Bu yıl 3 Nisan’da meydanlarda yapılması planlanan Küresel İklim Grevi salgın nedeniyle dijital ortamda gerçekleştirildi. Fridays For Future ve Sıfır Gelecek’in çağrı yaptığı greve canlı yayınla birlikte 2 bin kişi katıldı. “Bilime ve gençlere kulak verin” diyen aktivistler, krizlere karşı ekonomiden önce canlı yaşamını gözeten bir sisteme geçiş yapılması gerektiğini söyledi. Salgın günlerinde iklim adaleti isteyenler nasıl bir dünya talep ediyorlar? Salgının yarattığı kriz ile iklim krizi arasında nasıl bir ilişki var? İklim krizinin yarattığı tahribatlar salgının kontrol edilememesinde nasıl bir rol oynuyor? Yokoluş İsyanı’ndan Elif Ünal ile bu soruların cevaplarını konuştuk. Ünal, “Gördüğümüz gibi bir kişiden tüm dünyaya yayılan virüs sonucunda şu anda ülkeler arasındaki sınırlar neredeyse kapatılmış durumda. Şehirlerarası ulaşım yasaklanıyor. Ben kendi adıma bu hikayeden kendi kendine yetebilen, sürdürülebilir sistemler kurmanın ne kadar önemli olduğunu anladım.” diyor.
“DAHA FAZLASIYLA KARŞILAŞACAĞIZ”
Salgın günlerinde iklim grevi dijital ortamda yapıldı. Siz iklim krizi ile salgın arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Korona virüsü salgını iklim krizi yüzünden olmadı elbette. Ancak insanların faaliyetlerinin iki krizde de rol oynadığı açık. Uzmanlık alanı hayvanlardan insanlara geçen virüsler olan virolog Suresh Kuchipudi şöyle bir değerlendirmede bulunmuştu: “Yüksek kentleşme orman alanlarının yok edilmesine sebep oluyor. Bu durum da vahşi yaşam ile insanların yaşamının iç içe geçmesine ve bu tarz hastalıkların daha fazla yayılmasına neden oluyor.” Ekonomik büyüme daha fazla şehirleşme uğruna ormanlarımızı yok etmeye devam ettiğimize göre çok daha fazlasıyla karşılaşacağız. İklim krizi de aynı büyüme hırsından dolayı şu anda tüm türlerin yaşamını tehdit ediyor. Düşünme tarzımızın değişmesi şart.
Bir diğer ilişki de aslında iki krizin de etkisi üzerinden okunabilir. Korona virüsü krizi sayesinde bilimi dinlemenin ve erken önlem almanın önemini bir kere daha gördük. Bilim insanlarını her fırsatta aşağılayan iklim bilimi inkarcısı ABD Başkanı Donald Trump bile şu anda yana yakıla korona virüsüne karşı aşı geliştirmesi için bilim insanlarının kapısını çalıyor. Bilim öyle işimize geldiğinde beğenip işimize gelmediğinde kenara atacağımız bir şey değil, bunu anlamamız ve bize yapılan uyarılara kulak vermemiz gerekiyor.
Son olarak da dijital iklim grevinde sıklıkla tekrarladığımız bir şeyi söylemek istiyorum. Bu krizle daha önce bildiğimiz bir şeyin sağlamasını yapmış olduk ki hepimiz aynı gemide değiliz. Salgın sırasında özel jetlerine atlayıp sığınağa kaçanları da, yazlıklarına gideni de, evden çalışabileni de, işinden olanı da, işe gitmek zorunda kalanı da gördük. İklim krizi için de geçerli aynı durum. Bu yüzden de her fırsatta, karbon emisyonlarını sıfırlamak yetmez önce iklim adaleti diyoruz.
Hava kirliliğinin salgının etkisini arttırdığı söyleniyor. Aslında çok fazla kömür ve termik santralinin bulunduğu ve çok sayıda covid vakasının olduğu Zonguldak örneği de bunu açıklıyor. Ne dersiniz?
Zonguldak’ta şu anda yedi adet termik santral var. Termik santraller sadece iklim krizine katkıda bulunmakla kalmıyor halkın sağlığını doğrudan etkiliyor. Zonguldaklılar korona virüsü öncesinde de solunum yolu hastalıklarıyla, astımla ve kanserle uğraşıyordu. Diğer termik santral bulunan bölgelerde olduğu gibi. Bu durumun da elbette halkın korona virüsüne olan dayanıklılığını azaltıyor ve ölümcül sonuçlar doğuruyor. Hükümet, Zonguldak’ta yaşayan ailelerin yüzlerine bakıp bir şey yokmuş gibi “ellerinizi yıkayın, meyve yiyin, odanızı havalandırın” diyebilir mi? merak ediyorum. Çünkü orada yaşayanların odalarını havalandırmak ve temiz hava almak gibi bir şansları yok.
YEREL KAYNAKLAR ÖNEMLİ
Salgından en çok etkilenen dünyanın bütün büyük kentleri oldu. Yerel kaynakların kullanılmaması, ya da kaynakların belirli merkezlerde toplanması belki de ilerde görebileceğimiz salgınlar için de bir uyarıdır.
Aslında çok fazla uyarı barındırıyor içerisinde. Greta Thunberg’in söylediği gibi normal olmayan şu an yaşadığımız kriz değil bizim normal sandığımız yaşantılarımızdı. Kriz zamanlarında sistemin işlemeyen yönleri aniden belirginleşiyor sadece. Maskeler o kadar hızlı düşüyor ki yöneticiler bile buna uyum sağlayıp üstünü örtemiyor. Mesela sağlık sistemimiz yetersizdi, şimdi çöktü. Hükümetler her zaman bilgi gizliyordu, şimdi iyice ayyuka çıktı. Güvencesiz çalışmak sıkıntılıydı, şimdi insanlar işinden oldu. Değişim yaratmak belki de bir tercihti şimdi ise zorunluluk oldu. Umarım ki geçici çözümlerle yetinmez derin adaletsizliklere ve sürdürülemezliğe dayanan sistemin değişimini görmemiz için bir vesile olur.
Genel olarak gördük ki devletlerin bir sağlık ve salgın hastalıklar politikası yokmuş. Mesela İstanbul’da salgının uzun sürmesi durumunda gıda kaynaklarına ulaşmak da problem olacak. Burada Kanal İstanbul ve tarım alanlarının ilişkisi bir kez daha gündeme geliyor.
Yerelleşmenin öneminden uzun süredir bahsediliyor. Gördüğümüz gibi bir kişiden tüm dünyaya yayılan virüs sonucunda şu anda ülkeler arasındaki sınırlar neredeyse kapatılmış durumda. Şehirlerarası ulaşım yasaklanıyor. Ben kendi adıma bu hikayeden kendi kendine yetebilen, sürdürülebilir sistemler kurmanın ne kadar önemli olduğunu anladım. Şehirlerin büyük metropolleri beslemek için bir kaynak havuzu olarak görülmemesi ve şu ana kadar büyük ölçüde yakıp yıktığımız varlıklara saygı gösterilmesi, onları korumaya çalışmamız gerekiyor.
Ne yazık ki insan yaşamı için nelerin önemli olduğunu görmemize rağmen Kanal İstanbul için ihaleye çıkıldı. Aynı şekilde Artvin’de maden ocakları ve HES projeleri devam ediyor. Bursa Yenişehir’de bir maden şirketi insanların evinden çıkmamasını fırsat bilip ormanları yok ediyor. Pamukkale’de yerli tohum ve bitki üretim merkezine dozerle giriliyor. Dost düşman acı günde belli olur derler ya öyle bir durum işte. Hep kötü şeyler de olmadı elbette. İnsanlar da bugünlerde çok güzel dayanışma ağları oluşturarak aslında insanlık dediğimizin temelinde bize dayatıldığı gibi rekabetçi ve bencil değil dayanışmacı ve iyi ruhlu olabileceğini gösterdi bence.
20 Eylül 2019'da Kadıköy'de düzenlenen iklim grevi.
HAVA KİRLİLİĞİNİN ETKİSİ
Salgın sonrasında hava kirliliğinde önemli bir düşüş gözlendi. Aslında bu durum bize az tüketmenin olanaklarını da gösterdi. Ne dersiniz bu konuda?
Yaşamlarımız oldukça sadeleşti elbette. Ancak hayalini kurduğum dünya her ne kadar hava kirliliği olmayan, karbon emisyonlarının sıfırlandığı bir dünya olsa da aynı zamanda insanların dışarıya çıkabildiği, eğlenebildiği, birbirleriyle sarılabildiği bir dünya. İlkinin gerçekleşmesi için illa ikinci kısımdan olmamız veya bir krizle yüzleşmemiz gerekmiyor. Çoğu şey için geç kaldık elbette ama hala daha fazla bedel ödemeden önce fosil yakıtlardan kurtulmak, kendimizi doğanın bir parçası olarak görmek ve tüketim alışkanlıklarımızı yeniden düşünmek ve en önemlisi sistemi değiştirmek için bir şansımız var. Salgın sona erdiğinde insanların; hükümet ve şirketlerin bu yaşanan “ekonomik kaybı” telafi etmek için daha çok sömürmek yerine hayatlarımızı değiştirecek adımlar atması için talepte bulunmasını umuyorum.
Önümüzde daha çok kriz olacak. Ve bunları atlatabilmenin tek yolunun da insanların biraraya gelmesi olduğunu düşünüyorum.