolera ile mücadele ederken mikroorganizma fikri henüz ortada yoktu. Genel olarak hastalıkların havadan ve kokudan bulaştığı düşünülüyordu. Bu nedenle temiz havada vakit geçirmenin önemi çok vurgulanıyordu. 19. yüzyıl peyzaj akımlarını, rekreatif alan anlayışını etkilemiştir salgın hastalıklar. Kentin üretim alanlarını, altyapısını da etkilemiştir. Arkitera'da hazırladığım yazı dizisinde her hafta konu başlıkları altında bu etkileri tartışmaya açıyorum.

“MEKÂNSAL TESPİT ÇOK ÖNEMLİ”

 Kalabalık kentler ve steril olmayan mekânları ele alırsak salgının etkisinin arttığını söyleyebilir miyiz? Şu anda karşılaştığımız gerçek; büyük kentlerin salgından birinci derecede etkileniyor oluşu. 

Sterillik tehlikeli bir konu. Ben bu etkilenmeyi nüfusa göre kentsel sistemin yeterlilik kapasitesi çerçevesinde tartışmayı tercih ederim. Kalabalık kentler daha çok etkileniyor çünkü nüfusun ihtiyaçlarını karşılayan bir kapasite yok kentlerde. Metropollerde mekânsal dağılım eşit değil. İşinize gitmek için 2 saatlik yolculuk yapmak durumundasınız. Çocuklar okula gitmek için servise binmek durumunda. Rekreatif ihtiyacınızı karşılamak için, bir parka gitmek için, sahile gitmek için örneğin yine yol yapıyorsunuz. Mahalle bazlı gelişkin sağlık hizmeti yok. Oysa İstanbul'da 90 bin nüfuslu mahalleler var. Bir kentte mahalle ölçeğinde her birimin kendine yetebildiği bir sisteminiz olsa, mekânsal tespit yapar, yerinde önlem alır, yayılımı durdurursunuz. Büyük kentler etkileniyor çünkü hem kalabalık hem zorunlu dolaşım çok fazla.

 Bu son salgın olmayacak muhtemelen. Bir kent plancısı olarak sizin önerileriniz neler?

Salgın hastalıkları içeren kapsamlı afet planları hazırlanması gerek. Mahalle planlamasına önem verilmeli. Özellikle büyük kentlerde her mahalleye kendi içinde bir kentsel sistem olarak bakılmalı ve tüm hizmetler bu sistem baz alınarak dağıtılmalı. Gıda tedariği planlamanın içine esaslı bir başlık olarak girmeli. Muhtarlıklar ve belediyeler, üç temel zaman ayrımında (afet durumunun öncesi, sırası ve sonrası) öngörüler hazırlayarak koordineli olarak çalışmalı.

Covid-19'a ilişkin mekânsal verileri bilmiyoruz şu anda. Oysa yayılımda mekânsal tespit ve önlem çok önemli. Bu verilere dayalı bir haritalama çalışması yapılmalı. Bu haritalama da il bazında değil, mahalle ve hatta sokak bazında yapılmalı. Yerel yönetimler bu alanların sosyo-ekonomik yapısına göre hizmet temininin planlarını hazırlamalı. Meseleyi sağlık sisteminin üzerine yıkarak çözümü çok geciktiriyoruz.


ARŞİV