Marmara nasıl kurtulur?

Marmara Denizi’ni etkisi altına alan ve zararları ortaya çıkan müsilajı deniz biyoloğu Mert Gökalp ile konuştuk. Denizdeki kirliliğin 40-50 yıllık bir sürede oluştuğunu ifade eden Gökalp, eğer önlem alınmazsa Marmara’nın yaşamın çekildiği bir göl haline dönüşeceği uyarısında bulundu

03 Haziran 2021 - 10:43

Marmara Denizi, “deniz salyası” olarak adlandırılan müsilajla mücadele ediyor. Deniz canlıları ölüyor, mercanlar zarar görüyor. Marmara Denizi’nin kısa sürede kirlenmediğini ifade eden bilim insanları çözümün de kısa vadede mümkün olmayacağı görüşünde. Deniz biyoloğu ve belgeselci Mert Gökalp ile Marmara’yı saran müsilajın neden ortaya çıktığını ve çözüm için nelerin yapılması gerektiğini konuştuk.

Marmara Denizi'nin kirletilmesi ve “müsilaj” yani daha yaygın bilinen adıyla “deniz salyası” geçtiğimiz hafta itibariyle ülke gündemine oturdu. Nedir bu müsilaj? Neden ve neyin sonucu olarak ortaya çıktı?

Bu, insanın sorumsuzca, kendini gezegenden üstün görerek, hiçbir şekilde hiçbir canlıya, ekosisteme cevap vermeyerek, onu da bir sömürü düzeninde tamamen süpermarket gibi, kanalizasyon sistemi gibi kullanmasından kaynaklanan, 40-50 senelik bir durumun sonucu. Hiçbir şekilde ne yaptığımızın farkında değiliz. Atıklarımızı nereye döktüğümüzün ve neden döktüğümüzün farkına varmadan, bir şekilde yaşamaya devam ediyoruz Marmara genelinde. Bu durum da bunun sonucu; insanın sorumsuzluğunun sonucu. Hiçbir şekilde bazılarının açıkladığı gibi doğal bir süreç değil. Tamamen insanla alakalı, insanın ekosistemde yarattığı problemle alakalı bir durum. Şiddeti ve frekansı artan bir şekilde görülmeye devam edecektir.

Deniz salyası aslında bir fitoplankton. Yani bir bakteri türü diyebiliriz bunun için. Deniz salyası; baharda nasıl çiçekler açıyorsa, birtakım deniz canlıları veya farklı canlılar yeşeriyorsa, yeni bir yaşama başlıyorsa, normalde olabilen bir şey. Fitoplankton aslında denizlerde olan bir şey. Ama aynen bir bakteri gibi vücudumuzda var olan, patojen bir bakterinin sayısının bir anda katlanarak artması, yüzden binlere, milyarlara çıkmasıyla bizi hasta etmesi gibi. Gerekli şartları bulduğu anda, bu sıcaklık olur, bu besin miktarının fazlalığı olur... Bir şekilde sayısını çoğaltmasıyla ortamda fazlaca oksijen tükettiği için denizin kimyasını etkileyecek noktalara, popülasyonlara ulaşır. Bu kütlenin içerisinde ölü - canlı diğer bakteriler ve virüslerin olduğu bir topluluktur diyebiliriz.

Denizin kirletilmesi, sıcaklık ve tuzluluk. Bu üç ana sebepten bahsediliyor. Sizce sıcaklık ya da daha genel olarak küresel ısınma ne kadar etkili?

Evet, birtakım etkenler var. Bunlardan bir tanesi sıcaklık çünkü Marmara Denizi yeterince soğumuyor, yeterince oksijen girişi alamıyor. Bu bir neden. Tuzluluk denilen bir şey olduğunu söylediniz. Tuzluluk denilen şey zaten seviyesel olarak Karadeniz’den Marmara’ya, Marmara’dan Ege Denizi’ne, Ege’den Akdeniz’e ve hatta Doğu Akdeniz’e doğru artan bir süreçtir, artan bir olgudur. Yani tuzluluk seviyesi kuzeyden güneye doğru artar bizim denizlerimizde. Neden? Çünkü Karadeniz bir iç denizdir. Buraya Volga, Dinyeper, Dinyester, Tuna; bizim Kızılırmak, Yeşilırmak gibi derelerimiz ve nehirlerimizin, Sakarya’nın aktığı bir denizdir ve çok ciddi bir tatlı su girdisi vardır burada.

Bu, Karadeniz için besin kaynağıdır, ve hatta Marmara Denizi için. Fakat buralardan bir şekilde ciddi bir kirlilik - yani birçok ülkenin atıkları, evsel atıkları, tarım arazilerinden gelen atıklar olduğu için Karadeniz ultra kirli bir deniz konumundadır. Ama geçmişte, hala da bir miktar, tatlı sularla beslenen, Aristo’nun, Strobo’nun, birçok filozofun yazdığı ve belirttiği gibi, bin bir pınarın beslediği, yavrulamak için gelen balık sürülerinin yeniden hayat bulduğu sulardır. Bu bahsettiğiniz noktada tuzluluk, iklim şartları, iklim değişikliği gibi faktörlerden bahsedebiliriz. Bunun frekansının artmasında, bu kadar etkin olmasında bir rol üstleniyor olabilir. Ama bunun esas nedenini insan yapmaktadır. Çünkü 25 milyon insan, bir havuz büyüklüğünde - bir havuz gibi düşünelim Marmara Denizi’ni - düşüncesizce, sorumsuzca, onlarca senedir endüstriyel atıkları, evsel atıkları zirai atıkları bir denizin içerisine atarsak bu denizden ne bekleyebilirsiniz? Kaç sene boyunca bu denizin bunu tolere etmesini bekleyebilirsiniz ki?

Fotoğraf: İsa Şahintürk

“PİSLİKLE DOLMUŞ VAZİYETTE”

Marmara’nın birkaç ay içinde kirlenmediği ortada. Siz su altı canlılarını da inceliyorsunuz, bu konuda yaptığınız belgeseller var. Gözlemleriniz neler?

Ben kendi tecrübelerimi aktarabilirim. Marmara Denizi’nde oldum olası, yani ben denize dalmaya başladığımdan beri müsilaj vardı. Bu seviyelerde değildi ama biz bunları mercanların üzerinde, farklı deniz canlılarının üzerinde birikinti şeklinde görüyorduk. Deniz salyası şeklinde - işte salya denmesinin nedeni bu - orta suda yüzdüğünü görüyorduk. Bunun haricinde ben İzmit Körfezinin 2016 senesinde yaklaşık iki buçuk ay boyunca kıpkızıla boyandığını, kırmızı alg patlaması olduğunu, birtakım deniz canlılarının öldüğünü hatırlıyorum. Daha geriye gidersek küçüklüğümde Hereke civarlarında, dayımların yazlığının önünde her gün saat 11-12 civarında birtakım sanayi atıklarının yüzdüğümüzde ya da balık tutmaya çalışırken önümüzden geçtiğini hatırlıyorum. Biraz daha ileri gidelim. Kurbağalıdere’nin, Haliç’in pisliğinin Yassıada ve Sivriada gibi yerlere temizlemek adına denize atıldığını, hatta Haliç’in pisliğinin Marmara Denizi’nde bir metrelik alana boşaltıldığı, Marmara Denizi’nden Karadeniz’e geçmesi umulduğu gibi durumları çok iyi hatırlıyorum. Bunlar sadece benim gözlemlerim. Lüfer belgeselinde bile çektiğimiz görüntülerde görülen şeyler var. Marmara Denizi dolmuş vaziyette, organik maddeyle, insan pisliğiyle, insanların beraberlerinde getirdiği pislikle dolmuş vaziyette. Sanki ülkenin kokuşmuşluğunun bir sembolü gibi.

 Denizin kirlenmesinde sorumluluk kimde?

İnsanda tabii ki. Duyarsız belediyelerde, atık yönetimlerini yenilemeyen, doğru şekilde değerlendirmeyen, sadece denize atmak şeklinde değerlendirip deşarj üzerine bir sistem kuran, bu sistemi yenilemeyen, bu sistemlerin olduğunu bile bile hükümetine, belediyelerine sorgu sual sormayan, onları suçlamayan, başına çökmeyen vatandaşta. Ama en baştaki sorumlu tabii ki insan. Vatandaş da bunun en altında geliyor tabii. Nereden bilsin de diyebiliriz. Ama belediyelerden tutun da yöneticilerin hepsi sorumlu. Biz de insan olarak atıklarımızın nereye gittiğini ve nasıl atık yönetimi yapıldığını bilmek zorundayız. Bir de “Biz atıklarımızı neden denize döküyoruz?” sorusunu sormamız gerekiyor.

TEMİZLENEBİLİR Mİ?

 Denizi insan müdahalesiyle temizlemek mümkün mü?

Denizden insan faktörünü çekerseniz deniz çok güçlüdür, temizlenmesi mümkündür. Ama şu şekilde üstten temizleyerek, katı atık gibi almaya çalışarak, -İzmit Belediyesinin yaptığı gibi- mümkün değil. Denize organik madde girişini engellemeden temizleme şansımız yok. Organik maddede de atıklarımızdan bahsediyoruz. Atıklar derken sadece sanayi atıkları, endüstriyel atıklar, evsel atıklar değil tarımdan gelen, arazilerden gelen atıkların da indirgenmesi ve hatta yok edilmesi gerekiyor.

Deniz ürünlerinin sağlıklı olduğunu söylemek mümkün mü bu durumda?

Bu aslında başka bir soru. Sağlıklı olduğunu söylemekte yarar var mı? Bu tabii hangi deniz canlısından bahsedildiğine, nereden tutulduğuna, üzerinde ne kadar cıva, zift gibi birtakım başka birikintilerin olup olmadığıyla alakalı bir şey. Midye de bir deniz canlısı sonuçta, balık da bir deniz canlısı. Balık farklı miktarda akümüle ediyor, istiridye midye farklı şekilde toksik metalleri ve kimyasalları akümüle ediyor. Ama şu noktada konumuz Marmara’dan balık yenir mi yenmez mi gibi bir konu değil. İnsan yaşamaya devam edebilir mi, ekosistemi geçtim insanı barındırabilir mi söz konusu.

Fotoğraf: İsa Şahintürk

YAŞAMIN ÇEKİLDİĞİ BİR GÖL…

Bu süreç ne kadar daha devam eder sizce?

Şu anda orta seviyeli bir ekosistem hasarıyla atlatılıyor olsa dahi (atlatılacak mı bilmiyorum), bu olay veya buna benzer başka bir fitoplanktondan oluşan farklı bir müsilaj vakası, bir kırmızı alg’den, başka bir yeşil alg’den oluşan bir toksik durum Marmara genelinde yinelenebilir ve daha da büyük bir etki yaratabilir. Çünkü kırmızı alg ve yeşil alg patlamaları da bu şekilde oluyor. Bir anda algler popülasyonlarını ölesiye artırıyorlar, çok fazla konuma geliyorlar; denizin kimyasına ve biyoçeşitliliğe zarar veriyorlar. Oksijensiz ortama yol açıyorlar. Dolayısıyla eğer biz bundan ders çıkartmazsak ve denize sıfır atık yönetimine geçmezsek bu gördüklerimiz katlanarak devam edecek.

 Bu görüntünün kısa ve uzun vadede sonuçları neler olur?

Kısa vadede, şimdi deniz canlılarının tam üreme dönemleri. Birçok canlının larvalarını, yumurtalarını kıyısal alana bıraktıkları dönem. Bu alanlarda oksijensiz tabakayla yani müsilaj nedeniyle fotosentez yapılamıyor. Kıyısal bölgelerde ilk birkaç metrede ve aynı zamanda da birçok ölüm gerçekleşiyor. Bakteri ve virüslerle kaplı bir alan olduğu için burada bu larvaların balıkların bir şekilde üreyememesine, sağlığının bozulmasına, yeterince güçlü şekilde hayata gelememelerine neden olabilir. Bir noktada da mercan olsun alg olsun deniz zemininde yaşayan birtakım canlıların ve buralardaki balıkların ve diğer deniz canlılarının ölümüne yol açabilir.

Uzun vadede ise yayılarak, buralarda asılı kalarak diğer deniz canlılarının bu bakterilerle hastalık kapmasına ve dayanaklıklarının azalmasına neden olacaktır. İleri dönem için eğer önlem almazsak bir fosseptik çukuruna dönüşebilecek Marmara Denizi,  oksijeni az veya olmayan birtakım katmanlarla birleşerek birçok ölü canlıyı barındıracak, bir şekilde yaşamın çekildiği bir göl haline gelebilir. Bunun da etrafında  yaşayan bütün canlılar için  insanı da katarsak tüm canlılar için katastrofik sonuçları olur.


ARŞİV