Can Yücel: Seçme Şiirler

O hayatta en çok babasını sevdi. Deniz Gezmiş'e acımadı da "aşk olsun" dedi. 'Ağacın yüksekliğince' yaşadı ve Datça'da günebakan çiçekleriyle uğurlandı. Edebiyatımızın usta ve huzursuz kalemi Can Yücel'den seçme şiirler...

07 Ağustos 2020 - 10:00

Gazete Kadıköy okuyucularına ülkemizden ve dünyadan usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılarla oluşan bir “köşe” açtı. Amacımız bir edebi seçki hazırlamak ya da edebi değerlendirmelerde bulunmak değil. Bir gazete köşesi ölçeğinde edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek ve yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak... İyi okumalar diliyoruz.

CAN YÜCEL (21 Ağustos 1926- 12 Ağustos 1999)

21 Ağustos 1926'da İstanbul'da doğan usta şair Can Yücel,  eski Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğludur. Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum ve Marmaris'te turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü. 1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı (Güzel ve Su) ve bir oğlu (Hasan) oldu.

1945-1965 yılları arasında `Yenilikler`, `Beraber`, `Seçilmiş Hikayeler`, `Dost`, `Sosyal Adalet`, `Şiir Sanatı`, `Dönem`,`Ant`, `İmece` ve `Papirüs` adlı dergilerde yazdı. Daha sonraları `Yeni Dergi`, ‘Birikim`, `Sanat Emeği`, `Yazko Edebiyat` ve `Yeni Düşün` dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965`ten sonra siyasal konularda eserler kaleme aldı. 12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao'dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkûm oldu. 1974’de çıkarılan genel afla dışarı çıktı. Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı “Bir Siyasinin Şiirleri” adlı kitabını yayımladı. 12 Eylül 1980 sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla 'Rengahenk' adlı kitabı toplatıldı.

Taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çeken şairin ilham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır.

Yaşamının son yıllarında Eski Datça’ya yerleşen Can Yücel 12 Ağustos 1999 gecesi hayatını kaybetti. Günebakan çekleriyle uğurlanan usta şairi saygıyla anıyor şiirlerinden bir kaçını okurlarımızla paylaşıyoruz. Can Yücel’in eserleri İş Bankası Kültür Yayınları tarafından okurla buluşturuluyor. 

BEN HAYATTA EN ÇOK BABAMI SEVDİM

Ben hayatta en çok babamı sevdim

Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk

Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek

Nasıl koşarsa ardından bir devin

 

O çapkın babamı ben öyle sevdim

Bilmezdi ki oturduğumuz semti

Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi

Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi

Atlastan bakardım nereye gitti

Öyle öyle ezber ettim gurbeti

 

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,

Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a

Bi helallaşmak ister elbet, dimi oğluyla!

Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,

Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,

 

En son teftişine çıkana değin

Koştururken ardından o uçmaktaki devin,

Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için

Açıldı nefesim, fikrim, canevim

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

BULUŞMAK ÜZERE

Diyelim yağmura tutuldun bir gün 
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek 
Öbür yanda güneş kendi keyfinde 
Ne de olsa yaz yağmuru 
Pırıl pırıl düşüyor damlalar 
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın 
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına 
İşte o evin kapısında bulacaksın beni  

Diyelim için çekti bir sabah vakti 
Erkenceden denize gireyim dedin 
Kulaç attıkça sen 
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan 
Ege denizi bu efendi deniz 
Seslenmiyor 
Derken bi de dibe dalayım diyorsun 
İçine doğdu belki de 
İşte çil çil koşuşan balıklar 
Lapinalar gümüşler var ya 
Eylim eylim salınan yosunlar 
Onların arasında bulacaksın beni  

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya 
Çakmak çakmak gözleri 
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı 
Herkes orda sen de ordasın 
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından 
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim 
Özgürlüğe mutluluğa doğru 
Her işin başında sevgi diyor 
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili 
Bi de başını çeviriyorsun ki 
Yanında ben varım

YAPRAKTI

Bir başka yolculuk dalından düşmek yere,

Yaşadığından uzun;

Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere.

 

Ağacın yüksekliğince,

Dalın yüksekliğince rüzgarda;

Ve bir yeni ö'mü'r

Vardığın çimen yeşilliğince.

SEVGİ DUVARI

Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa

Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi

Dilimizde akşamdan kalma bir küfür

Salonlar piyasalar sanatsevicileri

Derdim gülüm insan arasına çıkarmaktı seni

Yakanda bir amonyak çiçeği

Yalnızlığım benim sidikli kontesim

Ne kadar rezil olursak o kadar iyi

 

Kumkapı meyhanelerine dadandık

Önümüzde altınbaş, altın zincir, fasulye pilakisi

Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar

Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi

Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri

Çöpçülerin elleriyle okşardım seni

Yalnızlığım benim süpürge saçlım

Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

 

Baktım gökte bir kırmızı bir uçak

Bol çelik bol yıldız bol insan

Bir gece sevgi duvarını aştık

Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki

Başucumda bi sen varsın bi de evren

Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi

Yalnızlığım benim çoğul türkülerim

Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

 

DEĞİŞİM 

İnce uzun bir hayvan 

Çarpıyor 

Çarpıyor 

Çarpıyordu kendini taşlara. 

Canı mı sıkılıyor 

Can mı çekişiyordu yoksa? 

Yok efendim dedi yanımdaki adam 

Gömlek değiştiriyor yılan 

Bu hallerden anlarız dedi az çok 

Biz de sınıf değişmiştik bi zaman 

 

GÖZLERİM DOLUYOR

Faytonla gelirken Şafak’a doğru
Şıp dedi çamların içinden
Güneşe mâyil üç parça tekne
Bakmıyorlar küsotları birbirlerine
Gözlerim dalıyor değil
Gözlerim doluyor

Mezarlık ki sıkıştığımda bir insanlık
En terkedilmiş kabri suladım
Bir top ışık başverdi topraktan
Gözlerime doluyor

KUŞLAR VARDIR

Kuşlar vardır, cana benzer havalarda;
Soğuksa kar, baharsa yaprak;
Bir başına büyür toprakta ömrümüz,
Güneşle yeşil elleriyle çıplak;

– Uslu ayaklarla başlamış yolculuk –
Yürünmez öyle, bazen durulur,
Ve iner erenler katına yorgunluk;
Kapanır sukun üzre kitaplar.

Nefeslerle sürüp giden yaşamamız
Bir su kenarına gelir durur;
Ekmekten, şaraptan öte nimetler vardır;
Yürünmez öyle hep, bazen susulur.

SARDUNYAYA AĞIT

İkindiyin saat beşte

Başgardiyan Rıza başta

Karalar bastı koğuşa

İkindiyin saat beşte

 

Seyre durduk tantanayı

Tutuklayıp sardunyayı

Attılar dipkapalıya

İkindiyin saat beşte

 

Yataklık etmiş zaar

Suçu tevatür ve esrar

Elbet bir kızıllığı var

İkindiyin saat beşte

 

Dirlik düzenlik kurtulur,

Müdür koltuğa kurulur

Çiçek demire vurulur

İkindiyin saat beşte

 

Canların gözü yaşta,

Aklı idamlık yoldaşta,

Yeşil ölümle dalaşta

İkindiyin saat beşte

MARE NOSTRUM

En uzun koşuysa elbet Türkiyede de Devrim,

O, onun en güzel yüz metresini koştu

En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...

En hızlısıydı hepimizin,

En önce göğüsledi ipi...

Acıyorsam sana anam avradım olsun,

Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!

İTİRAF

Nahide Hanım söyledi yine

Neden babama yazmışım da

                        anama şiir döktürmemişim

Kaç kere yazdım

            cebimden uçup gittiler

Ben onyedi yaşında beni yıkayan

Anneme şiir yazacak kadar şair değilim

 

 


ARŞİV