Ahmet Rasim- Şehir Mektupları

Ahmet Rasim’in “Şehir Mektupları” kitabından zevkle okuyacağınız iki kısa yazı

04 Şubat 2019 - 13:07

Gazete Kadıköy, yazarlarımızın, şairlerimizin eserlerinden küçük alıntılarla oluşacak bir “köşe” açtı. Amacımız, bir edebi seçki ya da güldeste hazırlamak değil. Edebi değerlendirmelerde bulunmak hiç değil. Yalnızca bir gazete köşesi ölçeğinde kalmak üzere geçmiş edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek. Bu vesileyle yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak.  Keyifle okuyabileceğiniz birbirinden farklı yazılar sunabileceğimizi umuyoruz.

AHMET RASİM (1864- Eylül 1932)

En acı olayları bile kendine özgü bir üslupla gülümseyerek ve gülümseterek anlatan Ahmet Rasim mutlakıyet, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerine tanıklık etmiş bir yazardır. 50 yılı bulan yazı hayatında roman, öykü, anı, fıkra, sohbet, biyografi, mektup, tarih alanlarında 40’ın üzerinde eser bıraktı. Aynı zamanda besteci de olan Ahmet Rasim güftelerinin çoğu kendine ait 60 kadar şarkı besteledi.

3. ve 4. Dönem TBMM’de İstanbul milletvekilliği yapan Rasim, İstanbul’un gündelik yaşayışını yansıtan fıkra, makale ve anılarında şehrin hem yazarı hem eleştirmeni, hem gurmesi, hem de seyircisi oldu.

Ahmet Rasim’in Üç Harf Yayıncılık tarafından basılan “Şehir Mektupları” kitabından iki kısa yazıyı sizlerle paylaşıyoruz.

ŞEHİR MEKTUPLARI

                                                      -97-

Muhterem okuyuculara!

Şu aşağıdaki şeylere inanmayınız: İdare memurlarının kasada para yok deyişlerine,

Gazetelerin birbirlerine atıp tutmalarına,

Köprü memurlarının görmemezliğe gelmelerine,

Tramvayların yarım saatte Şişli’ye gideceklerine,

Rumeli şimendiferlerinin ortalama hızını otuz kilometreye çıkaracaklarına,

Şirket-i Hayriye’nin vapur tariflerine,

Gümrükçülerin bu sene de para kazanmadık demelerine,

Terkos kumpanyasının uygun su sattığına,

İstanbul şehri aydınlatma şirketinin gaz saatlerine,

Doktor falanın boğaz hastalıklarında ihtisas sahibi olduğuna,

Kar ve çöplerin belediye arabaları tarafından kaldırıldığına,

Fırınların tam okka ekmek çıkardıklarına, Baba Yaver’in sofradan kalkarken doydum diye elhamdülillah demesine,

Yani Naili-i cedidin akval-ı hoş-ayende-i belahetnümasına,

Rejinin iyi tütün çıkaracağına,

Tömbeki rejisinin İsfahan’dır diye serdiği süprüntülere,

Andelîb-i hoş-elhânın bahardan evvel şakşakendaz-ı etraf olmayacağına,

Bu gidişle Osmanlı edebiyatında ilerleme olacağına,

Edebiyat-ı atika taraftarlarının fikirlerinden dönüp edebiyat-ı cedideye ve edebiyat-ı cedideperverlerinin mesleklerinden ayrılıp yeni edebiyat-ı cedideye meyledeceklerine,

Tramvay vardacılarının varda, savul manasına olan borularını öttürmeyeceklerine,

Arabacıların yokuş aşağıya koşturmayıp yokuş yukarı kolaylıkla çıkacaklarına.

Sabah eleştirmenin Malûmat adını eleştiri sütununda zikrederek adı geçen mecmua demeyip Malûmat gazetesi diyeceğine,

Bizde bir Osmanlı lugatının yapılıp tamamlanacağına,

Benim yazdığım şehir mektuplarına inanmayınız.

                                                                     -99-

Herkesin düşündüğü bir rahat hayat, herkesin istediği bir çeşit mutluluk vardır a. İşte ben bunu merak ediyorum. Kendi kendime:

-Hiç olmazsa on beş kişinin günlük endişelerini bilsem bana bir şehir mektubu çıkar diyordum. Çalışma ve gayrete neler mağlup olmaz ki ben de vicdani endişeme kavuşmayayım? İşte öğrenebildiklerimi aşağıda yazıyorum:

Tramvaycılar: Son postayı bitirir bitirmez uzun odalarda birkaç tane çakıp evde bir yatağa serilsem.

Tramvay vardacıları: Öttürdüğüm şu boruyu değiştirseler de bir çığırtma verseler.

Köprü memurları: Bir günlük hasılatı bana verseler rahat rahat saysam.

İşsiz bir muharrir: Öteki matbaadan beni alsalar da bu matbaanın ne kadar esrarı varsa cümlesini fâş etsem.

Gazetede direktörleri: Nasıl etsem de şu muharrirleri savsam, gazete kendi kendine çıksa, ayda yüzlerce lirayı ben alsam.

Gazete muhabirleri: Ah! Bir külhanbeyi çıkıp da birini ezse, parlasa, öldürse de ben duysam, sade bizim gazete yazsa.

Uşak: Ah! O yâr-ı dilârâm. O nev-reside-i bağ-ı emel, o nahl-ı bi-niyaz, o yosma endam, o peridereng-i fütur, sukutuyla o sengin dil-pesendi gönlümü hurdahaş eden, o yerdeki selamlarda, gökteki türablarda gezinecek kadar vakur ve hafif olan dilber benim olsa.

Şuarâ-yı atika: Keşke Fuzuli ben doğaydım.

Şuarâ-yi nim-atik: Hay mel’ün ilham! Bana bir (yerde olaydım) redifli gazel söyletmeden geldi geçti.

Şurâ-yı cedide: Koca Lamartin o mevc-i deryayı bi-girani nasıl söyletmiş! Ah ben de gülzar-ı hayalimde ne türlü şebnemler olduğunu tasvir etsem.

Yeni şuarâyı cedide: Oh! Hangi dest-i darbedar bozuk dediğimiz okkayı, ahenk denilen zırıltıyı, kafiye denilen pa-bendi üzerimizden kaldıracak. Sen mi? Yaşa! Çok yaşa ey bikr-i hiss-i na-şenide!

Hırsız: Nasıl? Nasıl? Bir makine bulup ele geçirsem de kimseye sezdirmeden, görünmeden, yakayı zaptiyeye vermeden istediğim yere girip çıksam.

Acemi edip: Ah! Bir kerre, ne olur bir kerre edebi gazetelerden biri beni meşhur edib diye yazsa.

Helvacılar: Aşağıda boş duran şeker çuvalları kendi kendine dolsa.

Kayıkçılar: Kâğıthane mevsimi bir gelse.

Eyüp vapurları: Karlı havalar esse de Ayvansaray önünde istirahat etsek.

4 ve 5 numaralar: Acaba bizim numaraları değiştirseler süratli gidebilir miyiz?

Baba Yaver Altı okkalığı bir şey değil ama on okkalık bir kuzu yesem mi yemesem mi?

Kızılcık Şurubuna kanamadım

Beni sevdiğine inanamadım

Zalim ne oldu usanamadım

Geçen yangında ben yanamadım

Mahalle beylerinden şair geçinenler, alın cevabını:

Penceresinden abanamadım

Derdine dildâr dayanamadım

İçim yanıyor misal-i hamam

İçinde fakat yıkanamadım

Hissi ve ince ve rakik ve yeni ve filozof şairler, siz de alın cevabınızı:

Ah kanamadım

Kızılcık dediğim uzunca sünbül

İnerse, durursa olup karanfül

Ben inanamadım

Aşk derler – o his ki bilmem

Ağlarım ama yaşımı silmem

Of usanamadım

Kalbi hamuma eylemek nisbet

Olursa da pek düşük ne hacet

İçinde ben yıkanamadım

Yeni alakaya düşenler: Ben onu seviyorum ah bir kere de o beni sevse. Bütün… bütün.. canımı veriridim ama hicran-ı müebbed olmasa.

Evde dayak yiyeceği düşünülen yaramazlar: Bu gece moruk eve gelmese, kocakarı da hastalansa.

Çalgıcılar: Bu gece biri düşse de mangiz çeksek.

Yeni Naili-i cedid: Elmayı armuda, armudu elmaya vursam acaba hangisinin çekirdeği badem olur?

Sıra bana geldi. Acaba ben ne düşünüyorum? Keşfedin bakıyım. Onu bir direktör bir de ben bilirim. Fakat siz de bilin:

Ben- Bir aylığı peşin alsam da o değdim taraflara bir süzülsem, iki hafta kadar dolaşsam.

 


ARŞİV