Ahmet Muhip Dıranas: Şiirler

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Ahmet Muhip Dıranas ile devam ediyor.

15 Haziran 2024 - 15:06

AHMET MUHİP DIRANAS (1909- 21 Haziran 1980)

1909 yılında Sinop'un Erfelek ilçesi Salı köyünde doğdu. İlkokulu Sinop’ta, ortaokul ve 1929'da liseyi Ankara Erkek Lisesi’nde tamamladı. Ankara Erkek Lisesi'nde Faruk Nâfiz Çamlıbel ile Ahmet Hamdi Tanpınar'ın öğrencisi oldu.

Ankara Hukuk Fakültesi’nde okurken fakülteyi yarıda bırakarak İstanbul’a geldi. Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne girdi, bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisi’nde kütüphane müdürlüğü yaptı. 1938’de Ankara’ya döndü. CHP Genel Merkezi’nde Halkevleri Kültür ve Sanat Yayınları’nı yönetti. Askerlik dönüşü Ankara’da Çocuk Esirgeme Kurumu yayın müdürü (1946-1949), kurum başkanı (1957-1960), daha sonra İş Bankası yönetim kurulu üyesi oldu. İlk şiiri Bir Kadına “Ankara Lisesi’nden Muhip Atalay” imzasıyla 1926’da Milli Mecmua’da yayınlandı. Dönemin çeşitli sanat dergilerinde şiir ve düzyazılar yayınlayan Dıranas Zafer gazetesinde de uzun yıllar günlük politik fıkralar yazdı. Cahit Sıtkı Tarancı’yla birlikte şiirde sese ve şekil mükemmelliğine önem verişi, Türkçede yeni bir şiir dili ve yapısı yaratmaya çalışması ile şiirimizde kendine sağlam bir yer edindi. 

Şiiri, “kelimelerle dördüncü bir boyut yaratma çabası” olarak tanımlayan Ahmet Muhip, nesnel dünyanın izlenime dayalı tasvirini yaparken dilin her türlü çağrışım imkânından yararlandı.

Tiyatro türünde de eser veren Dıranas bir süre Devlet Tiyatrosu edebi kurul başkanlığı görevini de yürüttü. Dıranas 21 Haziran 1980’de Ankara’da öldü. Vasiyeti üzerine Sinop'un Erfelek ilçesinin Salı Köyü'nde toprağa verildi.

Şairin Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan “Şiirler” kitabında yer alan şiirlerden birkaçını paylaşıyoruz.

 

SERENAD

Yeşil pencerenden bir gül at bana,

Işıklarla dolsun kalbimin içi.

Geldim işte mevsim gibi kapına

Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.

Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,

Ben aşkımla bahar getirdim sana;

Tozlu yollarından geçtiğim uzak

İklimden şarkılar getirdim sana.

Şeffaf damlalarla titreyen, ağır

Koncanın altında bükülmüş her sak.

Senin için dallardan süzülen ıtır,

Senin için karanfil, yasemin zambak…

Bir kuş sesi gelir dudaklarından;

Gözlerin, gönlümde açan nergisler.

Düşen öpüşlerdir dudaklarından

Mor akasyalarda ürperen seher.

Pencerenden bir gül attığın zaman

Işıkla dolacak kalbimin içi.

Geçiyorum mevsim gibi kapından

Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ…

 

HATIRA

Dün, bir gölge gibi geçti yanımdan

Oydu, bir bakışta tanıdım onu;

Rüyalarıma tayf halinde konan,

Peşime bir korku gibi düşen o.

Bazı bir yapraktı, bazı bir rüzgâr.

Dolardı aydınlık olup, odama.

Bahçemde süzülür giderdi bahar

Sabahının fecri vururken cama.

Ayakları kumda bırakmadan iz

Yanıma geldiği hep gecelerdi;

Sanki bir lahitten kalkar ve sessiz

Uzak bir maziye dönüp giderdi.

Bir avuç ışıktı incecik yüzü,

Gözleri geceler gibi derindi;

İçine başımın her an düştüğü

Avuçları sudan daha serindi.

Geçerken dün yoldan, ruhumu saran

Bir gölge halinde ve ağır ağır;

Tanıdım; o, yâdı hoş zamanlardan

Seven ve yaşayan bir hatıradır.

AYRILIŞ

Gün batıyor, gün batıyor,

Veda etsem hepinize.

Ufuk kanlı bir denize

Dönüyor, sizi bıraksam.

Gün batıyor, gün batıyor

Evimi, eşyamı, paramı

Nem varsa yaksam ve bir an

Kaybetsem kara bir duman

Arkasında hafızamı,

Koşsam, koşsam, koşsam, koşsam...

 

KÖPÜK

Oyun bitti ve her şey yerini buldu.

Akşamla ebedî kızlar anne oldu.

Aynalara bakma, aynalar fenalık;

Denizi, sonsuz olanı düşün artık.

Bir gün beni hatırlayabilirsin ancak,

Güzelsem soyabilirsin çırılçıplak;

Oradayım hep ben, orada, derinde,

Gemilerin ihtiyar köpüklerinde.

 

KAR

Kardır yağan üstümüze geceden,

Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,

Ormanın uğultusuyla birlikte

Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte

Kar yağıyor üstümüze, inceden.

Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,

Unutulmuş güzel şarkılar için

Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,

Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu’dan

Sesin nerde kaldı? Kar içindesin!

Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!

Uyandırmayın beni, uyanamam.

Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,

Allah aşkına, gök, deniz aşkına

Yağsın kar üstümüze buram buram...

Buğulandıkça yüzü her aynanın

Beyaz dokusunda bu saf rüyanın

Göğe uzanır -tek, tenha- bir kamış

Sırf unutmak için, unutmak ey kış!

Büyük yalnızlığını dünyanın.

 

FAHRİYE ABLA

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,

Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.

Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,

Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!

Hulyasındaki geniş aydınlığa gülen

Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla

Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,

Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;

Güneşin batmasına yakın saatlerde

Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.

Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;

Bahçende akasyalar açardı baharla

Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;

Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.

İçini gıcıklardı bütün erkeklerin

Altın bileziklerle dolu bileklerin.

Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;

Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.

Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,

En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.

Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,

Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?

Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;

Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.

Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!

 

GEÇEN GÜNLER

Günler geçiyor, günler;

Pişmanlığa sürgünler

Gibi geçiyor günler.

Birbiri ardı sıra

Dizilmişler yollara,

Birbiri ardı sıra;

Geçiyor pişmanlığa

Sürgünler gibi günler.

Dökerek ruhumuza

Kara sevgilerini

Günler, günler ve günler

İkiz kardeşler gibi,

Batan güneşler gibi,

Dağ, bulut, deniz, orman,

Yaz ve kış ortasından,

Birbiri arkasından...

Birbiri arkasından

Batan güneşler gibi,

Yelkovan ve akrebi

Döngüsünde durmadan,

Vuran kampanalarla

Geçiyor bütün günler,

Pişmanlığa sürgünler

Gibi günler ve günler...

 

BİTMEZ TÜKENMEZ CAN SIKINTISI

Bir bıçak saplı durur göğsünde,

Hangi su tasına uzansan boş;

Hangi pencereye koşarsan koş

Aynı siyah güneş gökyüzünde.

Aynı siyah güneş, aynı siyah,

Aynı susayış, aynı koşu, aynı...

Of... hep aynı şey, aynı şey, aynı şey,

Aynı, aynı, aynı, aynı, aynı...

 

KADAVRA

Bir gündü; yukarda gök, maviliğinde,

Aşağıda yer bolluk, kişi dirliğinde;

Doğanın insanla barıştığı bir gün.

Tam özgürdü kalbim, ne mutlu, ne üzgün.

Aylardan bir mayıs ayı mı, eylül mü,

Şu ilerdeki kırmızı, kan mı, gül mü...

Birden, nasıl oldu, n’oldu anlatamam:

Toplumundan hızla ayrılan bir adam,

Bir ceset fırlarcasına bir kabirden

Koptu yeryüzünden. Ben’im o, ben... birden

Ne eve sığar oldum sanki ne barka:

Bir irilmişim ki gökdelen baraka.

Daha kocamandım bir devden mutlaka;

Bir kolum garba uzanık, biri şarka,

Sanki masallık bir kuş; bir yeşil Anka

Gövdem! sanki bir su yürümüş bir arka,

Bir sel bu, ki dağdan taştan aka aka

Beni benden götürmede. Korka korka

Baktım boş gövdemin görüsüne, baka

Kaldım üç çizgimin yasıldığı ufka...

Bir kadavra orda, yeri göğü örten

Bir kadavra, çırılçıplak, tamtakır: ben.

Oysa ki eksilen nesne yok olumda

Ne tartıda, ne sevide, ne ölümde.

Ama gör ki ben ben değilim, ben başka...

Vah! uyup da güneşlerle dönen çarka

Yitiren yok mu özünü benden başka?

Böyle şey olur muymuş hiç, böyle şaka

Şu gövdemin bana ettiğine bak a:

Bir büyüdü, bir büyüdü düşe kalka.

İndi, yeryüzü kişiye dar, gök yuka.

Öyle kocaman ki giyeceği hırka

Ne makas var onu biçmeye, ne culka.

Gör ki düşer düşmez bu delice aşka

Aynalar da uçup kaçar halka halka.

Oysa, toprak cömert yine, sular diri

Tanrımızın yüzü güleç, talih iyi.

Yeryüzü halkının bahtı yâr bir günü,

Evrenle o binde bir olan düğünü,

Hayvanla, bitkiyle sarmaş dolaş bütün;

Bir donanma günü, bir şenlikti o gün,

Yıldızlar uçuşur, dönenir güneşler...

Ama, can? canım sularla gitti gider

Koyup ortada bu akçıl kadavrayı,

—Eyvah, eyvah!— yerlerden, göklerden ayrı.

 

ÇAĞRI

Orda bir kuş var, bir dalın ucunda,

Bir hava, pır pır, kavalın ucunda

Çağırmaktan hiç mi hiç usanmıyor.

Bir ötüş değil sanki düşen bir kor,

Kopmuş güneşten, hayalin ucunda

Geceye... gece kıpırtısız ve mor;

Ateş parçası ses, al’ın ucunda

Büyümekte hep... kimse uyanmıyor!

 

BÜYÜK OLSUN

Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun,

Deniz gibi, gökyüzü gibi her şey ve mahzun.

Seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce,

Âşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece.

Denizler yolculuğa çağırır durur da beni

Gitmem düşünerek geri döneceğim günü.

Ben büyük rüzgârları severim; büyük olsun

Aşkım da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzun.

İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı,

Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.

 

ŞEHRİN ÜSTÜNDEN GEÇEN BULUTLAR

Bakıp imreniyorum akınına

Şehrin üstünden geçen bulutların.

Belki gidiyorlardır yakınına

Rüyamızı kuşatan hudutların.

 

Evler, ağaçlar, sular, ben ve bu an

Sanki bulutlarla bir, akıyoruz;

Onların hevesine uyaraktan

Cenup ufuklarına bakıyoruz.

 

Biz de hafif olsaydık bir rüzgârdan,

Yer alsaydık şu bulut kervanında,

Güzel'e ve Yeni'ye doğru koşan

Bu sonrasız gidişin bir yanında;

 

Dağlara, denizlere, ovalara

Uzansaydık yağarak iplik iplik,

Tohumları susamış tarlalara

Bahar, gölge ve yağmur götürseydik.

 

Bakıp imreniyorum akınına

Şehrin üstünden uçan bulutların.

Gidiyor, gidiyorlar yakınına

Rüyamızı kuşatan hudutların.


 

 


ARŞİV