AYALA MALACH PINES (19 Temmuz 1945- 23 Eylül 2012)
1945’te Kırgizistan’da doğdu. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde psikoloji okudu. Klinik, sosyal ve endüstriyel psikoloji alanlarında uzmanlaşan Pines, Boston Üniversitesi’nde doktora ve profesörlük derecelerini aldı. Uzun yıllar İsrail’deki Ben-Gurion Üniversitesi’nin İdari Bilimler Fakültesi’nin İşletme bölüm başkanı olarak görev yaptı. Akademik kariyerinin yanı sıra ABD ve İsrail’de çift terapisti olarak çalışan Pines, 2012’de hayatını kaybetti. Fransızca, Almanca, İspanyolca, Macarca, Lehçe, Yunanca, Türkçe, Korece, Japonca, Çince ve İbranice gibi pek çok dile çevrilen kitaplarından bazıları şunlardır: Romantic Jealousy: The Shadow of Love (Aşk ve Kıskançlık, Okuyan Us Yayınları, 2005), Career Burnout: Causes and Cures (Elliot Aronson’la birlikte), Career Choice in Management and Entrepreneurship: A Research Companion (Mustafa F. Özbilgin’le birlikte), Falling in Love - Why We Choose The Lovers We Choose (Âşık Olmak - Sevgililerimizi Neye Göre Seçeriz?, İletişim Yayınları, 2010), Couple Burnout. Causes and Cures (Çiftlerde Tükenmişlik, Sebepleri ve Çözümleri, İletişim Yayınları, 2017)
Pines’in İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Âşık Olmak/ Sevgililerimizi Neye Göre Seçeriz? İsimli kitabından kısa bölümler paylaşıyoruz.
ÂŞIK OLMAK/ Sevgililerimizi Neye Göre Seçeriz?
Aşkı kıvılcımlandıran nedir? Neden bir kişi o ateşi tutuşturur da, ondan daha uygun görünen bir başkası tutuşturmaz? İnsanlar tarih boyunca aşk iksirlerine, büyülere, dualara, cadılara ve efsunculara başvurarak aşkın esrarını çözmeye ve denetlemeye çalıştılar. Âşık olmanın çoğu kişinin yaşamındaki duygusal açıdan en yoğun, en coşkulu, en heyecanlı, en önemli deneyimlerden biri olduğu göz önünde bulundurulursa, bu hiç de şaşırtıcı değil. Alan Watts, âşık olmayı, mistik bir hayal görmeye benzeyen "ilahi bir çılgınlık" olarak tanımlıyor.
(…)
Çiftler, aradan yıllar geçmiş olsa bile birbirlerine nasıl âşık olduklarını en küçük ayrıntısına kadar anlatabiliyor. Bazen, nadir de olsa, ilk görüşte âşık olunuyor.2 Çoğunlukla aşk, uzun bir arkadaşlıktan sonra filizleniyor. Romantik çekimi kıvılcımlandıran, kimi zaman sevgilinin dış görünüşü, kimi zamansa muhteşem, sevilesi mizacı ya da iki kişiyi derinden etkileyen ortak bir deneyim oluyor. Hoşlanma doyurucu bir aşka, bir bağlılığa evrilebildiği gibi, yıkıcı, ıstıraplı bir ilişkiye de dönüşebiliyor. Kimi zamansa inceldiği yerden kopuyor. İşte o zaman kafamız karışıyor. Madem ortada sevecek bir şey yoktu, “Ben nasıl oldu da gidip bu değmez insana âşık oldum?” Kaçınılmaz yanıtımız şu: “Aşk gözümü kör etmişti." Yaramaz melek Cupido'nun masum kurbanlarına rasgele aşk oku fırlattığına inanan Romalılar gibi, pek çoğumuz aşkın rastlantısallığına inanıyoruz.
Görünen o ki, hem gerçek hem de mecazi anlamda vuruluyoruz.
(…)
Mevcut kuram ve araştırmalar, kendi araştırmalarım ve yıllara dayanan klinik çalışmalar sonucu, aşkın gözü kör müdür sorusunun yanıtının kesinlikle “Hayır!” olduğuna karar verdim. Bu kitapta tesadüfen ya da kazara âşık olmadığımızı, aksine gerek bilinçli gerek bilinçdışı yollarla kime âşık olacağımızı dikkatle seçtiğimizi göstermeye çalışıyorum. Sevgililerimizi nasıl ve neden seçtiğimizi bulmaya gayret ediyorum. Bu sorular tartışıldıkça, bize “yanlış” gibi görünen kararları neden bu kadar sık aldığımız da açıklığa kavuşuyor. Ancak kavramak ve anlamak yeterli değil. Bu nedenle kitabın son kısmında bu tür hataları bireysel ve ortak gelişim fırsatlarına çevirmeye yönelik adımlar öneriliyor. Aşkı arayanlar içinse kitabın her bölümünde somut ipuçları bulunuyor.,
(Syf 14-16)
Aşk, bir toplumsal kurgudur. Toplumların aşkın doğasına dair anlayışları farklıdır; farklı devirlerin kültürleri de aşkı farklı şekillerde tanımlar. Örneğin kimi devirlerde cinsel bir tarafı olması gerektiği düşünülen romantik aşk, başka devirlerde yüce ve aseksüel bir deneyim olarak tanımlanır. Romantik aşk, yaşamın başlangıcından bu yana diğer aşk türleri arasındaki saltanatını kaybetmese de, evlilik için temel teşkil etme görevine son yıllarda terfi etmiştir. Aşkın evlilik için yeterince sağlam bir temel oluşturacağına ve evlilik boyu süreceğine dair ev rensel bir umut söz konusudur.
(…)
Romantik aşk, kendimizden daha büyük bir şeyle bağlantı kurmamızı sağlayan kişilerarası bir deneyimdir.
(Syf 30-31)
İnsanların içinde romantik aşka dair çok büyük beklentiler yaratan bir kültürde yaşıyoruz. Hepimizin aşina olduğu,” ilk görüşte aşk”, bir elmanın yarısı, “birbiri içi yaratılmışlar” gibi ifadeler, romantik aşktan ve aşık olma deneyiminden çok şey beklememize yol açıyor. Romantik filmler, kitaplar ve büyük aşklarla ilgili efsaneler, bu beklentilerin oluşmasına yardımcı oluyor.
(Syf 70)
Güzel olanın iyi olduğunu, çekici insanların olumlu özelliklere sahip olduğunu, çekici erkeklerin daha erkeksi, çekici kadınlarınsa daha dişi olduğunu varsayarız. Onları hem cinsellik, hem romans, hem evlilik için daha arzulanır eşler olarak görür; heyecan verici, seksi, ilginç, güvenli, huzurlu, sıcak, akıllı, güçlü, cömert, açık, verici, hoş, kibar, alçakgönüllü, duyarlı, cana yakın, dengeli ve ölçülü buluruz. Hem toplumsal hem profesyonel açıdan unlu ve başarılı olmalarını; evliliklerinin mutlu, hayatlarının dopdolu ve heyecanlı olmasını bekleriz. İşin iç yüzü öyle çıkmayınca da şaşırıp düş kırıklığına uğrarız.
Güzelliğe yönelik bu olumlu önyargı insanların güzel bebeklerle, çocuklara karşı tutumlarında bile görülür.
(Syf 79-80)
Peki bizi bir romantik eşe çeken özellikler nelerdir?
Bizi bir romantik eşe çeken kişilik özellikleri içinde hem erkekler hem de kadınlar tarafından en çok anılanlar, iyilik, cana yakınlık ve mizah anlayışı olmuştur. Erkekler tarafından birkaç kez anılan özellikler, konuşma kolaylığı, anlayışlılık, sıcaklık, tatlılık, akıllılık, enerjiklik, komiklik, özgüven ve sakinliktir. Kadınlar tarafından birkaç kez anılan özelliklerse, uyumluluk, duyarlılık ve zekâdır.
Buradan çıkan sonuç, bize kendimizi iyi hissettiren, sıcak, duyarlı, komik kişilere çekim duyduğumuzdur.
(Syf 93)
Şimdiye kadar hep sevgilinin kişiliği üzerinde durduk. Ya sevenin kişiliği? Kimilerimizin aşka daha açık ve yakın ilişkilerde daha rahat olmasını sağlayan nedir? Eric Erikson, gerçekten yakın ilişkiler kurabilmek için, kendimize dair çok derin bir kavrayış sahibi olmamız ve kendimizi çok iyi tanımamız gerektiğini öne sürmüştür. Kişilerin özkimlikleriyle ilişkilerindeki yakınlık durumlarını karşılaştıran bir araştırma, Erikson’ın haklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Kişinin benlik duygusu kadar güçlüyse, yakınlaşma becerisi de o kadar büyüktür.
Kimlik duygusu gelişmemiş kişiler, ilişkinin içinde kendilerini kaybetmekten korktukları için yakınlıktan çekinirler. Bu kişiler aşık olduğunda, hisleri olağanüstü derecede yoğun ve boğucu olur ve saplantılı, gelgitli aşklar yaşanır.
(…)
Sevebilmek için, önce kendimizi sevmemiz ve sevilebileceğimize inanmazı gerekir.
Sevme yetisiyle ilgili bir diğer kişilik boyutu da özgerçekleştirmedir. Özgerçekleştirme, bir kişinin kendini, doğal yeteneklerini ve becerilerini geliştirmeye yönelik süreli çabasıdır.
(…)
Özgüven ve özgerçekleştirme, insanların sevme biçimlerini de etkiler. Tam bir benlik duygusuna sahip olmayan ve kendini gerçekleştirmemiş, güvensiz kişiler, aşkta oyun oynamaya ve samimiyet düzeyi düşük, çatışma düzeyi yüksek ilişkiler yaşamaya daha yatkındır. Sağlam bir benlik duygusu olan kişiler özgüven sahibi ve kendini gerçekleştirmiş kişilerdir ve bencil olmayan, romantik sevme biçimleri sergilerler. İlişkileri de genellikle hayli samimidir.
(Syf 100-102)
Âşık olduğunuz zaman ne hissediyor, nasıl davranıyorsunuz? Kendinize ve size sunulan aşka güveniyor musunuz? Yakınlaşmaktan kaçınıyor musunuz? Kaçınıyorsanız, yakın bir ilişki içinde olmamanızın nedeni bu mu, yoksa gerçekten etrafınızda uygun aday mı yok? Bir ilişkiye girmek için yanıp tutuşuyor, ancak kaygı ve kararsızlıklarınızla eş adaylarını korkutup kaçırıyor musunuz? Bağlanma kuramının meyvesi olan bütün öngörülerin ve araştırmaların ışığında, benlik kavramımızın ve özgüvenimizin sevgiyi verme ve alma becerimizi etkilediği ortadadır. Daha eski bir araştırmada, en sık âşık olan gençlerin daha özgüvenli ve daha az savunmacı olduğu ortaya çıkmıştır.
(…)
Benlik duygusu gelişmemiş kişiler, ilişkinin içinde kaybolmaktan korktukları için yakınlıktan kaçınırlar. Bu kaygıları da yersiz değildir. Âşık olduklarında aşkları o kadar güçlü olur ki, genellikle onları ele geçirip yaşamlarının ana odağı haline gelir. Bu da kompülsif, yıkıcı, umutsuz bir aşkı doğurur.
Özgüven daima aşka daha açık olmak anlamına gelir mi? Hayır. Yüksek özgüven, beraberinde uygun bir sevgiliye dair yüksek beklentileri ve standartları da getirir.
(Syf 218-219)
Çocukken bize gösterilen veya bizden esirgenen sevgi konusunda elimizden fazla bir şey gelmese de, yetişkin olarak bağlanma tarzları ve bu tarzların yakın ilişkileri nasıl etkilediği konusunda bilinçlenmek bizim elimizdedir.
Sevme ve sevilme kabiliyetinizden memnun musunuz? Yakın ilişkileriniz samimi ve tatminkâr mı? Yoksa hayatınız boyunca umutsuzca yakın bir ilişki mi aradınız? İnsanlarla yakınlaşmaktan kaçındınız mı? Yakın bir ilişki için yanıp tutuştuğunuz halde, duygularınızın yoğunluğu yüzünden eş adaylarını korkutup kaçırdınız mı? Yıllarca boş yere uygun kişiyi aradığınız için suçu eşlerinize atmak veya “uygun aday yok" bahanesine sığınmak yerine, aşk arıyorsanız, farkındalık ışığını kendinize tutarak, aşk hayatınızın sorumluluğunu üstlenebilirsiniz. Bunun yolu, genel olarak insanlara, özel olarak da eş adaylarına neden öyle davrandığınızı anlamaktan geçer. Bunu kendi başınıza yapamadığınız takdirde profesyonel yardım almayı düşünebilirsiniz. Farkındalık hayatınızı anında değiştirmeyebilir; ancak doğru yolda atılmış önemli bir adımdır.
(Syf 229)
Tekrar tekrar âşık oldukları insan tipinde bir terslik olduğunu sezen ve bundan rahatsız olan okurlarım, sorunun kaynağının kendilerinde ya da daha doğrusu bilinçdışı romantik seçimlerinde olma olasılığı üzerinde durabilirler. Bu, yakın ilişkilerinde yaşadıkları sorunların her zaman kendilerinden kaynaklandığı anlamına gelmez. Ne de olsa romantik seçimlerin esas nedenleri, denetimleri dışındaki erken çocukluk deneyimlerinde gizlidir. Ancak aynı nedenle, sorunlar yalnız romantik eşlerinin hatası da değildir.
Bilinçli olmasalar da, romantik seçimlerimizden biz sorumluyuz. Kral Oidipus, hayatının son günlerinde, babasını öldürüp annesiyle evlenmek kendi hatası olmadığı halde, yaptıklarından kendisinin sorumlu olduğunu anlamıştı. Biz de, suç bizde olmasa bile romantik seçimlerimizin tüm sorumluluğunu üstlenmeliyiz. Sorumluluk almak daima tavsiye edilen bir stratejidir, çünkü olumlu değişimler doğurmakta suçu eşe atmaktan çok daha etkindir. Romantik çekim şifremizi kırdığımız zaman hangi senaryoya uyacağımızı, hangisi değiştireceğimizi biz belirleyebiliriz.
(Syf 250-251)