BEHÇET AYSAN (1949- 2 Temmuz 1993)
Tam adı Sefa Behçet Aysan’dır. Şair Edip Aysan’ın oğlu, şair Eren Aysan’ın babasıdır. Ortaöğrenimini Selimiye Askeri Ortaokulu ile Kuleli Askeri Lisesinde (1967) tamamladı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Tıp Fakültesi öğrencisi iken 12 Mart döneminde (1972) Ceza Yasasının 141. maddesine aykırı eylemde bulunduğu gerekçesiyle tutuklandı ve birkaç yıl öğrenimine ara vermek zorunda kaldı. Cezaevinden çıkınca Türk Haberler Ajansı ve Yankı dergisinde gece sekreterliği yaptı, çeşitli işlerde çalıştı. Fakülteyi bitirince Ankara Numune Hastanesi Psikiyatri Bölümünde uzmanlık eğitimi görerek (1984) ruh ve sinir hastalıkları uzmanı oldu. Hekim olarak İzmit ve Ankara’da çalıştı.
Aysan'ın ilk şiiri 1979 yılında Türk Dili dergisinde yayımlandı. Daha sonra şiirleri, Varlık, Milliyet Sanat, Hürriyet Gösteri, Yazko, Yarın, Yeni Düşün, Sanat Rehberi'nde okur karşısına çıktı. İlk kitabı Karşı Gece, 1983 yılında yayımlandı. Aşk, keder, ayrılık, ölüm, karamsarlık, kaçış, tabiat gibi bireysel temaları, toplumsal sorunlarla harmanlayarak işleyen şair, Sesler ve Küller (1984) ile Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü'nü; Eylül (1987) ile Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü'nü; Deniz Feneri (1987) ile de Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü'nü kazandı.
2 Temmuz 1993'te konuşmacı olarak davet edildiği Sivas Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında katledildiğinde henüz 44 yaşındaydı.
Sivas katliamında yakılarak öldürülen 37 aydından biri olan Behçet Aysan’ın Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlanan toplu şiirlerini içeren Düello kitabından birkaç şiiri anısına saygıyla paylaşıyoruz.
BİR EFLATUN ÖLÜM
kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim
sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım
git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım
ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.
aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım
belki
sararmış
eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.
bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.
SEVMEYİ UNUTANLAR İÇİN
sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler
yalan her şey gibi
aşklarınız da.
yaşamı ölüm
diye anlatıyorlar size
yalanı gerçek diye.
ne leylakların
tomurundan
haberiniz var
ne önünüzden
kara bir tabut
gibi geçen geceden.
sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler
yalan aşklarınız
da
AYNA..!
kırılınca bir büyük ayna
şarkılar da yarım kaldı
büyü bozuldu, durdu saatler
suda suretimiz asılı kaldı.
yoktu, şehirler gezdim ülkeler
düşlerim sahipsiz kaldı
ve şimdi kim bilir nerdeler
gül güle değdi solmuş kaldı.
anıları öğütür değirmenler
bir aşk söyleyin ki bana
daha başlarken öl demeler.
kırılınca bir büyük ayna
aşk bitti şarkılar yarım.
AŞK İÇİN PRELÜD -6-
ayrılıklar bildim acılar
yaşadım
okudum
tahir ile zühreyi
kerem ile aslıyı
ve ferhat ile şirini
ağlamadım
da
senin öykünü duyunca
dayanamadım
kendini zeytin ağacına asan
on iki yaşındaki
kuma.
DAĞILAN GÜL
ne söylersen söyle bu aşk ikimizindi
ikimizindi bir zamanlar aynı gökyüzü
bir samanın tutuşması gibi olan şey
biraz erzurumdu biraz rize biraz mardin
geniş, dingin, sürekli bir yurt gibi
ne söylersen söyle rüzgardır duyan
düşleri çağıran iri siyah gözleriyle
ve yanıbaşımızda mutlu kalan ne var ki
belki bir kuş akşamın ölü ağzındaki
sadece güldür dağılmış ayaklanmaya
ne söylersen söyle ruhum bağırıyor
acı içinde bağırıyor giden her şeye
uzak kapıların ses verip çağırmadığı
mutsuzluk değil mi biraz da şarkıdır
üzgün, kırık, iri bir gül gibi kanayan
ne söylersen söyle bir gün yiteceğiz
çam seli halinde kalabalık bir orman
alıp götürecek bizi kuytu ölümlere
yaşamanın anlamını sorsam da söyleme
konuştukça bir gemi açılıyor kıyıdan.
KUŞLAR DA GİTTİ
yalnızlık senin o konuşkan kuşun
hani hep duvarlara anlattığın
hapislerden kalma sürgünlerden.
yalnızlık senin o konuşkan kuşun
bulutlar taşıdığın yakut sürahide
begonyalar büyüten eski alışkanlık.
yalnızlık senin o konuşkan kuşun
kırk kapıdan geçmiş kırk kilitten.
yaralı, dili lal, kanadı kırık
vurulmuş başında bir yokuşun.
GÜVERCİNLERİ SEVİNDİRİN
her sabah
uyandığımda,
gördüğüm düşü hayra yorarım
açmasına açarım da
göğsümün altın kafesini
korkarım
ya bu gece
güvercinler
yüreğimden başka bir ülkeye
göç etmişlerse.
çünkü, ben ilyas
hasköy'lü -
kör ilyas,
şu koca istanbul şehrinde
yenicami önünde
sanki dünyanın bütün
açlarını
doyuruyormuş gibi
gururlanan bir sevinçle
darı satarım
savrulması için güvercinlere.
DÜELLO!.
parçalanmış bir aynada
nakışları esmer bir yüz
yansısını görüyorum
perçemleri akdenizli
bakışları simli sündüs
parçalanmış bir aynada.
ah! benim bu deliliğim
ıssız bir ada arıyor
yanaşıp çıkınca, şaşkın
dolaşmış çok önceleri
yabanıl ayak izleri
ah! yazık orda binlerce.
titrek bir mum ışığında
yeniden sarsak yüreğim
asla anmayacak aşkı
bir kez daha yapmayacak
yine çarpıp kayalara
su almakta, su almakta
batmaktadır köhne kalyon
yıldızları sönmüş gece.
bir yaz günü oldu bunlar
gri yağmurlar yağıyordu
çekildi bütün kılıçlar
ben bir yanda rakip hayat
denizse köpürdüyordu
ve şarkılar söylüyordu
alabildiğince bir siren
ölmemi istemiyordu.
ne parçalanmış bir ayna
ne mum ışığı kalacak
birazdan gün ağaracak
her gece yeni bir düello
her sabah yeni bir ölüm
hepsi bu şiire sığacak.
BEYAZ BİR GEMİDİR
sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde olurum
kötü geçen bir güzü
ve umutsuz bir aşkı anlatan
rüzgarla savrulan
kağıt parçalarına
yazılmış
dağıtılmamış
bildiriler gibi
uzun bir yolculuğa hazırlanan
yalnız bir yolculuğa.
çünkü beyaz bir gemidir ölüm
siyah denizlerin hep
çağırdığı
batık bir gemi
sönmüş yıldızlar gibidir
yitik adreslere benzer
ölüm
yanık otlar gibi.
Sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
ölürüm.