Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta İngiliz şair yazar Emily Brontë ile devam ediyor.
EMILY BRONTË (30 Temmuz 1818 - 19 Aralık 1848)
Emily Jane Brontë 1818 yılında Thornton, Yorkshire'da doğdu. 6 çocuğun beşincisi olan Emily, yazar Charlotte Brontë'nin küçük kız kardeşi idi. Çocukluk yıllarında annesini kaybetti. 1838'de Halifax yakınlarındaki Mis Patchett'in Kızlar Akademisinde (Miss Patchett's Ladies Academy) çalıştı. Daha sonra kardeşi Charlotte ile birlikte Brüksel'deki özel bir okula devam etti.
Şiir yazma yeteneğinin ailesi tarafından keşfedilmesiyle kız kardeşleri Charlotte ve Anne ile birlikte, 1846'da ortak bir şiir kitabı yayımladı. İngiltere’de kadın yazarların çok kabul görmediği dönemde yaşamış oldukları için 3 kız kardeş de erkek mahlasları ile yazılarını yayınlamak zorunda kaldı. Emily Brontë’nin mahlası Ellis Bell’di.
1847'de tek romanı olan Uğultulu Tepeler yayımlandı. İlk çıktığında hem iyi hem de kötü yorumlar alan roman zamanla bir İngiliz edebiyatı klasiği haline geldi. Romanı yayımlandıktan kısa bir süre sonra rahatsızlığı artan yazar 1848 yılının Aralık ayında hayatını kaybetti.
1850'de ablası Charlotte Brontë romanı yeniden yayına hazırlayı, düzenledi ve Emily'nin gerçek ismiyle yeniden yayımladı.
Ursula K. Le Guin'in “Uğultulu Tepeler tüm bir türü kökten etkiledi” dediği, İngiliz edebiyatı klasikleri arasında yer alan ve İthaki Yayınları tarafından yayımlanan romandan birkaç bölümü okurlarımızla paylaşıyoruz.
UĞULTULU TEPELER
Uğultulu Tepeler, Bay Heathcliff’in malikânesinin adı. “Uğultulu” sıfatı da bu yerin fırtınalı havalardaki durumuyla alakalı. Yukarıda her daim tertemiz, bedeni canlandıran bir havayı soluyor olmalılar. İnsan burada kuzey rüzgârının ne denli keskin olduğunu azgınca eğip büktüğü nebatattan; mesela evin arkasında yetişen seyrek köknar ağaçlarının bodur kalışından, çorak arazideki dikenlerin sanki güneşten sadaka dilenir gibi bir tarafa yatışından anlayabilir. Çok şükür, mimar bu evin sağlam olması gerektiğini telakki etmiş de daracık pencereleri o kalın duvarların içine gömmüş, binanın köşelerini de kaba taş örgüsüyle korumaya almış.
Eşikten adımımı atmadan evvel dış cephenin tadını çıkarmak için durduğumda taşa işlenmiş o tuhaf, bakımsız rölyeflerden, bilhassa ana giriş kapısının üzerindeki kartal başlı ejder ve edepsiz çocuk figürleri arasından “1500” tarihiyle “Hareton Earnshaw” adını seçebildim. Gördüklerimle alakalı birkaç yorum yapabilir, somurtkan ev sahibimden buranın kısa bir tarihçesini isteyebilirdim. Ancak, kapıdaki tavrı benim içeriye ya hemen girmem ya da çekip gitmem şeklindeydi. Bu evin sırlarını keşfetmeden evvel karşımdakinin sabrını zorlamak gibi bir arzum olamazdı.
(Syf 17)
(…)
Beşer ne de yanardönermiş meğer! Mesela ben! Muaşeretten uzak kalma azminde olan ve en nihayetinde olmaz oldurup gönlüne göre bir yer bulduğu için talihine şükretmesi gerekirken, beşerden uzak kalınca teslim bayrağını çekmiş, yalnız ve keyifsiz, akşamı zor etmiş zavallı ben. Bayan Dean akşam yemeğimi getirdiğinde evde bir şeye ihtiyaç olup olmadığını sormak bahanesiyle karşıma oturtup, beni eğlendirecek ya da bana ninni gibi gelecek dedikodu getirmesini arzuluyorum.
“Burada uzunca bir süredir yaşıyor olmalısınız,” diyerek söze başladım. “On altı yıl mı demiştiniz?”
“On sekiz yıldır, Beyim. Evin Hanımı evlendiğinde ona yardım için gelmiştim. O öldükten sonra da Bey ev işlerine bakayım diye beni göndermedi.”
“Anladım!”
Bir süre sessizlik oldu. Korkarım kendisini ilgilendiren ve benim hiç ilgimi çekmeyen meseleler haricinde biri hakkında dedikodu yapacak tıynette değildi.
Fakat her biri dizinin üzerinde yumruk yaptığı elleri ve pembe yüzünde bir düşünce bulutuyla evvela duraksadı, sonra da açılıp konuşmaya başladı.
“Aah, ah… O zamandan bu yana devir çok değişti!”
“Evet,” dedim “Sanırım pek çok şeyin değiştiğine şahit oldunuz?”
“Oldum ya! Bir sürü sıkıntıya da,” dedi.
“İşte şimdi sözü ev sahibim ve ailesine getirme zamanı!” diye geçirdim içimden. “Şu pek hoş dulun geçmişini öğrenmekle başlayabilirim. Buralı mıydı? Ya da o asık suratlı çingenenin ecnebi diye akrabalığı kabul etmediği biri miydi?”
Bu niyetle, Bayan Dean’e evvela Heathcliff’in neden Thrushcross Grange’i bırakıp nispeten daha kötü bir mekânda yaşamayı tercih ettiğini sordum.
“Bu mülkü muntazam tutacak kadar varlıklı değil mi?” dedim.
“O zengindir Beyim!” diye cevap verdi. “Her yıl çoğalan parasının ne kadar olduğunu Tanrı bilir. Evet, evet, bu evden daha iyisinde de yaşayacak parası var. Ama ona cimri diyesim geliyor. Buraya taşınacak olsaydı bile, iyi bir kiracı olduğunu duyduğunda azıcık daha kazanma fırsatını tepmezdi. İnsanların böyle açgözlü olmaları çok garip, hele şu dünyada kimi kimsesi yokken!”
“Bir oğlu varmış sanırım?”
“Evet, bir oğlu vardı. Rahmetli oldu.”
“Ya o genç Hanım, Bayan Heathcliff, onun dul eşi mi?”
“Evet”
“O aslen nereli?
“O bizim rahmetli Beyimizin kızıdır. Evlenmeden önceki adı Catherine Linton’dı. Zavallımı ben büyüttüm. Keşke Bay Heathcliff buraya taşınsa da tekrar birlikte olsak.”
“Nasıl? Catherine Linton mı?” diye şaşkınlıkla haykırdım. Fakat bir dakika düşündüğümde bunun benim hayalet Catherine’im olmadığına kani oldum “O halde,” diye devam ettim, “benden evvel burada ikamet eden Beyin adı Linton’dı?”
“Öyleydi.”
“Peki, ya o Ersnhaw, Bay Heathcliff’le yaşayan Hareton Earnshaw kim? Onlar akraba mı?”
“Hayır. O rahmetli Bayan Linton’un yeğenidir.”
“Genç Hanım’ın kuzeni oluyor o halde?”
“Evet, kocası da kuzeniydi… Biri ana tarafından, öteki de baba tarafından… Heathciff, Bay Linton’ın bacısıyla evliydi.”
“Uğultulu Tepeler’deki evin üzerine kondurulmuş ‘Ernshaw’ işlemesini şimdi anlıyorum. Onlar eski bir aile mi?”
“Hem de çok eski. Bayan Cathy nasıl Lintonlar’ın sonuncusuysa, Hareton da onların sonuncusu.”
“Uğultulu Tepeler’e gittiniz değil mi? Bunu sorduğum için kusuruma bakmayın, yavrumun nasıl olduğunu merak ediyorum da!”
“Bayan Heatcliff mi? Gayet iyi görünüyordu. Çok da güzel bir hanım. Ancak pek mutlu değildi”
“Vah yavrum! Böyle olacağı belliydi. Beyi nasıl buldunuz?”
“O çok kaba saba biri, Bayan Dean. Bu onun karakteri mi?”
“Bıçak gibi keskin, kaya gibi serttir. Ondan ne kadar uzak dursanız o kadar iyi.”
“Böyle görgüsüz ve umursamaz olması için hayatta pek çok iniş çıkış yaşamış olmalı. Geçmişi hakkında bir şey biliyor musun?”
“Onunki guguk kuşunun hikâyesi gibidir, Beyim… Nerde doğduğu, ana babasının kimler olduğuyla nasıl böyle zenginleştiği dışında hayatının tamamını bilirim… Hareton da yuvadan atılmış leylek yavrusu misali ortada kaldı… Zavallı oğlan bu civarda Heatcliff’in kendisini nasıl kazıkladığını bilmeyen tek kişi.”
“Pekala, Bayan Dean, bana komşularım hakkında biraz bilgi sağlama cömertliğinde bulunursanız sevinirim… Şimdi yatmaya gitsem biliyorum ki uyku tutmaz. Lütfen bir saat kadar yanımda oturun da sohbet edelim.”
(Syf 55-58)