Doris Lessing: Kedilere Dair

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Doris Lessing ile devam ediyor.

13 Ekim 2023 - 08:46

DORİS LESSİNG (22 Ekim 1919- 17 Kasım 2013)

1919'da babasının bir bankanın yöneticiliğini yaptığı İran'da doğdu. Beş yaşında ailesiyle birlikte Afrika'nın daha önce hiçbir beyazın yaşamadığı bir yerine taşınarak, Rodezya (şu anki adıyla Zimbabwe) sınırları içinde bulunan bir çiftlikte yaşamaya başladı. Salisbury'de bir Katolik okulunda eğitim gördü. On dört yaşında iken ailesine isyan ederek okulu bıraktı ve sırasıyla hemşirelik, telefon operatörlüğü ve kâtibelik yaptı. 18 yaşında Rodezya parlamentosunda çalışmaya başladı ve ülkede ırkçılık-karşıtı bir sol partinin kurulmasında rol aldı. 1943'te sona eren ilk evliliğinin ardından Komünist Partisi'ne katıldı ve Alman siyasi eylemci Gottfried Lessing ile evlendi. 1949'da eşinden ve Rodezya'dan ayrılıp oğluyla birlikte Londra'ya geldi. O tarihten sonra yaşamını profesyonel bir yazar olarak Londra'da sürdürdü. 17 Kasım 2013 tarihinde hayata gözlerini yumdu.

Lessing çok sayıda romanı ve kısa hikâyesinde, daha çok 20. yüzyılın toplumsal ve siyasi karmaşasına yakalanmış bireylerin yaşamlarını ele alır. Eserlerinin başlıca temalarının feminizm, cinsler arası savaş ve bütünlük peşinde koşan bireyler olduğu söylenebilir. Lessing'in çoğunlukla Afrika'nın güneyinde ya da İngiltere'de geçen eserlerindeki solcu, bağımsızlığına son derece düşkün ve feminist kadın kahramanlar, tıpkı yazarları gibi, içinde yaşadıkları toplumların kültürel kısıtlamalarına karşı baş kaldırırlar. En çok okunan ve en çok çevrilmiş romanı Altın Defter, kadın hareketinin köşetaşlarından biri olarak görülmüştür.

Yazarın Metis Yayınları tarafından yayımlanan Kedilere Dair kitabından kısa bölümler paylaşıyoruz.

KEDİLERE DAİR

Kediler diyarında bir evde yaşamaya başladım. Eski evler, duvarlarla ayrılmış dar uzun bahçeler. Arka pencerelerimiz her iki yanda da inceli kalınlı, çeşitli yüksekliklerde on-on beş duvara bakıyor. Ağaçlar, çimenlik, bodur bitkiler ve çalılar. Farklı yüksekliklerde çatıları olan bir de küçük tiyatro. Burası tam kedilere göreydi. Duvarlarda, çatılarda, bahçelerde daima kediler bulunurdu, mahalledeki çocukların yetişkinlerce akıl erdirilmesi güç, tahmini imkânsız özel kurallara göre süren yaşamları gibi, bu kedilerin de karmaşık ve gizemli bir yaşamları vardı.

Evde bir kedi olacağını biliyordum. Hani ev çok büyük olunca birilerinin gelip oraya yerleşeceğini bilir ya insan, bazı evlerin de kedisi olur muhakkak. Yine de nasıl bir yer olduğunu anlamak için etrafı koklamaya gelen kedileri bir süre kovaladım.

(…)

O kış iki arkadaşımıza bir kedi yavrusu vermek istemişler. Bir arkadaşlarının Siyam kedisi, sokak kedisinden yavru yapmış. Melez yavrular bedavaymış. Bahsettiğim arkadaşlar, karı koca küçük bir dairede yaşıyorlar, üstelik bütün gün dışarıda çalışıyorlardı; ama yavruyu görünce dayanamamışlar. Yavru hafta sonunda gelmiş, iki gün konserve istakoz çorbası ve tavuk sufle ile beslemişler; hayvan ille de erkeğin, yani H.'nin çenesinin altında ya da hiç olmazsa tenine değen bir noktada uyumak istediği için, birbirine düşkün çiftin gecelerini berbat ediyormuş. Karısı S. telefonda tıpkı Colette'in hikâyesindeki kadının başına geldiği gibi, bir kedinin kocasını elinden almakta olduğunu söyledi. Pazartesi yavruyu tek başına bırakıp işe gitmişler, geldiklerinde bütün gün yalnız kaldığı için üzgün ve ağlar bulmuşlar. Onu size getireceğiz dediler. Getirdiler de.

Yavru altı haftalıktı. Siyam genleri yüzünün biçimi, kulakları, kuyruğu ve bedeninin ince hatlarında ortaya çıkıyordu, büyüleyici, narin bir peri masalı kedisiydi. Sırtı tekirdi: Yukarıdan ya da arkadan bakınca, grili açık bejli güzel bir tekir yavruydu. Ama göğsü ve karnı griye kaçan sarı, yani Siyamlarda olduğu gibi bir bejdi, boynunda siyah yarım çubuklar vardı. Yüzüne karakalem çekilmişti - gözlerin etrafında siyah ince halkalar, yanaklarda ince siyah çizgiler, etrafına siyah çizgi çekilmiş, bej rengi, ucu pembe, minik bir burun. İnce ön patilerini düz tutup otururken önden bakıldığında, egzotik bir güzelliği vardı yaratığın. Ona hayran beş kişinin etrafımı çevirdiği küçücük şey, sarı halının ortasına bizden hiç korkmadan oturdu. Sonra her santimini inceleyerek bütün evi azametle dolaştı, yatağıma sıçradı, çarşafın kıvrımına girdi, rahatça yerleşti.

S., H.'yi alıp giderken: Bu iş biraz daha devam etse kocasız kalacaktım diyordu.

Kocası çok mutsuz ayrıldı, sabahları pembe bir dilin insanın yüzüne yavaşça dokunmasıyla uyanmak kadar harika bir şey olamaz diyordu.

Yavru merdivenden aşağıya indi, daha doğrusu hopladı, her basamak boyunun iki katıydı: Önce ön patilerini alt basamağa indirdi, sonra arkasını hop diye aşağıya aldı; ön patiler, sonra hop. Giriş katını inceledi, kendisine sunulan konserve mamayı geri çevirdi, sonra miyavlayarak tuvalet kutusu istediğini anlattı. Tahta talaşlarını istemedi, yırtılmış gazeteleri, başka bir şey yoksa ne yapalım der gibi müşkülpesent bir tavırla kabul etti. Başka bir şey yoktu: Dışarıdaki toprak tamamen buz tutmuştu.

Konserve kedi maması yemeyi reddetti. Yemeyecekti işte. Ben de onu ıstakoz çorbası ve tavukla besleyecek değildim. Dana kıyması üstünde uzlaşmaya vardık.

Yiyecek konusunda bekâr bir gurme kadar güç beğenir oldu hep. Yaşlandıkça da daha beter oluyor. Henüz yavruyken bile duyduğu rahatsızlığı, keyfi ya da naletlikte direnme kararlılığını, yarım yamalak yediği veya yemediği şeylerle anlatabiliyordu. Yeme alışkanlığı etkili bir dil.

Belki de annesinden erken ayrılmıştır diye düşünüyorum. Kedi uzmanlarına haddim olmayarak bir şey söylemek istiyorum, uzmanlar kedi yavrusunun altı haftalık olur olmaz annesinden ayrılabileceğini söylüyorlar, ama yanılıyorlar bence. Bu kedi annesinden ayrıldığında tam altı haftalıkmış. Yemek konusundaki mızmızlığının altında, yeme sorunları olan bir çocuğun yemeğe karşı duyduğu nevrotik düşmanlık ve şüphe yatıyor. Yemek yemek zorunda olduğunu kabul ediyor, yiyordu da; ancak asla yemek yemenin hazzı için yemedi, yemiş olmak için yedi. Ayrıca yeteri kadar anne sıcaklığı görmemiş insanlarla ortak bir başka özelliği daha var. Hâlâ içgüdüsel olarak katlanmış bir gazetenin, kutunun veya sepetin içine giriyor - örten, sarmalayan her şeyin. Üstelik, çabucak kendisini hakarete uğramış hissediyor; surat asmaya fazlasıyla hazır. Müthiş de korkak.

Anneleriyle yedi-sekiz hafta kalan kedi yavruları rahatça yemek yiyorlar ve güvenliler. Ama o kadar ilginç değiller tabii.

Bu kedi yavruyken asla yatağın dışında uyumadı. Ben yatağa girinceye kadar bekler sonra üstümde dolaşıp yer beğenirdi. Yatağın iyice içine girer, ayakucuma gider, omzuma yerleşir ya da yastığın altına sokulurdu. Aşırı hareket ettiğimde, rahatsızlığını belli ederek öfkeyle yer değiştirirdi.

Yatağı düzeltirken istifini bozmaz, yerinden çıkmazdı; battaniye ile çarşaf arasında memnuniyetle, bazen saatlerce kalır, küçücük bir kabartı gibi görünürdü. Okşadığınızda kabartı mırlar ve miyavlardı. Ancak mecbur kalınca dışarı çıkardı.

Kabartı yatağın içinde hareket eder, kenara gelince duraklardı. Yere doğru kayarken heyecanlı bir mır sesi duyulduğu da olurdu. Saygınlığı zedelendiğinden alelacele yalanır, ateş püsküren sarı gözler, gülme gafletinde bulunanlara çevrilirdi. Sonra her bir tüyüne kadar kendinin farkında, sahne ortasına ilerlerdi.

Müşkülpesent bir edayla, zor zahmet yemek yeme zamanı. Tuvalet kutusu zamanı, zarafetle yapılan bir iş. Açık bej rengi kürkü düzeltme zamanı. Bir de oyun zamanı, asla sırf oynamak için değil, ancak seyredildiği zaman.

Kendinin mağrurca farkındaydı, güzellikten başka özelliği olmayan bir kız gibi: Hep içindeki kameraya göre poz veren beden ve yüz, maske gibi yapmacık bir duruş: Bakın ben buyum işte, saldırgan göğüsler, hep hayranlarını arayan, gülmeyen, düşmanca bakan gözler.

Bu kedi insan olsaydı, giysilerini ve saç biçimini silah gibi taşıyan, ama bu rolü oynamak ağır geldiğinde, her şeyinin hoş görüldüğü çocukluğuna geri dönebileceğinden emin çağdaki kızların yaşındaydı - kendinden hoşnut, pozlar vererek, prensesler gibi evde dolaşır, sonra yorulur, biraz hırçın, katlanmış bir gazetenin içine ya da bir yastığın arkasına sığınırdı, orada emniyette, etrafı seyrederdi. 

En hoş numarasını daha çok misafir varken yapardı, kanepenin altında sırtüstü yatar, patilerini hızlı hızlı kanepeye geçirerek kendini kaydırırdı, durup küçük güzel kafasını yana çevirir, sarı gözleri kısılmış alkış beklerdi. "Aman güzel pisi! Tatlı şey! Güzel kedi!" Numara tekrarlanırdı.

Bazen de uygun bir yerde, sarı halıda veya mavi yastıkta sırtüstü yatar, patilerini sanki leopar soyundan gelen narin bir yaratıkmışçasına leopar beneklerine benzeyen hafifçe siyah benekli açık bej göğsüyle karnı iyice görünsün diye içe kıvırır, kafasını arkaya atar, yavaş yavaş yuvarlanırdı. "Seni güzel şey, aman ne güzelsin." İltifatlar kesilene kadar gösteri tekrarlanırdı.

Ya da arka verandada otururdu ama süssüz masanın üstünde değil, üstünde toprak nergis ve sümbül saksıları olan küçük sehpanın üstünde. Beyaz ve mavi çiçeklerin arasında, fark edilip de beğenilinceye kadar poz verip otururdu. Sadece bizlerin beğenmesi değil elbette; buzu hâlâ tam çözülmemiş bahçeyi sinsi sinsi kolaçan eden ve bize korkunç kışı hatırlatan romatizmalı yaşlı erkek kedinin de ona hayran kalması gerekiyordu.  

(Syf 32-37)

Bir kedinin ilk kez doğurmasını izlemek çok hoş oluyor, beyaz jelatin kesesinde kıvranan o küçücük şey ortaya çıkar çıkmaz anne kedinin keseyi yalayarak çıkartması, göbek kordonunu kesmesi, doğumdan artakalanları yemesi, bütün bunları şahsen ilk kez yapıyor olmasına rağmen bu kadar tertemiz, bu kadar ustaca, bu kadar kusursuzca yapması. Hep bir duraklama anı vardır. Yavru dışarı çıkmış, kedinin arka tarafında yatıyordur. Kedi tuzağa düşüp de kaçmak isteyenlerin tepkisiyle kendisine bağlı yeni nesneye bakar; bir daha bakar, ne olduğunu bilmiyordur; derken uyarıcı mekanizma devreye girer, kedi isteneni yapar, anneliğe geçer, mırlar, artık mutludur.

Bu kedinin doğan yavruya bakıp duraksama süresi, görmüş olduklarımın en uzunuydu. Baktı, dönüp bana baktı, biraz kımıldayıp ona bağlı nesneden kurtulmayı denedi - sonra işler yoluna girdi. Yavruyu temizledi, kendisinden beklenen her şeyi yaptı, mırladı – daha sonra ayağa kalkıp aşağı kata indi, verandada oturup bahçeyi seyretti. Neyse bu iş de bitti diye düşünüyor gibiydi. Derken karnı tekrardan kasılmaya başladı, dönüp bana baktı – rahatı kaçmıştı, öfkelenmişti. Mimikleri, beden dili açıkça “Çattık belaya!” diyordu. Ona emrettim: Yukarı çık! Yukarı! Çıktı, surat asarak.(…) Doğurduğu yavruyu tekrar görünce tanıdı, mekanizmaları yine çalıştı, yavruyu yaladı. Toplam dört yavru doğurdu, sonra uykuya daldı, hoş bir tabloydu, etrafında meme emen dört şirin yavrusu, kıvrılmış yatan enfes bir kedi. Yavrular çok güzeldi. İlk yavru dişiydi, gözlerinin etrafındaki karakalem çizgilere, göğsüyle bacaklarındaki siyah yarım çubuklara, açık bej hafif benekli karnına kadar hık demiş annesinin burnundan düşmüştü. Derken girimsi mavi kedi: Sonraları bazı ışıkların altında koyu eflatun oluyordu. Sonra büyüdüğünde sarı gözlü, tepeden tırnağa zarif ve güçlü kusursuz bir kara kediye dönüşen kara yavru. Bir de babanın yavrusu, tıpkı onun gibi gayet hantal, zarafet yoksunu siyah beyaz bir yavru. İlk üç yavruda Siyam soyunun ince çizgileri vardı.

Kedimiz uyandığında artık uyumuş olan yavrulara baktı, silkindi ve alt kata yollandı. Biraz süt içti, çiğ et yedi ve tepeden tırnağa yalandı. Yavrularının yanına dönmedi.

(…)

Yavrularını unutmuş görünüyordu. Bilinmeyen bir nedenden ötürü tatsız bir iş yapmak zorunda kamıştı; işi yapmıştı, mesele bitmişti, işte o kadar.

 

ARŞİV