Arkadaş Z. Özger

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Arkadaş Z. Özger ile sürüyor

18 Eylül 2020 - 09:16

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Arkadaş Z. Özger ile devam ediyor.

Özger’in Ve Yayınevi’nden çıkan “Sakalsız bir Oğlanın Tragedyası” kitabında yer alan şiirlerden bir kaçını okurlarımızla paylaşıyoruz.

İyi okumalar.

ARKADAŞ Z. ÖZGER (8 Ocak 1948- 5 Mayıs 1973)

Asıl adı Zekâi Özger'dir. Şiirlerini Arkadaş Z. Özger adıyla yayımlayan şair, Selanik göçmeni işçi bir ailenin çocuğudur. Bursa Altıparmak İlkokulu, Bursa Osman Gazi Ortaokulu ve Bursa Atatürk Lisesi’nde okudu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. TRT'nin Ankara bürolarında çalıştı.

Yayımlanan ilk şiiri “Niye Kapalı Kapılarınız- Bulamıyoruz” oldu. Kent 16, Soyut, Forum, Papirüs, Yordam, Dost, Yansıma dergileri ile Ulus gazetesinin kültür-sanat sayfalarında şiir ve yazıları yayımlandı.

29 Nisan 1973 sabahı Ankara'da, sokakta ağır yaralı bir halde bulundu, kaldırıldığı Numune Hastanesi'nde 5 Mayıs 1973’te henüz 25 yaşındayken öldü. Beyin kanamasından öldüğü belirlendi. Arkadaşları ve ailesi beyin kanamasının nedeninin 24 Ocak 1971’de SBF yurduna yapılan polis baskınında maruz kaldığı işkenceye varan dayak ve bu sırada başına aldığı ağır darbeler olduğunu açıkladı. Ölümünün ardından şiirleri Tekin Sönmez tarafından Şiirler (Nadas Yayınları) adıyla kitaplaştırıldı. İkinci basımı Sevdadır (Mayıs Yayınları)  adıyla yapılan kitap daha sonra da bu adla yayımlanmaya devam etti. Şiirleri, şairin ölümünden kırk bir yıl sonra Ve Yayınevi tarafından Sakalsız bir Oğlanın Tragedyası adıyla yayımlandı.

Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası

charles chaplin bir savaşta yitirdim sakalımı

çıkmazlığın grev sesi umutlarımı vururken

yendirdim bıyıklarımı papağan kuşkulara

biraz elma şekeriyle kazıdım sakalımı

lohusa şerbetiyle kazıdım sakalımı

yanaklarım paprika lahmacun ister misiniz

al işte sana böyle yüze böyle güz

demeyin deseniz de sakal yok ya ucunda

bu güz vermedi tarla seneye bıyık kerim

ben ettim siz etmeyin sakal veririm size

iğne iplik elimde bıyık dikerim size

yanaklarım taşlıtarla kurabiye yer misiniz

Sayın bayan dursanıza gözünüze kuş kaçmış
bu bıyık hiç gitmemiş sesinizin rengine
sakalınız uzamış inmiş ta belinize
at kuyruğu yapınız ya da örgüleyiniz
kedinizin bıyığını usturayla kesiniz
          yanaklarım bileytaşı ispirto sever misiniz

yoksul ve utangaç bir müşteriyim ben

sizde güneş bulunur mu biraz/kaktüs alıcam

saksılarım yeşersin üç beş bulut verin de

çok üşüdü güneşten şizofreni olucak

çabuk olun lütfen dikenleri solucak

yanaklarım gobi çölü soğuk su içer misiniz

yüzüm eski bir artist yaşlandıkça shirley temple

elimde bir baş soğan bir baş sarımsak

ah ne kadar şakacısınız hiç hamlet oynamadınız mı

olmak ya da olmamak bütün sorun bu

yanaklarım yul bryner şimşir tarak ister misiniz

Günler Perişan

yırtarak geçiyor kalbimizden
hayatı da törpüleyen zaman

şuramızda birşey var
acıya benzer
umuda benzer
böyle günlerde hayat
hem acıya, hem acıya benzer


gün ölümle başlatıyor hayatı
her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor
her sabah ölümü anlatıyor gazeteler
sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf
yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme
beynim sabırla keskin
iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını
bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir
gelirse de bilinir nerden ve nasıl
böyle ölümün yücedir adı
ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası
çünki ölümün kanıdır besleyen
bir başka baharın tohumlarını
şuramızda birşey var
bizi onduran şey
acıya saran
umudu kuşatan

kalbim: kalbim mi desem
var kalbim: yaşayan ben
hayatla ölümle cinayetle
gazetelerde, radyolarda, eski üniversitelilerde
eski prof hocalarla
yaşayan ben: geç mi kaldık/kabul edemem
ah benim sevgili annem
oğlunda elbet yurtseverden
birgün bırakırda sizi yüzüstü
yüzüstü değil: elbette bizüstü
bırakır da: kötü sarmaşıkları, yaban güllerini
bırakır da: sekizyüzlük hırtları, şunları, bunları
giriverir senin sıcacık kucağına
yani hem sana karşı, hem senin için
giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına
ölüm mü dedim annem
ölüm senin gibi güzel annelerin
senin gibi güzel çocuklar feda etmiş
o tarih atlasında
bir kırmızı gül olur ancak
koksun diye çocukların bahçesi

şuramızda, tam şuramızda
kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da

bizi yaşatan

günler perişan

işte bir bir kırıyorlar dalıylan
yeryüzünün olgunlaşan meyvelerini
çünki biliyorlar vakit dar
oysa dalları kırılmayan ölür mü sonsuz ağaç
hayatı pekiştiren kökümüz var
dünyayı emeğe kazandırmak için
hayata ve ölüme sonsuz bir anlam veren
kanağacına sözümüz mü var

biz şimdi gidiyoruz gibi ya dostlar
birgün döneriz elbet
acısız, adsız

ölümsuyu sürünün
sürünün ölümsuyu
bir ölü bir dirinin kanıdır
besler hayatsuyu

şuramızda, tam şuramızda
tarihe nasıl anlatsam

ey anneleri korkutan
bizi yaşatan kan

günler perişan

Aşkla Sana

alnını

dağ ateşiyle ısıtan

yüzünü

kanla yıkayan dostum

senin

uyurken dudağında gülümseyen bordo gül

benim kalbimi harmanlayan isyan olsun

şimdi dingin gövdende

uğultuyla büyüyen sessizlik

birgün benim elimde

patlamaya sabırsız mavzer olsun

başını omzuma yasla

göğsümde taşıyayım seni

gövdem gövdene can olsun

söyle bana ey

ölümün açıklayıcı pervanesi

hangi yavru tek başına yiğittir

hangi yangın bir başına söndürülür

ah herkes susuyor

hiçkimse bilmiyor içimin yangınını

ah herkes mi susuyor

kalbimi kalbine bağladım dostum

ah herkes mi susuyor

kalbi kalbimize benzeyen dostlar

bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya

hayatın ateş renkli kelebekleri

bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için

ah herkes mi susuyor

bağırsam içimdeki dehşeti

hırsım deler mi toprağı

beni

acısıyla onduran

dostumu

aşkla vurduran hayat

sana

yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım

dünyanın yeni baharına

çatlarken kadim güneş

bağrım delinirken fidanların kanıyla

anamın doğurgan karnıdır diye

sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye

dostumun üretken gülüdür diye

sana bağlandım

sana sarıldım

beni umutsuz koma

tarihle avutma beni

çünki aşkla sınanmışım sana

sana yangınla, suyla, ateşle

ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım

ey yaşarken kanayan acı

şimşekli gök, tufan, kan fırtınası

uçurum kıyısında hızla büyüyen ot

yapraksız bir ölümün anısı için

körpecik kuzuların derisi için

beni tarihle avutma

umutsuz koma beni

akıtsam deliren sevdamı

köpürür mü hayatı besleyen su

ey benim

yedi başlı kartalım

her başını

bir dağ başlangıcında koyanım

senin

böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir

bizim aşkımızı solduranların korkusu

çünki elbette bir su

kendi akacağı toprağın sertliğini bilir

ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak

artık ırmak mı ne denir

işte devrim

ona benzer bir akışın hızına denir

yarın ne olur bilirim ben

bahar gelir, otlar büyür

ölüm de yapraklanır

bir dağ bulur uzun uzun bakarım

bir çam ağacı gölgesi

güzel kokular veren

bir damla güneş görünce

sana da gülümseyeceğim yarın

şimdi senin uzanıp yattığın otlarda

yarın yeni bir yeşillik büyüyecek

Pencere

pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı

pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü

Pencereyi aç
soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
Kokusu hayatı yıkasın diye

Pencereyi aç
sesin sarsın dünyayı
duyulur elbet ta ötelerden
Yürek kendini tanır

Sığıntı Kuşu

akşam
hüznümün soluk aynası
vurdukça yüreğime kanım oynaşır
derinleşir acısı parmakuçlarımın
kırmızı bir ölümü görmüş gibi
kanarım.

yoruldum
değiştirmekten kanını yüreğimin
hergün yeniden başlayan
çığırtkan bir şarkıyı söylemekten
hergün
yeni bir şarkı bestelemekten

ben hüznün
ben gölgemin kiracısı
yeni bir ev değiştirmekten.-

hergün
gövdemle büyüyen hüznümle
kimselerden habersiz eskiyen yüreğimin
dinlemiyorlar
dinlemiyorlar şarkısını oy

sustukça çoğalıyor tekliğim


ah benim sıska yüreğim
ah benim kimselere söz geçiremez yüreğim
ah benim
neyim kaldı elimde
ah benim
üreyemiyorum kendime

böyle niye beni
biraz yankı biraz karıncayken
şimdi eski bir enosis düşlerim
kendimi koparıyorum kendimden
yetişemiyorum.

tekliğim
yorgun ve kanadı kırık kuştur
hüznün yapraklarında gölgelendiği
kim koparır dalından
ağzı açık bir gülü
kırmızı bir ölümü görmüş gibi
kanarım.

yoruldum
değiştirmekten kanını yüreğimin
ne zaman bitecek
bu hüzün.


ARŞİV