Behçet Aysan: Düello

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Behçet Aysan ile devam ediyor.

01 Temmuz 2021 - 12:03

BEHÇET AYSAN (1949- 2 Temmuz 1993)

Tam adı Sefa Behçet Aysan’dır. Şair Edip Aysan’ın oğlu, şair Eren Aysan’ın babasıdır. Ortaöğrenimini Selimiye Askeri Ortaokulu ile Kuleli Askeri Lisesinde (1967) tamamladı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Tıp Fakültesi öğrencisi iken 12 Mart döneminde (1972) Ceza Yasasının 141. maddesine aykırı eylemde bulunduğu gerekçesiyle tutuklandı ve birkaç yıl öğrenimine ara vermek zorunda kaldı. Cezaevinden çıkınca Türk Haberler Ajansı ve Yankı dergisinde gece sekreterliği yaptı, çeşitli işlerde çalıştı. Fakülteyi bitirince Ankara Numune Hastanesi Psikiyatri Bölümünde uzmanlık eğitimi görerek (1984) ruh ve sinir hastalıkları uzmanı oldu. Hekim olarak İzmit ve Ankara’da çalıştı.

Aysan'ın ilk şiiri 1979 yılında Türk Dili dergisinde yayımlandı. Daha sonra şiirleri, Varlık, Milliyet Sanat, Hürriyet Gösteri, Yazko, Yarın, Yeni Düşün, Sanat Rehberi'nde okur karşısına çıktı. İlk kitabı Karşı Gece, 1983 yılında yayımlandı. Aşk, keder, ayrılık, ölüm, karamsarlık, kaçış, tabiat gibi bireysel temaları, toplumsal sorunlarla harmanlayarak işleyen şair, Sesler ve Küller (1984) ile Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü'nü; Eylül (1987) ile Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü'nü; Deniz Feneri (1987) ile de Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü'nü kazandı.

2 Temmuz 1993'te konuşmacı olarak davet edildiği Sivas Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında katledildiğinde henüz 44 yaşındaydı.

Sivas katliamında yakılarak öldürülen 37 aydından biri olan Behçet Aysan’ın Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlanan toplu şiirlerini içeren Düello kitabından birkaç şiiri anısına saygıyla paylaşıyoruz.

BİR EFLATUN ÖLÜM

kırgınım, saçılmış

bir nar gibiyim

sessiz akan bir ırmağım

geceden

git dersen giderim

kal dersen kalırım

git

dersen

kuşlar da dönmez, güz kuşları

yanıma kiraz hevenkleri alırım

ve seninle yaşadığım

o iyi günleri,

kötü

günleri bırakırım.

aynı gökyüzü aynı keder

değişen bir şey yok ki

gidip

yağmurlara durayım.

söylenmemiş sahipsiz

bir şarkıyım

belki

sararmış

eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ

sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç

ölüm hariç.

aynı gökyüzü aynı keder.

SEVMEYİ UNUTANLAR İÇİN

sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler

yalan her şey gibi

aşklarınız da.

yaşamı ölüm

diye anlatıyorlar size

yalanı gerçek diye.

ne leylakların

tomurundan

haberiniz var

ne önünüzden

kara bir tabut

gibi geçen geceden.

sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler

yalan aşklarınız

da

AYNA..!

kırılınca bir büyük ayna

şarkılar da yarım kaldı

büyü bozuldu, durdu saatler

suda suretimiz asılı kaldı.

yoktu, şehirler gezdim ülkeler

düşlerim sahipsiz kaldı

ve şimdi kim bilir nerdeler

gül güle değdi solmuş kaldı.

anıları öğütür değirmenler

bir aşk söyleyin ki bana

daha başlarken öl demeler.

kırılınca bir büyük ayna

aşk bitti şarkılar yarım.

AŞK İÇİN PRELÜD -6-

ayrılıklar bildim acılar

yaşadım

okudum

tahir ile zühreyi

kerem ile aslıyı

ve ferhat ile şirini

ağlamadım

da

senin öykünü duyunca

dayanamadım

kendini zeytin ağacına asan

on iki yaşındaki

kuma.

DAĞILAN GÜL

ne söylersen söyle bu aşk ikimizindi

ikimizindi bir zamanlar aynı gökyüzü

bir samanın tutuşması gibi olan şey

biraz erzurumdu biraz rize biraz mardin

geniş, dingin, sürekli bir yurt gibi

ne söylersen söyle rüzgardır duyan

düşleri çağıran iri siyah gözleriyle

ve yanıbaşımızda mutlu kalan ne var ki

belki bir kuş akşamın ölü ağzındaki

sadece güldür dağılmış ayaklanmaya

ne söylersen söyle ruhum bağırıyor

acı içinde bağırıyor giden her şeye

uzak kapıların ses verip çağırmadığı

mutsuzluk değil mi biraz da şarkıdır

üzgün, kırık, iri bir gül gibi kanayan

ne söylersen söyle bir gün yiteceğiz

çam seli halinde kalabalık bir orman

alıp götürecek bizi kuytu ölümlere

yaşamanın anlamını sorsam da söyleme

konuştukça bir gemi açılıyor kıyıdan.

KUŞLAR DA GİTTİ

yalnızlık senin o konuşkan kuşun

hani hep duvarlara anlattığın

hapislerden kalma sürgünlerden.

yalnızlık senin o konuşkan kuşun

bulutlar taşıdığın yakut sürahide

begonyalar büyüten eski alışkanlık.

yalnızlık senin o konuşkan kuşun

kırk kapıdan geçmiş kırk kilitten.

yaralı, dili lal, kanadı kırık

vurulmuş başında bir yokuşun.

GÜVERCİNLERİ SEVİNDİRİN

her sabah

uyandığımda,

gördüğüm düşü hayra yorarım

açmasına açarım da

göğsümün altın kafesini

korkarım

ya bu gece

güvercinler

yüreğimden başka bir ülkeye

göç etmişlerse.

çünkü, ben ilyas

hasköy'lü -

kör ilyas,

şu koca istanbul şehrinde

yenicami önünde

sanki dünyanın bütün

açlarını

doyuruyormuş gibi

gururlanan bir sevinçle

darı satarım

savrulması için güvercinlere.

DÜELLO!.

parçalanmış bir aynada

nakışları esmer bir yüz

yansısını görüyorum

perçemleri akdenizli

bakışları simli sündüs

parçalanmış bir aynada.

ah! benim bu deliliğim

ıssız bir ada arıyor

yanaşıp çıkınca, şaşkın

dolaşmış çok önceleri

yabanıl ayak izleri

ah! yazık orda binlerce.

titrek bir mum ışığında

yeniden sarsak yüreğim

asla anmayacak aşkı

bir kez daha yapmayacak

yine çarpıp kayalara

su almakta, su almakta

batmaktadır köhne kalyon

yıldızları sönmüş gece.

bir yaz günü oldu bunlar

gri yağmurlar yağıyordu

çekildi bütün kılıçlar

ben bir yanda rakip hayat

denizse köpürdüyordu

ve şarkılar söylüyordu

alabildiğince bir siren

ölmemi istemiyordu.

ne parçalanmış bir ayna

ne mum ışığı kalacak

birazdan gün ağaracak

her gece yeni bir düello

her sabah yeni bir ölüm

hepsi bu şiire sığacak.

BEYAZ BİR GEMİDİR

sen bu şiiri okurken

ben belki başka bir şehirde olurum

kötü geçen bir güzü

ve umutsuz bir aşkı anlatan

rüzgarla savrulan

kağıt parçalarına

yazılmış

dağıtılmamış

bildiriler gibi

uzun bir yolculuğa hazırlanan

yalnız bir yolculuğa.

çünkü beyaz bir gemidir ölüm

siyah denizlerin hep

çağırdığı

batık bir gemi

sönmüş yıldızlar gibidir

yitik adreslere benzer

ölüm

yanık otlar gibi.

Sen bu şiiri okurken

ben belki başka bir şehirde

ölürüm.


ARŞİV