Gazete Kadıköy, yazarlarımızın, şairlerimizin eserlerinden küçük alıntılarla oluşacak bir “köşe” açtı. Amacımız, bir edebi seçki ya da güldeste hazırlamak değil. Edebi değerlendirmelerde bulunmak hiç değil. Yalnızca bir gazete köşesi ölçeğinde kalmak üzere geçmiş edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek. Bu vesileyle yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak. Keyifle okuyabileceğiniz birbirinden farklı yazı ve öyküler sunabileceğimizi umuyoruz.
GÜLTEN AKIN ( 23 Ocak 1933- 4 Kasım 2015)
İnce şeylerin, duyarlılığın şairi Gülten Akın 1933 yılında Yozgat’ta doğdu. Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitiren Akın’ın ilk şiiri 1951 yılında "Son Haber" gazetesinde yayımlandı. İlk şiir kitabı "Rüzgâr Saati"ni (1956), "Kestim Kara Saçlarımı" (1960), "Sığda" (1964), "Kırmızı Karanfil" (1971), "Maraş'ın ve Ökkeş'in Destanı" (1972), "Ağıtlar ve Türküler" (1976), "Seyran Destanı" (1979), "İlahiler" (1983), "Sevda Kalıcıdır" (1991), "Sonra İşte Yaşlandım" (1995), "Sessiz Arka Bahçeler" (1998), "Uzak Bir Kıyıda" (2003) ve son şiir kitabı "Beni Sorarsan" (2013) izledi. Şiirleri pek çok dile çevrildi ve 40'tan fazla şiiri bestelenen şair Altın Portakal şiir ödülü, dahil olmak üzere pek çok ödülün de sahibi oldu.
Yazıları ve incelikli şiirleri dışında toplumsal konulara duyarlılığı olan Akın, İnsan Hakları Derneği, Halkevleri gibi demokratik kitle örgütlerinde kurucu ve yönetici olarak görev aldı.
Gülten Akın’ın şiir anlayışını yansıtan yazılardan oluşan Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan"Şiiri Düzde Kuşatmak" isimli kitabından “İnce şeyleri anlamak” başlıklı yazıyı ve "İlk Yaz" şiirini okuyucularımızla paylaşıyoruz.
İNCE ŞEYLERİ ANLAMAK
Durup, ince şeyleri anlamak. Bu söyleyişinin adını kim koydu bilmiyorum ama kesenkes bir şair o da.
İnce şeyleri anlamadan, hızlı yaşayıp geçiyoruz çoğu kez. Kimi zaman da anlıyoruz ama şiirin alanına geçirmek onu, şiirin diline çevirmek olası görünüyor. Bana, yazdıklarım değil de, yazamadıklarım, şiir diline aktaramadıklarım daha değerli gelmiştir. Çocukluğumda kışların mangal başı gecelerini derinden sevmişimdir. Yaşamımdan kimi resimler dondurulmuş kalmıştır belleğimde. Kış geceleri kadar, yaz odasının resmi de yazmayı bekleyen sevgili bir resimdir. Okumaya düşkün bir annenin dizi dibinde, okumayı yeni öğrenmiş, okula henüz başlamış bir kız.
Sonra, kendi babasına karşı kişilik savaşı veren genç bir baba. Karısını ve çocuklarını o dedeli nineli evden, güzel evden alıp götüren. İlk ayrılığın resmi, sevgili yaşlılardan.
Büyürken bedenden utanmanın resmi. Yeni olmayan ya da çok yeni olan bir giysiden sıkılmanın resmi.
Tam yakaladığını sandığın bir arkadaşlığın ve onu yitirişin resmi.
Kimi insanların resimleri. Onları yazmak isterdim. Kendini nesneden özgürleştirmiş, toplumculuktan geçerek toplumsallaşmış sevgili, değerli insanların resimleri. Resmi tarih değil de, böyle bir resimli tarihi şiire dönüştürmek isterdim. Örneğin otuz yıl önceki Kumru Belediye Başkanı Kemal Kumru’yu yazmak isterdim. Belediyesinin kamyon sürücüsü, işçisi, ağır yük hamalı, masasına oturduğunda avukatı, yargıcı, barıştırıcısı, iş, aş bulucusu. Benim tek odalı avukatlık bürosunun kapısındaki görüntüsü onun, elleriyle cep içlerini tersine çevirip hiç parası olmadığını gösteren bir kocaman adam görüntüsü. “Bacım bacım şu kadının dilekçesini bir yazıver” diyen.
Ad ad saysam, çokturlar. Şiirsel bir tarih oluşturacak kadar çokturlar. Bunca saldırıya bunca savaşa karşın dünya atmıyorsa onların yüzündendir. Sayesindedir.
Ontik (varlığa değgin) bir şiir mi, bilgiye değgin (epistemik) bir şiir mi? Şiiri genel felsefenin terimleriyle çözmeye, değerlendirmeye çabalayanlar var. Bir ozanın genel felsefe bilmesi, bir çok şeyi bilmesi kadar, daha fazla gereklidir ama şiiri çözmede değerlendirmede araç yine şiirin kendinden çıkarılmalıdır. Şiirin felsefe sözlüğü farklıdır. Genel felsefenin terimleriyle yaklaşırsa şiire insan, epistemik şiir kalıcı değildir, diyebilir. Ama şiir bilgiyi de varlığı da aynı zamanda kapsarsa şiir olur.
Ben yaşadığını yazmaya çalışan bir ozanım. Yaşam benim için hep büyülü, giz dolu, harikulade olagelmiştir. Hep şaşkınlık içinde kalmışımdır. Düşlerle, imgelerle beslenen, aşk dolu bir yapım var. Hep coşku içinde oldum. Coşkumu, şiir yazmadığım zamanlar dünyaya aktaramadığım için hep çarpıntılı bir yürekle yaşadım.
Biz susmaya, sakin durmaya, coşkuyu belli etmemeye eğitildik. Özellikle benim yaşımdakiler ve özellikle kadınlar. Aşk dolu, coşkular içinde bir ufacık kadın ama o aynı zamanda dengeli, tutarlı, kurallı olmaya çalışıyor, çoğu kez de başarıyor. İşte size sürekli gerilim.
Şiir yazmak ya da resim yapmak, ya da müzikle uğraşmak zorundaydım, benim ağır yaşamım içinde şiir daha bir uygunlukla yerini aldı.
Kendimi hep bir yolcu gibi duydum. Bir gezgin. Ama çerçevelenmiş kurallı bir hayatı eksik bırakmadan sürdürmek de bir zorunluluktu. O zaman bu gezginlik, bir düş, bir hayal gezginliği olacaktı. Öyle oldu. Sınırlanmış bir yaşam alanını, geniş bir cezaevini şiirle aştım. Gerçek özgürlüğün dilini yakaladım. Nesnelin dışında, aşkın belirlediği, aşkınlığın belirlediği dünyayı buldum.
Şiire başlamak gerçekten bir yolculuktur. Her ozan için.
Başlarken nereye varacağınızı önceden bilir gibisinizdir ama sizi yolda, ummadığınız yerlerde bekleyen, şaşırtıcı ayrıntılar vardır. Onları görebildiğinizde önünüzde küçük ara yollar, sokaklar açılır. En uca kadar, gizler noktasına kadar gitmek istersiniz, gidebilirsiniz de kimi kez.
Öyle şeyler işte.
Şiir, dizelere sıkıştırılmış bir nükleer enerji. Şiir, parçalanacak, patlayacak olan şey. İşte düzeni, egemenleri korkutan şey. Şiir hem haz, hem derinlik, hem sonsuz bir bağımsızlık, bağsızlık, hem çok ince bir denge, iç düzen. Sabır ve coşku.
Şiirsiz bir dünya düşünemiyorum. Bu herkes için.
(TÜYAP Ankara Kitap Fuarı’nda bir söyleşiden, 1994)
İLKYAZ
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler
"Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı
Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz
sisin dere ağızlarından sokulup akşamları
Fındıklarımızı basıyor
Neyleriz kararan tomurcukları
Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz
Tecimenlere yalvarıyoruz:
Bir "Hotel" bir gizli evlenme az çiziniz
Bir banka az çiziniz bir yalvarma
Bizden size ve sizden dışardakilere
Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye
-Evet efendim-
Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye
Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet
Yazların motorlu çingeneleri
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Toprağa tutku, kendinden dolayı
Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para
Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga
Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga
Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde
-Bilmiyoruz neden kavga.
Sonra kasabanın cezaevinde
Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz
Günlerimiz iterek genişletiyoruz
Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye
Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye
Durup ince şeyleri anlatmaya
Kimselerin vakti olmasa da
Okulların kadın öğretmencikleri
Tatil günlerini çoğaltsalar da
Kutsal nemiz varsa onun adına
Gözlerimiz için bağlar dokusalar da
Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
Açmaya ilkyaz çiçekleri
Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz