Fazıl Hüsnü Dağlarca: Seçme şiirler

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Fazıl Hüsnü Dağlarca ile devam ediyor.

07 Ekim 2020 - 15:16

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA (26 Ağustos 1914- 15 Ekim 2008)

Yaşamının büyük bölümünü Kadıköy’de geçirmiş olan usta şair Fazıl Hüsnü Dağlarca,1914’te doğdu. İlk ve orta öğrenimini Anadolu’nun çeşitli yerlerinde tamamladı. Kuleli Askeri Lisesini ve Harp Okulunu bitiren şair bir süre orduda görev yaptıktan sonra ayrıldı. İstanbul’da Kitap Kitabevini kurdu. 1960-64 arasında Türkçe adında bir dergi çıkardı.1970’te sahibi bulunduğu yayınevini kapattı.

Edebiyata olan ilgisi çok genç yaşlarda başladı; henüz 13 yaşındayken Yeni Adana gazetesinin öğrenciler arasında açtığı öykü yarışmasında birinci oldu. İlk şiiri 1933’te İstanbul dergisinde çıktı. Edebiyat dünyasında adını duyurması 1934’te, Harp Okulu öğrencisiyken Varlık’ta yayımladığı şiirlerle oldu. Şiirleri, Yücel, İnkılâpçı Gençlik, Türk Dili, Yeditepe, Çağrı, Ataç, Yön gibi dergilerde yayımlandı. İlk şiir kitabı “Havaya Çizilen Dünya” 1935 yılında yayımlandı. 1960’lardan sonraki şiirlerinde güncel yurt ve dünya sorunları karşısındaki tepkilerini yansıtan şiirler yazdı. Şiirlerinde çocuğu en çok barındıran Türk ozanıdır. Yirmiden fazla çocuk kitabı vardır. Dağlarca’nın bir özelliği de bütün edebi yaşamını sadece şiire adamış olmasıdır. Şiirleri pek çok dile çevrilen şair birçok ödül kazandı.

“Ben İstanbul’un birçok yerinde ikamet ettim. Gezdim, gördüm yaşadım. Ama en çok Kadıköy’ü sevdim” sözleriyle Kadıköy’e sevgisini anlatan usta şairi saygıyla anıyor, Yapı Kredi Yayınları tarafından okurla buluşturulan şiirlerinden ve yine YKY tarafından “Türkçem BENİM SES BAYRAĞIM Fazıl Hüsnü Dağlarca 100 Yaşında” kitabından bazı bölümleri paylaşıyoruz.

HAVAYA ÇİZİLEN DÜNYA

Yalnızlık sabahların yaşadığı yalnızlık;

Suların içindeki ışıklar kadar ılık.

Hüzün, o mısralardan dudakta kalan hüzün;

İkindi üstlerinde aydınlığı gündüzün.

Uykular, ilk gençliğin gündüz gibi uykusu,

Vücudun balık olup içinde yüzdüğü su.

Sessizlik geceleyin yolcusuz sokaklarda;

Sükûn dalgalarının ortasındaki ada.

Ruha uzak bir şehir içinden geçen rüzgâr,

Ayrılıktan önceler, ayrılıktan sonralar.

Müzelerde o ölü zaman, o gölgesizlik,

Yüze değen eskilik, sonsuzluk, kimsesizlik.

O kadar siliktir ki bir bayram günü şiir,

Uyurken akla gelen son hayaller gibidir.

Hayatın oyundaki sükûna değen sesi;

Çocuklukta her yeni sınıfın ilk dersi.

Müzikten sonra içi dinlemek uzun uzun:

Bir resimdeki davet, bir heykeldeki sükûn.

Öyle sevgililer ki bir kere görülmüştür,

Hatıraları ömrün gecelerince yürür.

Duyulan sılasıyla sezilen o beldeler,

Geçer yelkenler gibi enginden birer birer.

Dudakların habersiz söylendiği şarkılar:

Vücudun ağaçlardan önce duyduğu bahar.

Çiziyorum havaya dünyamı bir çiçekle

Ve hayran bakıyorum bu rüya gibi şekle.

(Bütün Şiirleri 1)

“Bir sözcüğün kapladığı yer küçük, anlattığı ondan büyükse, o şiirdir. Örneğin “Bir ben vardır bende benden içeri” dizesi küçük bir yer kaplar ama anlamı kitaplar doldurabilir. Bu şiirdir. Bir de “Yağız atlar kişnedi meşin kırbaç şakladı”ya bakalım. Kapladığı yer büyüktür ya, içindeki incir çekirdeği bile değildir. Bu düzyazıdır.”

(Dağlarca 100 Yaşında Syf 18)

HER ŞEYİN SUSTUĞU YER

Hani bazen zaman kaybolur en kalabalık yerlerde bile

Kalır bir ancık kendi varlığının dışında herkes ölmüş gibi;

Şeytan geçti, der birisi, değişmiş sesiyle.

Ah ben o büyük yalnızlıkların garibi,

Ah ben isterim hayatım dünyalarca silinsin,

O her şeyin sustuğu, Tanrı’nın bile yaşamadığı sessizlikler için.

(Bütün Şiirleri 1)

“Küçükken annemin üstümü örtüp gittiği gecelerde sözcükler gelirdi bana. Önce ayaklarımı ısıtırlar, sonra ellerimi, beni öperlerdi. Ben de öperdim onları. Birdenbire aydınlanırdı bir parmak, kolumdaki gaz lambası büyük avizelere dönüşürdü. Ben sözcüklerin nerelerden geldiklerini, evlerini, ağaçlarını, çiçeklerini düşünürdüm. Annelerini düşünürdüm sözcüklerin. Gece yaşamım sürüp giderdi, düş yaşamım da. Nasıl geçerdi uzun bir süre bilmiyorum. Yine sözcüklerin en güzeli uyandırırdı beni.”

(Dağlarca 100 Yaşında Syf 60)

KİMSESİZLİK

Birisi olsun isterim ki düşünsün düşündüğümü,
Duysun gönlümdekilerini gönlüm kadar bilmeksizin.
Ellerinde çiçekler gezerken herkes bu bahar sabahında
Anlasın o, baharlar kadar matemini, bir çiçeksizin.

Birisi olsun isterdim ki hiç kederli olmasın,
Toprak gibi dertsiz olsun o, toprak gibi gülmezken.
Bıraksın manzaralara kâinatını zaman gibi,
Ve dinlesin gözlerini kapatarak kendini, bazen.

İsterdim o sevsin bir tanrılar intizamını;
Kapılsın hadiselerin içindeki ahenge bir sükûn olup.
Ölüler gibi seyretsin hayatı fark etmeden;
Tabii bir insan gibi ona da tabii gelsin gurup.

Ey benim buraya yazdığım arkadaşım seni beklerim,
Eski bir gitarın bir sükûn arayan sesi kadar
Ey benim arkadaşım beklerim, beklerim seni
Bir annenin ölen çocuğundan ses beklemesi kadar.

(Bütün Şiirleri 1)

“Ben görmesem okumasam çıldırırım. Alışmışım gözümün önünde harfleri görmeye. Ya yazdığım, ya okuduğum harf olmasa çıldırırım. Allah bana harfsiz bir saniye vermesin. Tüylerim ürperiyor.”

(Dağlarca 100 Yaşında Syf 60)

AKDENİZ ACILIYDI XI

Denizin sakladığı bir şey var
Sevmek der kimi,
Kimi unutulmak.

Peki neden üşütür hep
Bu ağustos gecesinde
Karanlığın büyüklüğü?

Beni düşünme, dedindi ayrılırken
Düşünmüyorum ki
Düşüncem sende kalmış.

(Bütün Şiirleri 1)

Herkes bir kitabın müsveddesidir. Şunu demek istiyorum. Yapıtlar defter yapraklarına yazılmaz. İnsan yapraklarına yazılır. Bunların çoğu son güzelliğin ilk denemeleridir. Eski deyimiyle müsveddeleridir. Birbirlerini görmeseler de birbirlerinin yazdıklarını temize çekmektedirler. Binlerce yaprak karalanır. Belki yüz yıl sonra ak yazılara ulaşılır.

(Dağlarca 100 Yaşında Syf 60)

DİLEK

Gün doğar doğmaz

Bakınırsın ya dört yana

Dağlarını sayarken

Beni de say.


Kuşlar kaç

Uçanlar

Daldakiler kaç

Kat o kümelere beni de say.

Yollardaki

Şu gördüğün çocuklar içinde

Buğday benizli sarışın kumral

Belki utangaç... beni de say.


Ağaçlar dizilmişlerdir ya yol kıyılarına hep

İkişer ikişer, tek tek

Aralıklarında dur biraz

Beni de say.

Ölülerini sayarken

Bir ülkü uğruna yaşamasını vermiş ölülerini

Unutma

Beni de say.

(Bütün Şiirleri 3)

“İnsan kendini nice uğraşsa belli bir yere ulaştırabilir. Ta çok uzaktaki belli bir yer, insanı oraya kendi uzaklığında yaratmıştır. O yaratıklığı içinde gizler insan. Söylemez, açıklamaz. Kendini oraya varma başarısını, gücünü elde etmiş gibi görür, gösterir. Oysa ben açıklıyorum; orada olmak orada doğmaktan başka değil.”

(Dağlarca 100 Yaşında Syf 68)

YOKLARIN BİRİKİMİ

Gidiyordu o
Yorgun ayaklarını görüyordunuz
Kollarını yüklenmiş
Yaslamış başını omuzlarına
Gidiyordu o
Neler götürdüğünü bilmeden
Neler götüremediğini bilmeden
Bana neler bıraktığını bilmeden

Hemen anlıyordunuz
Sevginin
Size yazılı olmadığını
Özgür bir yaratık olduğunu
Kendi istenci bulunduğunu seziyordunuz

Ne de azıcıkmış insan
Kocaman yaşamalar içinde
Bir gözlemcik
İyeliği yok
Kendi kuruntusuyla
Kendini dev sanmaktadır hepimiz

Adam giderken
Sağındaki solundaki görüntüler
Akıyordu geriye doğru
Demek geçiciymiş diyordu adam
Gördüklerim de inandıklarım da

Birdenbire adam görünmez oldu
Ben görünmez oldum kendime

(Bütün Şiirleri 3)

“Gerçek bir şey söyleyeyim. Ölmektense hiç gelmemeyi tercih ederdim.”

(Dağlarca 100 Yaşında Syf 68)

SÖYLE SEVDA İÇİNDE TÜRKÜMÜZÜ

Söyle sevda içinde türkümüzü

Aç bembeyaz bir yelken

Neden herkes güzel olmaz

Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan, dallarla, budaklarla bir

Aynı maviliklerden geçmiştir.

İnsan nasıl ölebilir,

Yaşamak bu kadar güzelken?

(Bütün Şiirleri 1)


ARŞİV