Hasan Hüseyin: Atla Otobüse

Edebiyatımızın usta kalemi Hasan Hüseyin Korkamazgil'den Atla Otobüse öyküsünü okurlarımızla paylaşıyoruz

17 Haziran 2020 - 14:37

Gazete Kadıköy okuyucularına ülkemizden ve dünyadan usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılarla oluşan bir “köşe” açtı. Amacımız bir edebi seçki hazırlamak ya da edebi değerlendirmelerde bulunmak değil. Bir gazete köşesi ölçeğinde edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek ve yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak... Keyifli okumalar diliyoruz.

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL (1927- 26 Şubat 1984)

Edebiyatımızın güçlü kalemlerinden toplumcu şair ve yazar  Hasan Hüseyin Korkmazgil, 1927 yılında Sivas Gürün’de doğdu. 1948’de Adana Erkek Lisesi'ni, 1950’de Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirdi. Enstitüyü bitirdikten sonra öğretmenlik yapmaya başladı. 1951'de Maraş'ın Göksun ilçesinde öğretmenlik yaptığı sırada, Türk Ceza Yasasının 142. maddesine aykırı eylemde bulunmak iddiasıyla tutuklanarak 3 yıl hapishanede kaldı. Öğretmenlikten uzaklaştırıldı. Cezaevinden çıktığı 1954'ten 1960'a kadar tabelacılık, ressamlık, dilekçecilik, tarım işçiliği gibi işler yaptı.

Lise yıllarında şiir yazmaya başlayan Hasan Hüseyin'in ilk şiiri  1959’da Dost Dergisi’nde yayımlandı. 1960'da İstanbul'a, sonra Ankara'ya yerleşti. 1961-1967 yılları arasında Metin Toker’in yayınladığı haftalık “Akis” dergisinde çalıştı. 1964 yılında bir öğretmen olan Azime Hanım ile evlendi. 1965 yılında “Bir Oğlum Olacak Adı Temmuz” şiirinde adı geçen Temmuz Korkmazgil (1965) isimli bir oğlu oldu.

1970’ten itibaren Yenigün gazetesi, Barış gazetesi, Toplum dergisi, Ankara Ekspress gazetesi, gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı. 1960 sonrasında yayımlamaya başladığı şiirleri, yazıları, kitapları nedeniyle hakkında pek çok dava açılan usta şair ve yazar 1964 Yeditepe Şiir Armağanını, 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü'nü, 1981 Toprak Şiir Ödülü'nü, 1981 Nevzat Üstün Şiir Ödülü'nü kazandı.

26 Şubat 1984’te hayata veda etti. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Bilgi Yayınevi tarafından basılan “Öhhööö!” öykü kitabından “Atla Otobüse” öyküsünü ve “Akarsuya Bırakılan Şiir”ini okurlarımızla paylaşıyoruz.

ATLA OTOBÜSE

Bir hafta olmuştu geleli. Bizde paralar suyunu çekti. Mevsim yaz olduğu için bir pantolon, bir gömlek. Satacak bir şey de yok sırtımızda. Şimdi anladım Ahmet’in dediklerini. “Kardeşim” derdi Ahmet, “bir saatle, bir yüzük şart bir adama. Darda kaldın mı paraya çevirir birkaç ay idare edersin.” Ne akıllı adamlar var şu dünyada!.. Parmaklarına kamyon gibi şövalye yüzük takışları, kollarına değirmentaşı kadar saatler oturtuşları boşuna değilmiş!.. Bunlar hep görgüyle olur. Bizde o görgü nerdeee!..

Ah bir iş bulabilsem!.. İş çok diyorlar. Evet, ben de biliyorum, iş çok. İş çok ama, nerde olduğunu bir türlü bilemiyorum. Sonra, işten önce bir temiz gömlek gerek bana. Gömlek kirli. Gömlek kirli olunca berbere de gidemiyor adam. Sakal oldu on günlük. Gömlek kirlenir, sakal uzar da, gövde kirlenmez mi? Başladım kaşınmaya. Parmaklarımı kaburgalarımda gezdirdikçe kir yuvarlanıyor. Bir hamal için belki bunlar gayet olağandır, ama gözü kör olsun, biraz okumuşuz, suyun, berberin, aşçının, otelin, temiz giyinmenin ne demek olduğunu biliyoruz. Bilmekle bilmemek arasında çok şey var kardeşim. Bildiniz mi, yandınız!..

Cebimde para bir hafta daha yaşatabilir beni. Yani sokakta, iki ayak üstünde tutabilir. İş de sokakta olduğuna göre, eh, mesele yok, bu bir haftada nasıl olsa bir iş buluruz.

Sanayi Çarşısı’na gidecektim:

-Affedersiniz, dedim birine, Sanayi Çarşısı ne yana düşer?

Adam hiç bakmadı bile yüzüme:

-Şu yandadır. Atla otobüse, git!

O yana doğru yürüdüm. Binsem mi, binmesem mi otobüse? Paracıklarımı bir daha saydım. Hayır, en iyisi yaya gitmek. On kuruş daha koydum mu, bir francala alabilirim.

Otobüs kalktı. Düştüm otobüsün ardına. Git git, görüneceği yok Sanayi Çarşısı’nın. Bir otobüs durdu az ötede. İnenlerden birine sokuldum.

- Sanayi Çarşısı daha uzak mı?

-Yaya gidemezsin, dedi, atla bir otobüse!

-Atlayayım mı?

Adam şöyle bir baktı yüzüme “kık” yaptı.

-Yoo atlama, sıçra!

Öyle bir bozuldum, sormayın! Gözlerimin önü çıngılandı. Ama ne diyebilirim adama?

Ben bu şaşkınlık içindeyken otobüs kalktı. Düştüm yine ardına. Bir saat sonra Sanayi Çarşısı’ndaydım. Aradığım adam yokmuş. Biri:

-Bugün göremezsin kardeşim, dedi. En iyisi atla bir otobüse, Hurdacılar’a git.

-Nerde bu Hurdacılar?

-Son duraktan az ötede. Atla şurdan otobüse, son durakta in.

Durakta bekliyorum. Binsem mi, binmesem mi? Binsem mi, binmesem mi? Paracıklarımı bir daha saydım. A-ah.. binemem! En iyisi yürümek. On kuruş daha koydum mu, bir francala alabilirim.

-Abi, Hurdacılar ne kadar çeker?

-Yarım saat falan…

-Otobüsle mi yarım saat?

Adam iyice bir gülecek birilerini aradı çevresinde. Sonra da başladı nereli olduğumu falan sormaya. Otobüs durdu.

-Tamam, dedi, atla şuna git! Hadi, yürü!

Kendisi atladı otobüse, ben düştüm ardına. Git git, tükeneceği yok yolun.

-Kardeşim, daha uzakta mı bu Hurdacılar?

-Yaya gidemezsin, atla şu otobüse…

-Atlayayım mı?

-Yoo atlama, devam et yürümene. Akşama varırsın.

Binecektim, fakat adam öyle edepsizce buruşturdu ki yüzünü, utandım binmeye. Otobüs kalktı, ben yürüdüm. Önce kaval kemiklerimde bir sızıdır başladı. Sonra başladım şımarık şehir çocukları gibi kıvırmaya. Kıvırmamak elde değil ki… Belden aşağıma töbe sahip olamıyorum. Ben sola gidiyorum, belden aşağım sağa. Ben ileriye gidiyorum, belden aşağım geriye. Boyumun da en az on santim kısaldığını sanıyorum. Çünkü öyle küçülmüştüm ki…bacak kadar çocukların kemerlerine varmıyordu başım. Yumruk kadar taksiler yürüyen birer dağdılar sanki. Daha da ufalıyordum. Baktım, toz olup gideceğim, ilk durakta atladım otobüse. Hurdacılar’da da olmadı işim. Başka bir iş yerine bakmam gerekiyordu.

-Atla otobüse, üçüncü durakta in, dediler.

Atladım otobüse, üçüncü durakta indim. Açlıktan da sallanıyorum. İki gündür francala parasını yedik. “Boşver yahu” dedim içimden, “üç gün ararsam, nasıl olsa iş bulurum”.

Üç gün daha “atla otobüse” dolaştık koca şehirde. İş bulmanın imkanı yok!

-Canım, hemen iş bulunur mu, dedi bir tanıdık. Hele şöyle on beş gün, bir ay dolaş bakalım. Bak, sana bir iş yeri söyleyeyim. Atla şu otobüse…

-Atladık yahu, n’oolacak?

-Atlarsın otobüse, anlıyor musun, inersin Bira Fabrikası’nın yanında. Sorar soruşturursun.

Öfkeden tir tir titriyordum. Cebimdeki bozuklukları olanca gücümle sıktım, sıktım, sıktım…

-Sonra? Dedim. Sonra n’aapacağız?

-Yine atlarsın otobüse…

-E, tabi atlayacaksın!

-Sonra?

-Bakarsın birkaç yere daha. Yoksa…

Oracığa oturdum, yüzümü elime dayadım:

-Atlarsın otobüse…

Baktı ki iyiden dalga geçiyorum kendisiyle;

-Hadi be sen de, dedi. Zaten size iyilik yaramaz ki… Biz herife yol gösteriyoruz, herif tutmuş bizimle matrak geçiyor.

Sadaka vermiş kimselerin gönül hoşluğuyla çekip gitti. Ben bir zaman daha oturdum oracıkta. Oturdukça oturası geliyor adamın. Yedikçe yiyesi geliyor. Uyudukça uyuyası geliyor. Konuştukça konuşası. Sustukça susası. Sövdükçe sövesi. Çaldıkça çalası. Öldürdükçe öldüresi. Ne bileyim, güldükçe gülesi geliyor adamın. Bir gülmedir geldi içimden. Güldüm, güldüm, güldüm… Dönüp baktım ki, daha birkaç kişi de gülüyor benimle birlikte. Sonra daha başkaları da gülmeye başladılar. Derken ağaçlar da başladılar gülmeye. Derken apartmanlar a başladılar gülmeye. Derken heykel de başladı gülmeye. Caddeler, bulvarlar, otobüsler, troleybüsler, hepsi hepsi gülüyorlardı. Şehir tüm gülüyordu.

Doğruldum ki beş kişi daha var yanımda. Sermeserim yatmış uyuyorlar. Dürtüp uyandırdım beşini de:

-Kalksanıza be, dedim, yatılır mı burada? Otel mi burası? Utanmıyor musunuz yolun ortasında uyumaktan? Bak, maşallah, kazık gibi adamlarsınız, gidip çalışsanıza!

Hepsi birden konuştu, ama sanki konuşan bir kişiydi.

-İş arıyorduk, dediler, yorulduk…

-Yorulursunuz yaa, dedim. Yoruldukça yorulası geliyor adamın.

-Şöyle oturalım azıcık dedikti, sızmışım…

-Sızdıkça sızası geliyor adamın, dedim.

-Bildiğin yerlerde iş yok mu, dediler, sevap olur…

-Çoook, dedim. İşten çok ne var? Hadi kalkın bakalım, tembel herifler sizi!.. Uyudukça uyuyasınız geliyor değil mi? Hadin bakalım, atlayın şu otobüse! Hadin, atlayın!.. Bu memlekette iş var, anladınız mı!

Atladılar otobüse.

Beşine de iş bulmuştum… Onlar da sevinçli, ben de… Birbirimize sevinçli sevinçli el salladık...

(Azime Korkmazgil ve Hasan Hüseyin Korkmazgil)

AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP

incecikti

gül dalıydı

dokunsam kırılacaktı

dokunmadım kurudu

Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

Ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını

Neden akşam oluyorum tren kalkınca

Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince

Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum

Öyle çok acımasız ki, öyle birdenbire ki

Az önceki çiçekler nasıl da diken diken

Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.

O sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti

O elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti

Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz

Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı

Oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı

Kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı

Nerde şimdi, nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu

Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.


ARŞİV