Yanı başımızdaki kriz

İklim krizini ve İstanbul’a olan sonuçlarını konuştuğumuz Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit Şahin İstanbul’da kısa vadede ölümcül sıcak dalgalarının, kuraklığa bağlı içme ve kullanma suyu sıkıntısının, aşırı yağışların, sellerin ve beklenmedik fırtınaların artacağını söylüyor

29 Temmuz 2020 - 14:12

Aşırı sıcakları, bunaltıcı havaları ve gölgede bile serinleyemediğimiz bir yazı daha yaşıyoruz. Bunun sebebi olarak akla gelen ilk şeyler ise  kentsel yoğunluğun artması, yeşil alanların azalması ve yüksek katlı binaların çoğalması...Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit Şahin’e göre ise tüm bunların nedeni küresel. Şahin, “Uzun kuraklıklara, bir anda şiddetli yağışlara, alışık olmadığımız kadar uzun ve yakıcı aşırı sıcaklarına maalesef alışacağız. Bundan böyle daha sık ve yıkıcı orman yangınları çıkacak. Ormanların içine sokulan yerleşimler daha büyük tehdit altında tabii, ama aynı zamanda İstanbul’un temiz hava kaynağını ve su kaynaklarının toplama havzalarını da kaybetmesi de söz konusu.” diyor.

2000'li yılların başında konuşulmaya başlanan iklim krizi, son yıllarda gündemimizin ana konularından biri oldu. Neden daha çok konuşmaya başladık bu meseleyi?

Aslını isterseniz konu yeni gündeme gelmiş değil, tam tersine krizin ne kadar hayati olduğunu kavramakta biz fena halde geç kalmış durumdayız. İklim değişikliği ilk kez 1980’lerde dünya kamuoyunun gündemine geldi, hatta konunun 1950’lerde ABD’de televizyonlarda konuşulduğunu da biliyoruz, ama araya uzun bir unutma ya da unutturulma devresi girmişti. Ancak ne zaman ki küresel sıcaklık artışı dikkati çekecek bir düzeye ulaştı, ki bu da 1970’lerin sonudur, konu bilim insanlarıyla sınırlı olmaktan çıkıp uluslararası politikanın da alanına girdi. Son on, hatta on beş yıldır ise giderek artan ve şiddetlenen seller, kasırgalar, orman yangınları ve hızla yayılan kuraklık gibi iklim felaketleri nedeniyle, her yıl kırılan sıcaklık rekorlarıyla ev kutuplardaki buzulların hızla erimesiyle beraber artık mızrak çuvala sığmıyor, belki o nedenle medya da eskisi kadar aymaz değil. Ancak bir şeyler yapma noktasında yöneticilerin aymazlığı neredeyse bütün dünyada aynı düzeyde sürüyor. Yapılanlar çok az, çok geç ve çok yavaş.

Son 2 yıldır ise özellikle “İklim için grev” hareketinin eylemleri, krizi daha fazla tartışmamıza vesile oldu.

Evet, son iki yılda iklim krizini duymayanın kalmaması ise gelecek kuşağın kendi kaderine el koymaya karar vermiş olmasından dolayı. 2018’in yaz aylarında o zaman 15 yaşında olan İsveçli genç bir aktivistin, Greta Thunberg’in başlattığı okul grevleri zaman içinde genç kuşaktan milyonlarca insanın katıldığı küresel eylemlere dönüştü. İklim hareketinde yeni dalga olarak adlandırdığımız bu kuşak meseleyi popülerleştirmekle kalmadı, kararlı bir sesle bu krizden sorumlu olan kuşağı doğrudan ve sert bir şekilde suçladı ve harekete geçmeye çağırdı. Greta ve arkadaşları vicdanın, iklim adaleti talebinin ve kendi geleceklerini kurtarma mücadelesinin sembolü oldular. Artık eskisi gibi başkaları, bilim insanları ya da sivil toplum örgütleri onlar adına konuşmuyor, gençler ve çocuklar kendi adlarına ve çok daha güçlü bir şekilde konuşuyorlar. Talepleri de olması gerektiği gibi, yani son derece radikal bir sistem değişikliği talep ediyorlar. Çocukları ve gençleri pışpışlamaya ve ciddiye almamaya alışmamış yaşlıların, özellikle de politikacıların ve yöneticilerin yakında pişman olacağını söyleyebiliriz. En azından bunu umuyorum yani.

“KAR YAĞIŞI GÖRMEMİZ MÜMKÜN DEĞİL”

Aşırı sıcakları hissettiğimiz, kış mevsiminde kar görmediğimiz için İstanbullular olarak biz de iklim krizini konuşmaya başladık. Tüm dünyada etkisini gösteren bu kriz, İstanbul'da nasıl bir ortam yaratıyor?

İstanbul Akdeniz havzasında bir kent. Akdeniz havzası dünyada iklim değişikliğinden kuraklık ve aşırı yağışlarla en ağır etkilenen bölgelerinden biri. İstanbul’da bizi bekleyen en önemli tehlikeler kısa vadede artan ölümcül sıcak dalgaları, kuraklığa bağlı içme ve kullanma suyu sıkıntısı ve aşırı yağışların, sellerin ve beklenmedik fırtınaların artışı. Orta ve uzun vadede buna deniz seviyelerinin yükselmesi nedeniyle meydana gelen tehlikeli fırtına dalgaları, deniz kıyılarındaki dolgu alanların, yolların ve parkların sular altında kalması eklenecek. Bundan böyle kış aylarında eskisi gibi kar yağışı görmemiz mümkün değil. Yağışlar da düzensizleşecek. Uzun kuraklıklara, bir anda şiddetli yağışlara, alışık olmadığımız kadar uzun ve yakıcı aşırı sıcaklarına maalesef alışacağız. Bundan böyle daha sık ve yıkıcı orman yangınları çıkacak. Ormanların içine sokulan yerleşimler daha büyük tehdit altında tabii, ama aynı zamanda İstanbul’un temiz hava kaynağını ve su kaynaklarının toplama havzalarını da kaybetmesi de söz konusu.

Son 20 yılı baz alıp konuşursak, iklim meselesinde neler değişti somut olarak? Yani eskiden neyi yaşıyorduk da şimdi yaşamıyoruz, ya da neleri yaşıyoruz?

Mevsimler eskisi gibi düzenli değil, uzun kuraklıklar ve aşırı yağışlar görülüyor, eskiden daha az ve daha az şiddetli görülen aşırı hava olaylarıyla her dakika karşılaşır hale geliyoruz; kasırgalar, aşırı sıcaklar gibi… Eskiden daha bölgesel gibi görünen iklim felaketleri bütün dünyaya yayıldı. Küresel ısınma 19. yüzyılın dönem ortalamasına kıyasla ölçülür. Daha 2015’te ısınma 1 dereceye ulaştığında şaşırmıştık. Aradan 5 yıl geçti, bugün 1,3 dereceden bahsediliyor. 2015’de yapılan Paris Anlaşması’nda aşılmaması gereken tehlikeli sınır olarak kabul edilen 1,5 dereceyi görmemize muhtemelen birkaç sene kaldı. Aynı şekilde birkaç yıl içinde kuzey kutup bölgesinin yazın tamamen buzdan arınmış açık okyanus olduğuna tanıklık edebiliriz. Eskiden bunun için en yakın tarih 2050 olarak tahmin edilirdi. Okyanus dibinden metan çıkışı ve Sibirya’daki donmuş toprağın erimesi de çok hızlandı. Bunların hepsi korkutucu bulgular. İklim değişikliği maalesef çığrından çıkıyor. Böyle giderse 2050’den çok önce 2 derece aşılacak ve ondan sonrasını kimse bilmiyor. İnsanların ve pek çok canlı türünün yaşamını sürdürmesi için fazlasıyla sıcak bir yeryüzüne doğru hızla gidiyoruz. Unutmayın ki insan türü bundan 1,5-2 derece sıcak, kutuplarından birindeki buzullar tamamen erimiş bir dünyada hiç yaşamadı. Başımıza neler geleceğini bilmiyoruz.

ASIL NEDEN KÜRESEL

İstanbul'da kentsel dönüşüm ve kent planlaması da lokal olarak hava şartlarını etkiliyor. Örneğin yüksek katlı binalar rüzgarın esmesini engelliyor. Bu konuda neler söylersiniz?

Küresel düzeydeki yıkımın karşısında bunlar küçük farklar yaratır. İklim değişikliğinin nedeni yüksek binalar, asfalt yollar, yeşilliklerin azalması veya şehirlerdeki ısı adaları değil. Nedeni küresel. Tabii giderek ısınan bir dünyada sıcak dalgalarının arttığı, aşırı sıcaklardan yaşanmaz hale gelen, sellerin ve fırtınaların vurduğu, kıyıların sular altında kalacağı bir İstanbul’da yaşamaya devam etmek için yapılmaması gereken her şeyi de yapıyoruz. Bu anlamda yüksek binalar, dere yataklarında yapılaşma, kalan son doğal ormanları ve tarım alanlarını yollara, havalimanlarına, Kanal İstanbul gibi saçma sapan projelere kurban etmek akıl kârı değil. İyice ısınan bir dünyada hâlâ biraz konforlu ve sağlıklı yaşamak için yeşil alanlarını artırmak ve bütün kente yaymak zorundasınız. Plazalar, AVM’ler yaparak, gökdelenler dikerek, asfalt dökülmemiş bir karış toprak bırakmayarak ve derelerin hepsini ıslah adı altında boruların içine alıp bütün kıyıları doldurarak iklim değişikliğine uyum sağlanmaz. Bunun adı maladaptasyondur, yani uyumsuzlaşma. İstanbul yıllardır bunu yaptı maalesef. Şimdi bu hataların hızla onarılması lazım.

Esas olarak küresel bir meseleden bahsediyoruz, ama iklim krizi konuşulurken sanki sorunun yanı başımızda olması gerekiyormuş gibi bir görüş hakim. Amazon Ormanlarındaki yangın, kutuplarda artan sıcaklık, ya da Kaz Dağlarındaki orman katliamı İstanbul'u nasıl etkiliyor?

İklim krizi küresel ama tabii etkilerinin ortaya çıkış biçimi yerel veya bölgesel. Bir yerde fırtına patlayınca o yeri etkiliyor, başka bir kıtayı değil. Sel İstanbul’un bir ilçesinde olup başka bir ilçesine yağmur bile düşmeyebilir mesela. Hatta sıcak dalgalarının tanımı bile yereldir. Bir yere alışıldık sıcaklıklar başka bir yerde öldürücü olabilir. Ama iklim sistemi küresel işliyor. Yani kuzey kutbunda aşırı sıcak nedeniyle atmosferin üst katmanlarındaki jet akımlarının şekli değişince bu bütün kuzey yarımkürede aşırı sıcaklara ya da aşırı soğuklara neden oluyor. Okyanusun yüzeyi fazla ısınınca binlerce kilometre ötede orman yangınları veya şiddetli kasırgalar görülebiliyor. İstanbul da küresel iklim sisteminin bir parçası. Sorunun küresel olduğunu ve bizim de parçası olduğumuz ekonomik tercihlerin, fosil yakıt kullanımının ve aşırı tüketimin iklim krizine neden olduğunu unutup kent ölçeğine sıkışıp kalmamız sorunun özünü kaçırmamıza neden olabilir.

DAHA DA KÖTÜYE GİDİYORUZ

Sizin gelecek öngörünüz nedir? Her geçen yıl daha da mı kötüye gidiyoruz?

Hem de fazlasıyla. Son birkaç yıldır iklim krizi tahminleri aşan bir hız kazandı. Muhtemelen 2020 tüm zamanların en sıcak yılı olacak ve kuzey kutbundaki yaz buzu tarihsel olarak en düşük seviyeye inecek. Atmosferdeki karbondioksit seviyesi son 5 milyon senenin rekorunu kırdı ve 10-15 sene içinde hiçbir zaman aşılmayacağı düşünülen 450 ppm sınırına geldiğimizi ve ısınmanın 1,5 dereceyi geçtiğini göreceğiz. Politikacıların iklim değişikliği çok önemli ama şimdi bununla ilgilenmenin sırası değil, daha önemli işlerimiz var ya da ülkenin kalkınması lazım demeye devam etmeleri insanlığa ve doğaya karşı suç. Bütün insanların sokağa dökülmesi, sadece çocuklarımız için değil, kendimiz için de yaşanabilir bir dünya kalması için acil ve radikal bir değişim için politikacıları zorlamamız gerekiyor. İstanbul işe iklim acil durumu ilan ederek başlayabilir.

İstanbul Kent Konseyi İklim Krizi Çalışma Grubu olarak yeni bir çalışma yaptınız. Sanırım bunu İBB’ye de ilettiniz. Bu çalışmanızdan da bahseder misiniz?

İstanbul Kent Konseyi’nde kurduğumuz İklim Krizi Çalışma Grubu olarak geçen haftalarda İBB’ye kapsamlı bir bilgi notu sunduk ve yerel yönetimlerin sıcak dalgalarına karşı Sıcak Uyarı Sistemleri geliştirmesini önerdik. Sıcak dalgaları özellikle önemli, çünkü iklim değişikliğinin en doğrudan, en fazla can kaybına neden olan, belli hastalıkları en çok tetikleyen, ancak aynı oranda da sessiz ve dikkat çekmeyen bir sonucu. Örneğin seller ve fırtınalar gözle görünür, kimliği belli can kayıplarına yol açarken, sıcak dalgalarından dolayı ölenlerin kim olduğu saptanamıyor, çünkü sıcak bir ölüm nedeni olarak kayıtlara girmiyor. Oysa aşırı sıcak günlerde İstanbul’da da yüzlerce insanın öldüğü bilimsel araştırmalarla gösterilmiş durumda. Bu nedenle İBB’nin ve bütün yerel yönetimlerin meteoroloji ve sağlık yetkilileriyle işbirliği halinde her yaz birkaç kez görülen ve her seferinde birkaç gün süren sıcak dalgaları öncesinde halkı uyarması, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar gibi risk gruplarının korunması için özel önlemler alması ve sıcak-sağlık eylem olanları hazırlaması lazım. İklim değişikliği nedeniyle sıcak dalgalarının sıklığı ve şiddeti giderek artarken, sıcağı artık görülmeyen bir tehlike olmaktan çıkarmamız gerekiyor.


ARŞİV