Bedri Rahmi Eyüboğlu: Bir Garip Kişi

Gazete Kadıköy, bu sayısından başlayarak okuyuculara yazarlarımızın, şairlerimizin eserlerinden küçük alıntılarla oluşacak bir “köşe” açıyor...

29 Haziran 2018 - 13:28

Amacımız, bir edebi seçki ya da güldeste hazırlamak değil. Edebi değerlendirmelerde bulunmak hiç değil. Yalnızca bir gazete köşesi ölçeğinde kalmak üzere, geçmiş edebiyat hayatından bazı ilginç satırlarla hatırlayıp bellek tazelemek. Bu vesileyle yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmaktır. Sizlere keyifle okuyabileceğiniz birbirinden farklı yazılar sunabileceğimizi umuyoruz.

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU (1913-1975)

Ressam, şair yazar Eyüboğlu’nun sanat, sanatçılar, eğitim ve kültür sorunları üzerine çok sayıda yazısı bulunmaktadır. 1934’ten 1975’te ölümüne kadar Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümünde mesleklerinde başarılı olacak çok sayıda değerli ressamın hocalığını yapan Eyüboğlu gerek resim, gerek yazı ve şiir alanında çok eser vermiş doğurgan bir yaratıcıydı. Eyüboğlu’nun Bilgi Yayınevi’nce yayımlanan Delifişek kitabının 1975’teki ilk basımından meslektaşı,  Fikret Mualla’yı anlatan “Bir Garip Kişi” yazısından bir bölümü (s. 68-70) Gazete Kadıköy okurları için seçtik.

BİR GARİP KİŞİ

Suadiye’deki plaj gazinosu yeni açılmış, mevsiminin plajı, gazinosunun en civcivli günlerinden biri. Şort modası, çeşitli deniz kıyafetleri kıyılara yeni yeni dökülmeye başlamış. Gazinoda, öğle yemeğini de her masa bir telden çalıyor. O zamanlar pek alışık olmadığımız, deniz kıyafetlerinin en tuhaflarını ecnebiler teşhir etmekte… Derken bunların hiç birisine benzemeyen bir müşteri peyda oluyor. Başında ensesine yığılmış kocaman kenarlı bir Vagner beresi üstünden acayip bir pardösü! Parlak lacivert bir kumaştan. Yakası yok. Yaka yerine tam gırtlak hizasından, topuklara kadar asker adımlarıyla inen bir sıra parlak düğme. Ayaklarında görülmedik sandallar. Ha ağzında da kocaman bir puro sigarası. Müşteri evvela Almanca bir şeyler söylüyor, garsonun Almanca bilmediğini görünce Fransızca müthiş bir yemek listesi döktürüyor. Havyarından tutun da balıkla etle içilecek şarabın çeşidine kadar. Yemekten evvel biraz çerezle birkaç kadeh viski münasip görülüyor. Sonra müthiş bir yemek faslıdır başlıyor.

Öteki müşteriler çoktan yemeğini bitirmiş, ötede beride kestirmeye başlamışlar. Ama bizimki hala peynirle üstünde bazı fikirler atıyor ortaya. İkindi güneşiyle birlikte kahve ve hesap listesi gelmiş dikilmiş. Müthiş bir yekûn. Krallara prenslere yaraşan bir rakam. Garson korka korka listeyi masanın görünür bir tarafına koymaya çalışırken müşteri elinin tersiyle listeyi itmiş garsonu da sinek kovar gibi kovmuş. Garsonu bir telaştır almış. Tekrar listeyi yerine yerleştirince müşteri kızmış, listeyi aldığı gibi parça parça edip garsonun yüzüne fırlatmış. Neye uğradığını şaşıran garson hesap listesinin parçalarını toplamaya çalışırken, müşteri bir gülmedir tutturmuş. Sonra etrafını saran garsonlara;
   ‘‘Beş param yok!’’ demiş çıkmış işin içinden.

Durumu gazinonun müdürü incelemiş, beğenmemiş, kalkmış müşteriyi sigaya çekmeye başlamış:
   ‘‘Ne demek istiyorsunuz?’’
   ‘‘Hiç! Param yok diyorum.’’
   ‘‘Peki paran yoksa ne diye gazinoya geliyorsun?’’
   ‘‘İki gündür açtım da ondan.’’
   ‘‘Peki parası olmayan adam viski ile havyar mı ısmarlar? Peynir ekmek nene yetmezdi?’’
   ‘‘Öteden beri bayılırım, havyara da viskiye de, hem ölmüş eşek kurttan korkmaz ki!. Hah.. Hah!.’’
   ‘‘Ya, öyle mi? Soyun şu münasebetsizi. Nesi var nesi yok sırtından alın da aklı başına gelsin.’’
   Garsonlar yağlı müşterinin üzerine atılıyorlar. O hiç telaş etmeden, bir iskemlenin üstüne çıkıyor, bir Cirano edasıyla etrafını sarsan meraklıları selamlıyor. İçtiği viski, siyahlı beyazlı şaraplar boşa gitmemiş olacak. Mükemmel bir aktör gibi rol kesiyor.
   ‘‘Para istediniz, yok, dedim. Elbise, çamaşır isteseydiniz, daha çabuk anlaşırdık. Patron nesi var, nesi yok alın diyor.’’
   Sonra bir kahkaha, arkasından,
        Kışlanın önünde redif sesi var,
        Bakın çantasında acep nesi var,
        Bir çift kundurayla bir de fesi var
diyerek, evvela beresini garsonlara atıyor, sonra acayip sandallarını teslim ederken,
   ‘‘Varımız bir bu pardösüden ibaret’’ diyor,
   ‘‘yoğumuza gelince…’’
       Meraklılar hep bir ağızdan,
   ‘‘Aaaaaaa!..’’ diye bağrışarak kaçışmaya başlıyorlar. Müşteri, yoğumuza gelince diyerek iliklenmiş düğmeleri çözerken, pardösünün altında en masum çamaşırlardan hiçbirisinin bulunmadığını gören patron,
   ‘‘Tuh! Allah kahretsin,’’ diyor.
   Derken meraklılar arasından yürek parçalayıcı bir çocuk sesi yükseliyor:
   ‘‘Anne, anneciğim, koş imdada, bizim hocamızı soyuyorlar.  Ne ayıp şey Anneciğim ne olursun kurtar onu. O bizim mektepte hocamızdı.’’
Patronun karısı duruma el koyuyor. Cılız bir vücudun yarısını ortaya çıkaran parlak düğmelerin çözülmesine son veriliyor. Komedi havası drama dönüyor. Ağlayan çocuk annesini zorla sahneye getiriyor. Hesabını ödemediği için işkenceye tutulan müşterinin Ressam Fikret Mualla olduğunu, birkaç sene evvel Galatasaray’da resim hocalığı yaptığını ispat ediyor. Patronun karısı da resim yaparmış. Bir ara akademiye yazılmış. O da Fikret’i hatırlıyor. Beresini, sandallarını garsonlar elleriyle giydiriyorlar. Ve bir rivayete göre Fikret Mualla, kırk gün kırk gece Plaj Gazinosunda ağırlanıyor. Kendi rivayetine göre sandalda, bana bu sahneyi anlatan gazino sahiplerine göre de emrine verilen kulübede mükemmel bir yaz geçiriyor…

 


ARŞİV