Büyük kentlerde yaşanan dönüşüm ile birlikte son yıllarda sürdürülebilir tarım ve permakültür daha da yaygın hale gelmeye başladı. Şehir içindeki uygun alanların bostana dönüştürülmesiyle özellikle çocukların toprak ve yeşille buluşması amaçlanıyor. Peyzaj mimarı Dilek Yürük de 2015 yılında başlattığı “Okul Bostanları” projesiyle kentte yaşayan çocukların doğayla, toprakla, gıdayla bağlarını artırmaya çalışıyor. Kadıköy’de de çocukları bostanla buluşturan Yürük ile “Okul Bostanları”nı ve kent içinde sürdürülebilir tarımın imkanları üzerine konuştuk.
-Dilek Yürük kimdir, sizi tanıyabilir miyiz?
Ben peyzaj mimarıyım. 2015 yılından bu yana “Okul Bostanları” isimli bir sosyal girişimin yürütücülüğünü yapıyorum. Mesleğimle ilgili çalışmalarıma devam ederken permakültürle tanıştım. Türkiye Permakültür Enstitüsü’nden aldığım eğitimle birlikte permakültür tasarımcısı olarak mesleğime ve hayata bakış açım değişti. Kentsel tarım, kent ekolojisi, kentte yaşayan çocukların doğayla, toprakla, gıdayla bağlarının yine kent üzerinden kurulması ve kent bahçeciliği konularında eğitimler veriyor ve projeler yürütüyorum.
-Toprağa ve bitkilere her zaman meraklı mıydınız?
Çocukluğunda bahçeli bir evde büyüyen ve yaz tatillerinde anneannesini köyde ziyaret eden bir çocuktum. Şimdi bakınca temellerimin nerede atıldığını görebiliyorum. Yıllar sonra da keyifle okuduğum bir mesleğim oldu ama peyzaj ve bostan kavramları uzun yıllar birleşmedi. Birinin önceliği estetikken diğeri işlevsellik üzerineydi. Ta ki benim bakış açım değişene kadar.
“BİRLİKTE ÖĞRENİYORUZ”
-Fikrinizi değiştiren şey neydi?
İklim krizi, susuzluk, toprağın kirlenmesi… Yedikule Bostanlarıyla ilgili çalışmalarla birlikte peyzaj ve bostan kavramlarının kent içerisinde aslında nasıl birlikte olabileceklerine dair kafa yordum. Bu süreçte çalışmalarından ilham aldığım ve takip ettiğim çok değerli bilim insanı, akademisyen, sanatçı ve ortak hayallerimiz olan dostlarla yolum kesişti.
-Okul Bostanları projesine ne zaman başladınız?
Okul bostanlarının ilk tohumları Slow Food Fikir Sahibi Damakları Topluluğu’nda gönüllü olarak yer aldığım bir proje sırasında atıldı. Okul bahçelerinin permakültür prensipleri kullanılarak tekrar tasarlanması ve bu alanlara bostan alanları eklenmesi ilk hedefti.
Eğitmenlikle ilgili deneyimlerimi de kullanarak çocuklarla farklı festivallerde biraraya geldim. Topraktan, tarımdan, ekolojiden, gıdadan konuştuk. Tohumlar ektik, sincap olup meşe palamutlarını sakladığımız oyunlar oynadık, ağaç olup “birbirimizle nasıl iletişim kurarızı” araştırdık.
-Çocuklarla bostanda olmak ya da genel olarak onlara şehir içinde yeşil bir alanda üretim yapma imkânı yaratmak nasıl hissettiriyor? Hem sizin hem de çocuklar için?
Ben, insanın içindeki çocuğu her zaman hatırlaması gerektiğine inanıyorum. Çocuklarla olmak benim bu tarafımı çok besliyor. O yüzden çok şanslıyım. Çocuklarla kent içerisinde doğada olmak ve üretim yapmak daha da keyifli. Biz birlikte öğrenip deneyimliyoruz. Buradaki işlevim olsa olsa yürütücülük olabilir. Bazen okul bahçesi, bahçedeki bostan alanı, yakındaki bir park ya da koru bizim için gözlem yaptığımız, ağaçlarla ve kuşlarla tanıştığımız, farklı muhabbetler ettiğimiz, ürettiğimiz, paylaştığımız, hayaller kurduğumuz sonsuz merak uyandıran farklı dünyalara dönüşüveriyor.
“BAKIŞ AÇILARI DEĞİŞİYOR”
- Bu çalışmaların çocukların gelişimi açısından bir fark yarattığını düşünüyor musunuz? Bu konuda nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Özellikle çocukların gıda üretim süreçlerinde tohumdan tabağa kadar olan şahitlikleri onlarda başka bir bakış açısı yaratıyor. Bu zamana kadar markette bir meta olarak gördükleri meyveler, sebzeler bir anda hayatlarının bir parçası haline geliyor. Tohum topluyorlar, onlar için uygun koşullar yaratıp ihtiyaçlarını karşılıyorlar, okulda deneyimledikleri şeyleri eve de taşımaya çalışıyorlar. Kompostla ilgili dersler sonrasında anne babalardan hemen mesaj alıyorum mesela. Birlikte çalışmak, akran öğrenmesi, paylaşmak, sorumluluk almak, gözlem yapmak, deneyimler yaşamak, mevsimsel döngüyü fark etmek onları bu süreçte başladıkları noktadan farklı bir noktaya taşıyor.
- Yapılan bazı araştırmalar çocukların ve gençlerin iklim krizi hakkında duyarlı olduklarını ve bu konuda da endişe duyduklarını gösteriyor. Sizin gözlemleriniz neler?
Bu konuyla ilgili farklı gözlemim mevcut. İklim krizi, susuzluk, denizlerin kirlenmesi gibi küresel sorunlar çocukların da gündeminde yer almaya başladı. Okuldaki projeler, maruz kaldıkları haberler, yetişkinlerden duydukları…Kentte yaşayan ve doğayla bağı kopmuş çocuklar ekolojik sorunlar anlatıldığında, duyarsızlaşıyor. Bu durumda “Ekofobi” kavramı hayatımıza yerleşiyor. İkinci bir durumsa sürekli alarm halinde olan endişeli çocuklar. Kıyamet senaryoları içerisinde büyürken geri dönüşüm kutularının kullanılması, yeşil alanlardaki çöplerin toplanması, mevcut ağaçların kesilmemesi, sigara içilmemesi, evlerde enerji tasarrufu, hava kirliliğinin engellenmesi, gereksiz su tüketimin engellenmesi, pet şişelerin kullanımının azaltılması ve yeni fidanların dikilmesi gibi konularda endişe ile çevrelerine sahip çıkmaya çalışıyorlar.
BOSTANCILIK MÜMKÜN MÜ?
- İstanbul'un bostanlarını da inceleyen birisiniz. Geçmişten günümüze nasıl bir değişim yaşandığını anlatabilir misiniz?
66 kolektif olarak 2017 yılında gerçekleştirdiğimiz Bostan Hikayeleri, “Şehirde doğa ile yeniden bağ kurmak, kentsel müştereklerimizden olan mevcut bostanları, kent bahçelerini birlikte korumak, iyileştirmek ve yenilerini kurmak, kentsel tarımı yaygınlaştırmak için biz ne yapabiliriz?” sorusundan yola çıkarak başlattığımız bir çalışmaydı. Bu konularda emek harcayan birçok kişi ve topluluk var. Bizler de bu sürece, bostanlarla ilgili hikayeleri toplayarak, arşivleyerek, yenilerini üreterek, paylaşarak ve tartışarak katkı vermeyi hedefledik. Hem bostan hikayeleri hem de kendi çalışmalarımda ortaya çıkan en önemli başlıklardan biri kentin kendi gıdasını üretmesi gerçeğiydi. Bu iki kavram her ne kadar birbirinden koparılmaya çalışılsa da gerçekte mümkün değil.
Neden?
Günümüzde bostan kavramının içeriği, sadece üretim amaçlı olması haricinde bulunduğu konum ve kullanıcılara değişebiliyor. Mahalle bostanları, topluluk bostanları, çatı bostanları, hobi bahçeleri bunlardan bazıları. Burada altı çizilmesi gereken en önemli nokta; bostancının meslek olarak var olduğu ve üretimin hedeflendiği bostanlarla öncelikleri farklı olan bostan alanlarını karıştırmamak. Bostancılarla gelen kadim bilginin yok olmaması bu mesleğin devam edebilmesi kentin gıda üretimini kendi içinde karşılaması için olmazsa olmaz en önemli şey.
-Temiz, sağlıklı ve uygun gıdaya erişim giderek zorlaşıyor. İstanbul belki de bunun en açık örneği. Bu kent tekrar kendi sebze ve meyvesini üretebilir mi?
Bunun için bostancılar ve bostanlar kent içerisinde ve çeperinde varlıklarını sürdürmeye devam etmeli. Arazi sahipliği, desteklerin verilmesi… Bostancılık mesleğinin hak ettiği değeri ve emeğinin karşılığını alabilmesi için temelde iyileştirilmesi gereken önemli noktalar. Yerel ve küçük üretici burada en kilit nokta. İyi, temiz ve adil gıdaya erişmek üretici ve tüketici arasındaki bağı kurmak için yeryüzü pazarları da önemli. Bu pazarlarda yer alan tüm ürünlerin o alanın 40 kilometrelik bölgesi içinden gelmesi gerekiyor. Her üretici, pazarda kendi ürettiği ürünü satmak durumunda, kesinlikle aracıya ya da satış işleminin başka birinin üzerine devrine izin yok. Pazarda satış yapacak üreticiler organik sertifikalı olmak zorunda değil ama atalık tohum kullanmak, hijyen kuralları gibi maddelere sahip bir sözleşme imzalamak zorundalar. Biz kentliler olarak tüketici değil “türetici” kimliğimizle gıdayı tercih etmeye başladığımızda ve üreticiyle bağımızı tekrar kurduğumuzda bu sistem işlemeye başlayacaktır ki gıda toplulukları da bu zincirin önemli bir parçasıdır.