Duygu Asena: Kadının Adı Yok

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Duygu Asena ile devam ediyor.

11 Mart 2022 - 07:49

DUYGU ASENA (19 Nisan 1946 - 30 Temmuz 2006)

“Kadının Adı Yok” adlı romanıyla Türkiye’de feminist hareket için dönüm noktası yaratan Duygu Asena 19 Nisan 1946’da İstanbul’da doğdu.

Kadıköy Özel Kız Koleji sonrasında ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde pedagoji okuduktan sonra hastane ve çocuk evlerinde bir süre pedagog olarak çalıştı.1972 yılında Hürriyet gazetesinde fotomodel olarak işe girdi. Bir süre sonra gazetenin Kelebek ekinde Şirin imzasını kullanarak yazılar yazmaya başladı.

Kadınca Onyedi, Ev Kadını, Bella, KİM, Negatif dergilerini yönetti. Köşe yazarlığına Milliyet gazetesinde başladı, Cumhuriyet, Yarın, Sabah, Güneş, Habertürk ve Vatan gazetelerinde köşe yazarlığı, yöneticilik ve röportaj yazarlığı yaptı. TRT-2’deki “Ondan Sonra” programını hazırlayıp sundu.

Gazetedeki ilk yazılarında kadınlarla, evlilik, boşanma ve toplumsal sorunlarla ilgili yazılar yazan Asena, Kadınca dergisinin yöneticiliğine geçtiğinde kadın hakları, tecavüz, kadına şiddet, cinsellik ve kadınların sağlık sorunlarını kaleme aldı.

İlk kitabı Kadının Adı Yok, 1987 yılında yayımlandı ve bir yıl içinde 40 baskı yaptı. Kitap 1988’de müstehcen bulunarak yasaklandı. Dava sürerken Atıf Yılmaz tarafından filme alındı. İki yıl süren dava sonucunda kitabın yayımına tekrar izin verildi.

2006’da hayatını kaybeden yazarın Doğan Kitap tarafından yayımlanan Kadının Adı Yok isimli kitabından kısa bölümler paylaşıyoruz.

1

Güzel bir bahçemiz var, evin üç yanını kuşatıyor. İçinde meyve ağaçları, kediler, köpekler var. Evin içinden yukarıya doğru çıkan bir merdivenimiz, bir de kardeşim var. Ama o daha merdivenden aşağı kayamıyor.

Arkadaşlarımız hep bizim bahçeye geliyor. Kızları da erkekleri de çok seviyorum, aralarında hiç ayrım yapmıyorum.

Ama babam yapıyor.

Babamın yüzü kızgın bir kedi gibi, hayır hayır köpek, hatta bir eşek gibi. Ona çok kızıyorum. Babam gözlerini dikmiş camdan dışarı, bize bakıyor. O kadar kızgın ki, bakışlarından ateş saçıyor, yüzü maske gibi ve çok korkunç. Oğlanlar babamdan korkuyorlar. Kızlar korkmuyorlar çünkü babam kızlara kızgın bakmıyor.

Okula gitmiyorum ama ben artık çok büyüğüm, babamın oğlanları sevmediğini, kızları sevdiğini biliyorum, ama bunun neden böyle olduğunu bilemiyorum, çünkü babamın kendisi de oğlan.

Durumu oğlanlar da fark etmeye başladılar. Babamı gördükçe tuhaflaşıyorlar. Suç işlemedikleri halde, sanki bir kabahat yapmış gibiler. Artık kapıdan değil de, yan duvardan atlayarak bahçeye giriyorlar.

3

Artık bahçemizde bile eğlenemiyoruz. Artık arkadaşlarımızla rahat rahat oyun oynayamıyoruz. Babam hepimize, her şeyimize karışıyor. Anneme bile zaman zaman kızıyor. “Geç kalma” diyor, “Nereye gidiyorsun, kaçta geleceksin, kaç lira harcadın, kaça aldın” diye sorup duruyor. Annem bazen ağlıyor, sanırım babamdan korkuyor ve o bir gün bile babama “Kaçta geleceksin, nereye gidiyorsun, kaç para harcadın” diye sormuyor. Babamın çok parası var, annemin yok, bizim de yok, hepimize babam para veriyor. Sanırım parayı o verdiği için her şeye karışıyor, para çok önemli.

Babam artık bize pantolon giydirmiyor, annem de pantolon giymiyor. Babamdan korktuğumuz için anneme yalvarıyoruz, “Ne olur anneciğim, ne olur babama söyle pantolonlarımızı giyelim” diyoruz. Annem de babama soruyor, “Bu kadar karışma onlara, bırak, küçücük çocuklar ne olur giyseler” diyor. Babam da anneme diyor ki:

“Ne çocuğu hanım, geçen gün bakkaldan dönüyorlardı, arkalarından iki adam, ‘Uff, yavrulara bak’ diye bağırdı. Gözümle gördüm. Adamlar arabada olmasa parçalayacaktım. Pantolon mantolon yok, sen de üsteleme.”

Adam bize yavrular dedi diye neden pantolon giyemiyoruz bilmiyorum. Annem de bize yavrularım diyor, ama babam hiç demez, bizi kucağına bile almaz.

Babam artık oğlanların bahçeye girmelerini hiç istemiyor, ama babam akşam yemek yerken onlar gizli gizli giriyorlar, çok heyecanlı oluyor.

Bir akşam oğlanlardan biri, “Biz sizi şey yapacağız diye baban bizi içeriye almıyor” dedi, ötekiler de kıkır kıkır güldüler, gülüşlerini hiç sevmedim. Bize ne yapabilirler ki?

“Siz bizi şey yaparsanız, biz de sizi yaparız, biz sizden kalabalığız” dedim.

Babam yemekten kalkana kadar çabuk çabuk saklambaç oynuyoruz. Ben hep Mehmet’le saklanmak istiyorum. Minik bir çam ağacı var, onun arkasına gizleniyoruz. Birbirimize sokuluyoruz, çok hoşuma gidiyor.

Ama birdenbire babam cama çıkıyor, adımı sesleniyor. Bizi içeri çağırıyor, onları kovuyor. Suçlu suçlu gidiyorlar, çok utanıyorum.

Bağırıp duruyor babam, “Bu son” diyor, “bir daha o herifleri bahçede görmeyeceğim.”

Ama neden baba, neden neden?

Neyse kızlara yasak yok.

5

 

İlkokula başladığım gün bizim mahalledeki Mustafa’yla aynı sınıfa düşüyoruz. Çok seviniyorum, çünkü kimseyi tanımıyorum. Üstelik korkuyorum ama korktuğumu hiç belli etmiyorum. İçimden ağlamak geliyor, ağlamıyorum. Ağlamak kötü bir şey. Arkadaşlarımın babaları oğullarına sürekli “Erkekler ağlamaz” diyorlar; bunu dediklerine göre ağlamak doğru değil. Peki ama ağlamak iyi bir şey değilse neden kızlara yasak değil? Acaba kızların kötü şey yapmaları doğru da erkeklerinki mi değil? Ya da kızlar için ayrı erkekler için ayrı kötü şeyler mi var? Ama bu olamaz, kötü kötüdür, bazıları için iyi olan, bazıları için kötü olabilir mi?

Mustafa’yla sınıfta yan yana oturuyoruz. Mustafa kedilerin üstüne işiyor, kuyruklarına teneke bağlıyor ama olsun, onu seviyorum.

İkinci gün okula içim rahat gidiyorum, Mustafa’nın olması beni sevindiriyor. Sıramı buluyorum, Mustafa’yı arıyorum, gitmiş arka sıraya oturmuş. “Gel, gelsene” diyorum. Öğretmen yanıma geliyor, “Sen artık Mustafa’yla değil, Sibel’le oturacaksın” diyor. Kendimi tutamıyorum, öğretmenden korkmama karşın, “Neden, neden o benim arkadaşımdı” diye bağırıyorum. Ağlamak istemiyorum ama hıçkırarak ağlamaya başlıyorum. Haykırıyorum, hem zaten kızların ağlaması yasak değil ki. Kızlar özgür.

Öğretmen beni dışarı çıkarıyor: “Yavrucuğum neden bu kadar üzülüyorsun, Mustafa yine senin arkadaşın, ama yanında Sibel oturacak, çünkü baban böyle istedi” diyor.

Donup kalıyorum, gözlerimden akan yaşlar da o anda duruveriyor sanki. Önce içim titriyor, sonra dışım... tir tir titriyorum.

“Peki, ben artık Mustafa’yla oturmayacağım.”

 

9

Babam aylarca güvenilir bir kız okulu aradı ve ünlü Rabianım’ın okulunu buldu. Okula gidip müdürle konuştu ve beni okula yazdırdı. Başlarken de, müdiranıma gerekenleri söylediğini, kötü şeyler yaparsam okuldan atacaklarını bildirdi... Ama bu kötü şeylerin ne olduğunu anlatmadı. Bildiğimi varsayıyor.

Okulda saçları uzatmak yasak, kulaklarımızı biraz geçen saçlarımızı örmek zorundayız. Hepimiz sıçan gibiyiz. Üniformalar ve şapkalar giyiyoruz. Her pazartesi sabahı müdiranım bizzat geliyor, tırnak, saç, göz, yüz muayenesi yapıyor. Bir keresinde benim tırnaklarımı eliyle kazıdı kazıdı, “Cila mı sürdün” dedi. “Hayır efendim, bu kendi pembeliği” dedim.... İnanmamış gibi yüzüme baktı. “Hımm, haftaya görüşürüz” dedi.

Bu kadın benden hiç hoşlanmıyor.

Sabah okula giderken Yusuf’a rastladım, konuşa konuşa okula kadar yürüdük, onun okulu da bizimkinden biraz ileride... Yolda biyoloji öğretmenini gördük. “Günaydın efendim” dedim, hiç yanıt vermedi...

Okul gittiğimde müdiranım beni çağırdı, “Yaptığından utanmıyor musun?” diye sordu. “Hangi yaptığımdan” dedim. “Efendim diyeceksin, efendim!” diye bağırdı... Demiyeceğim işte, sustum. “Yolda seni bir oğlanla görmüşler... Babanı çağırttım, böyle bir şey bir kez daha olursa, seni okuldan atarım!” dedi...

“Zor çıkartırsın, burası paralı okul, daha sonra kardeşimin geleceğini biliyorsun” dedim, içimden.

Gerçekten babamı çağırtmış, babam evde o kadar kızdı, o kadar kızdı ki, bütün mahalle çın çın çınladı, bir kez daha rezil oldum arkadaşlarıma... Bir kez daha... Bir kez daha...

13

Okulların kapanmasına iki ay var. Fizik, kimya, cebir, geometri, tarih, biyoloji derslerim rezalet. Hepsinden bir, iki almışım. Hele fizik kitabının kapağını açmamışım. Annem biraz üzülüyor kırıklarım için ama babam hiç oralı değil. Karnem kırıklarla dolu olduğu zaman hiç kızmıyor. “Bunlar kız çocuğu, önemli değil” diyor. İyi ki erkek çocuk olmamışız…

21

Lise sonda bir yıl iki dersten bekledim. Zar zor kurslarla, derslerle sınavları verdim. Ve sıra geldi kardeşimle birlikte üniversite sınavlarına girmeye...

Babam “Hoop” dedi. “Nereye giriyorsunuz, ne gereği var, yarın evlenip gideceksiniz, boşu boşuna beni ne uğraştıracaksınız?” “Baba sen uğraşmayacaksın ki, biz sınavlara gireceğiz. Hem biz evlenmek değil çalışmak istiyoruz...”

“Ne çalışması, bunu bir daha ağzınızdan duymayayım, benim olduğum evde kimse çalışamaz, sizi çalıştıracak herifin de alnını karışlarım. Hadi kardeşin neyse ama, sen bu tembellikle nah kazanırsın sınavları.”

“Baba madem kazanamam, bırak gireyim, bir şansımı deneyeyim, ne olur, ne olur baba.”

Hayır, babam izin vermiyor. Annem en büyük aracımız, komşular, akrabalar, hepsi aracı. Hayır, Nuh diyor peygamber demiyor. Sınav kâğıtlarını aldık, doldurduk, yolladık. Kartlarımız geldi. Belli ki sınav günü evde olacak, bizi göndermeyecek. Tüm hayallerim uçup gitmek üzere. Özgürlük, para kazanmak, eğlence...

Bir gün, herhalde bana bir kriz geliyor ve hiç düşünmeden, plan yapmadan karşısına dikiliyorum: “Baba, bak kartlarımız burada, bizi eve zincirleyecek değilsin ya, gireceğiz, eğer bir izin verme, evden kaçacağım, haberin olsun!”

Evde herkes şok geçiriyor. Annemin beti benzi atmış. Babam gülmeye başlıyor. Adam delirdi mi ne. “İyi girin bakalım, ama göreceğiz, kazanamayacaksın, kazanırsan da bitiremeyeceksin...” Hiç ummuyordum, kolay oldu.

“Göreceğiz” diyorum...

Bunca zaman boşuna işkence çekmişiz. İnsan kararlı olunca dağları devirebilirmiş meğer. Bunca zaman bu adamdan boşuna mı korkmuşuz biz?

23

“Yupiii, yaşasın, anne anne, gazeteye bak, kazanmışız, ikimiz de üniversiteyi kazanmışız, hem de istediğimiz yerleri...”

Babam “Ne olmuş” diyor. “Kazanmışız baba, kazanmışız...”

Bir an donup kalıyor babam ve sanıyorum ki, onun istemediği bir şey bile olsa, başarı başarıdır, seviniyor... Ama o bir erkek olduğu için, bunu kesinlikle belli etmemesi gerek. Belli etmemeye çalışarak, belli ediyor, ağzından “aferin” sözcüğünü kaçırıyor. Ve birden büyük bir hata ettiğini anlayarak, “Kardeşin yapar ama sen nah bitirirsin, bitirirsen alnını karışlarım” diyor. “Görürsün” diyorum. “Bitireceğim. Bitirmem gerek.”

Kardeşimle birlikte üniversiteye gidiyoruz, ne heyecan. Erkeklerle birlikte okumak ne garip. Neden üniversiteleri kız-erkek diye ayırmamışlar acaba? Çok iyi çalışmam gerek, sınıflar çok kalabalık, öyle lisedeki gibi gır gır, kopyalar, öğretmenlerle dalga geçip eğlenmeler filan yok, durmadan not tutmamız gerekiyor. Devamımı hiç aksatmıyorum ve durmadan not tutuyorum. Çok hızlı yazmaya alıştım, herkes eksiklerini benden alıyor.

26

Erhan’a bir gün bile sormadım, benimle yapamadığın o işi bir başka kadınla -hiç onu tanımadan, beş dakikalık bir keyif için, bir hayvan gibi- yaptın mı diye. Vereceği yanıttan korktum... Ya yapmışsa... İçim fena oluyor, onu bir başkasıyla düşünemiyorum... Ne korkunç, aman Allah’ım, ne korkunç... Ben ne yaparım sonra, ne yaparım... Onu o kadar çok kıskanıyorum ki, başka kızlara bakmasına bile dayanamıyorum. O da beni çok kıskanıyor ama. Kısa etek giymemi istemiyor, cilveli cilveli “Bacaklarım mı çirkin?” diyorum, “Hayır ama, onları başkasının görmesini istemiyorum” diyor... Ah! Şekerim!...

Şimdilerde bir de Avrupa’ya gideceğim diye tutturmuş. Buralarda çürüyormuş, eğitim felaketmiş, pratik olarak hiçbir şey öğrenemiyormuş. “Peki ben ne olacağım?” “Bu yaz bir gidip döneyim, gerisini sonra düşünürüz” diyor. İyi gitsin görsün bakalım, gözden ırak kızlarla da yatsın kalksın.

Babama “Avrupa’ya gideceğim” desem, düşer ölür herhalde. Demem tabiî. Oysa gitsem, dil öğrensem...

Artık büyüdük ya, onunla daha rahat konuşabiliyoruz. Şaka olsun diye, “Baba ben Londra’ya gitsem, şu İngilizcemi ilerletsem” dedim. Şaka ya.... Kıkır kıkır güldü.

“Ah, bir oğlum olsaydı, ona neler neler yapardım, Londra’ya da yollardım, Paris’e de... İşimi de ona bırakırdım...”

Yüreğim burkuldu, sarsıldı, sanki koptu.

“Baba işini bize bırak, şimdiden öğret, iki kardeş, ben okulu bitirince çok güzel yürütürüz.”

Bir kahkaha attı. Onu hiç bu kadar neşeli görmemiştim.


ARŞİV