Hebel: Seçme Takvim Hikâyeleri

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Johann Peter Hebel ile devam ediyor.

27 Ekim 2023 - 09:59

JOHANN PETER HEBEL ( 10 MAYIS 1760- 22 EYLÜL 1826)

Alman edebiyatının kurucu yazarlarından sayılan Johann Peter Hebel, 1760 yılında ebeveynlerinin yaz aylarında çalıştığı Basel'de doğdu. Çocukluğunun yarısını Basel'de, diğer yarısını da babasının kışları dokumacı olarak çalıştığı Hausen im Wiesental köyünde geçirdi. Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybetti. 1766'da Hausen'de ilkokula gitti ve 1769'da Schopfheim'daki Latin okuluna gitti. 1774'te arkadaşlarının maddi yardımıyla Karlsruhe'deki Gymnasium illustre'ye (şu anda Bismarck-Gymnasium) katıldı ve buradan 1778'de mezun oldu. 1778'den 1780'e kadar Erlangen'de teoloji okuduktan sonra, öğretmen ve vaiz yardımcısı oldu. Öğrettiği konular arasında botanik ve doğa tarihi vardı ve hatırı sayılır bir bitki koleksiyonuna sahipti. 1819'da Baden'deki Lüteriyen kiliselerinin piskoposu ve dolayısıyla yerel meclisin üst meclisinin bir üyesi olarak atandı. Bu ona sağır, dilsiz ve körlere yönelik kurumların kurulması ve Roma Katolik rahiplerinin daha iyi eğitimi gibi sosyal ve eğitimsel girişimleri destekleme olanağı sağladı. 1803-1806 yılları arasında Badischer Landkalender, 1807-1811 yılları arasında da Der Rheinländische Hausfreund adlı takvimler için kıssa tarzında öyküler ve metinler yazdı.

22 Eylül 1826’de hayatını kaybeden yazarın Everest Yayınları tarafından yayımlanan Seçme Takvim Öyküleri isimli kitabından kısa bölümler aktarıyoruz.

SEÇME TAKVİM ÖYKÜLERİ

Beleş Öğle Yemeği

Eski bir deyimdir: Kazdığı çukura kendisi düştü. Ufak bir şehirde Löwen¹ Meyhanesi’nin sahibi de kazdığı çukura kendisi düşmüş. Günlerden bir gün iyi giyinmiş bir müşteri dükkânına gelmiş. Çok konuşmadan, inatçı bir tavırla parası mukabilinde etli bir çorba istemiş. Ardından parası mukabilinde bir parça dana eti ve sebze de talep etmiş. Meyhaneci kibarca yanında bir kadeh de şarap arzu edip etmediğini sormuş. "Tabii ki,” diye cevap vermiş müşteri, "param mukabilinde iyi bir şey getirecekseniz." Her şeyi keyifle yedikten sonra cebinden eskimiş bir altı kreuzer çıkarmış ve şöyle söylemiş: “İşte efendim, param.” Meyhaneci, “Bu da ne demek oluyor böyle? Bana bir taler (o dönemde tedavülde olan para) borcunuz yok mu?” deyince müşteri cevap vermiş: “Sizden bir talerlik yemek istemedim, sadece param mukabilinde yemek istedim. İşte bu da benim param. Daha fazlası yok. Eğer bana fazlasını verdiyseniz o da sizin suçunuz.” Bu olayın üstünden henüz çok zaman geçmedi. Olaya bakacak olursak utanmazlık ile terbiyesizlik dışında bir şey görmüyoruz. Ama daha iyisi asıl şimdi geliyor: “Siz dolandırıcı soytarının tekisiniz!” diye karşılık vermiş meyhaneci. “Aslında çok daha başka şeyler hak ediyorsunuz ama öğle yemeğinizi ben ısmarlamış olayım, hatta üstüne 24 kreuzer de veriyorum. Yeter ki bundan kimseye bahsetmeyin ve sonrasında komşum Bären Meyhanesi’nin sahibine gidip aynısını ona da yapın.” Böyle söylemiş çünkü Bären Meyhanesi’nin sahibiyle arasında rekabet yüzünden huzursuzluk varmış, karşılıklı ağız dalaşına girip birbirlerine kötülük yapmanın peşinde koşarlarmış. Ama kurnaz müşteri bir eliyle kendisine uzatılan parayı gülümseyerek alırken diğeriyle dikkatle kapıyı tutmuş ve adama iyi akşamlar dileyip şunları söylemiş: "Komşunuz olan şu Bären Meyhanesi’nin sahibiyle zaten tanıştım, beni buraya gönderen de ta kendisi."

Böylelikle ikisinin kavgasından bir üçüncü kişi fayda sağlamış. Ama düzenbaz müşteri diğerlerinin bu olaydan bir ders çıkarıp barışmalarına vesile olduysa bir teşekkürü hak etmedi de değil. Çünkü barış büyütür, düşmanlık tüketir.

Akıllı Hâkim

Doğu'da her şeyin ters olmadığını daha önce duymuştuk. Şu anlatacaklarım da bunu destekler niteliktedir: Zengin bir adam bir bezin içine yüksek miktarda para koyup dışını dikmiş ama bezi dikkatsizlik yüzünden kaybetmiş. Sağa sola parayı kaybettiğini duyurmuş ve alışılageldiği üzere parayı bulana ödül vereceğini ilan etmiş, ödül de 100 taler kadarmış. Derken iyi ve namuslu bir adam karşısına çıkmış. “Paranı buldum. İşte burada! Sana ait olanı al” Bunları içi dışı bir, dürüst, temiz, vicdanlı bir insanın sesiyle söylemiş, ne de güzel etmiş. Öteki de mutlu bir yüz ifadesi takınmış ama sadece kaybettiği parasına kavuştuğu için yapmış bunu. Çünkü konu dürüstlüğüne gelince ne hale geleceğini birazdan öğreneceksiniz. Parayı sayarken hemencecik parayı bulan iyi adama ödülü vermekten nasıl yırtacağını düşünmüş. “Sevgili dostum,” demiş, “bu bezin içinde 800 taler vardı. Ama ben şimdi 700 sayıyorum. Herhalde siz dikişi açıp ödülünüz olan 100 taleri bana zahmet vermeden içinden aldınız. Bunun için size teşekkür ederim.” Bu yapılan hiç hoş bir davranış sayılmaz. Ama zaten biz de hikâyeyi bitirmedik. Doğrular bir gün muhakkak açığa çıkar, hiçbir haksızlık yapanın yanına kâr kalmaz. 100 taleri değil de kusursuz adaletin yerine gelmesini bekleyen namuslu adam bezi o halde bulduğunu ve nasıl bulduysa da öyle getirdiğini ısrarla anlatmış. Sonunda hâkime gitmişler. İkisi de iddialarını orada bir kez daha yinelemiş, birisi 800 taleri bezin içine diktiğini, diğeri ise bulduğundan tek bir kuruş almadığını ve dikişleri açmadığını söylemiş. İyi bir nasihat pahalıya patlar. Birisinin dürüstlüğünü, diğerinin ise kötü niyetini en baştan sezen hâkim ikisinin de söylediğini doğru kabul edip şu karara hükmetmiş: Eğer birisi 800 taler kaybettiyse ve diğeri 700 talerlik bir paket bulduysa ikincinin bulduğu parada birincinin. Sen, dürüst adam, sen parayı al ve 700 taler kaybeden birisi ortaya çıkana kadar parayı en iyi şekilde muhafaza et. Sana gelince, 800 taler bulan birisi gelene kadar sabırla beklemen dışında sana tavsiye diyebileceğim bir şey yok.” İşte böyle konuşmuş hâkim ve olay kapanmış

Tedbirli Rüyacı

Bir zamanlar Bern Kantonu’ndaki Wiedlisbach kasabasına bir yabancı konaklamaya gelmiş. Gömleğini çıkarıp tam yatağa girecekken bohçasından bir çift terlik çıkarmış ve onları çorap bantlarıyla ayağına sabitleyip kendini öylece yatağa bırakmış. Odada kalan diğer yolcu “Sevgili dostum, bunu niye yapıyorsunuz?” diye sormuş. Bunun üzerine bizimkisi cevaplamış: “Tedbiren. Çünkü bir keresinde rüyamda bir cam kırığına bastım. Uykumda öyle bir acı hissettim ki bundan böyle ne olursa olsun çıplak ayakla yatmam.”

Beklenmedik Hesap

Bazen beklenmedik bir fikir akla gelir, bu fikirlerin sonunda bazen malımızı, bazen de canımızı kaybederiz. Bu hikâyede kaybedilense yalnızca mal. Olay şöyle: Üç neşeli üniversite öğrencisi yolculukları esnasında ceplerinde metelik kalmamasına ve tüm parayı saçıp savurmalarına rağmen bir meyhaneye girer ve bu durumdan nasıl kurtulacaklarını düşünürler. Düzenbazlar gibi hesabı ödemeden kaçmamaları gerektiği konusunda hemfikirdirler. Ortam numaraları için uygundur, genç ve sevimli meyhaneci kadın tek başınadır. Gençler keyifle yiyip içerler ve bilgece bir sohbete başlarlar, neymiş efendim, dünya binlerle ölçülecek yaştaymış, bir bu kadar daha varlığını sürdürecekmiş, her yıl, her gün ve her saat kendini tekrar edermiş, nitekim o gün ve o saat de altı bin yıl önce aynen yaşanmışmış. İçlerinden biri, “Evet,” demiş sonunda pencerenin yanında örgüsüyle oturup onları dikkatle dinleyen meyhane sahibesine. “Evet, hanımefendi, biz bunları okuduğumuz yüce kitaplardan öğrendik.” Bir diğeri işi öyle ilerletmiş ki altı bin yıl önce de orayı ziyaret ettiklerini ve sevimli hanımefendinin güzel yüzünü zorlukla da olsa hatırladığını iddia etmiş. Sohbet uzamış, mekânın sahibesi inanmış göründükçe fırlama gençler şarabın, kızartmanın ve bretzelin tadıni çıkarmaya devam etmiş, ta ki 5 florin ve 16 kreuzerlik hesabı görene kadar. Yeteri kadar yiyip içtikten sonra önceden amaçladıkları hileyi uygulamaya koyulmuşlar.

“Hanımefendi!” demiş içlerinden birisi, “Bu sefer bütçemiz pekiyi durumda değil. Caddede bir sürü meyhane olmasına rağmen anlayışlı bir kadın olduğunuz için buraya geldik. Düşündük ki eski dostlarınız olarak size veresiye yazdırabilir ve tabii kabul ederseniz altı bin yıl sonra yeniden geldiğimizde eski hesabı yeni hesapla beraber öderiz.” Anlayışlı kadın buna şaşırmamış, durumdan tamamen memnunmuş, beylerin böyle mütevazi olmaları hoşuna gitmiş, belli etmeden dükkanın kapısına yürümüş ve beylerden en azından altı bin yıl önceki 5 florin ve 16 kreuzerlik hesabı ödemelerini, nasıl olsa geçmişte de bugünün aynısının gerçekleştiğini ifade etmiş. İşin kötüsü, belediye başkanı da yanındaki dürüst adamlarıyla birlikte birkaç kadeh şarap içmek amacıyla, mekana teşrif etmiş. Enselenen kuşlar  bu duruma bozulmuş çünkü başkan hemen orada kararını vermiş: “Altı bin yıllık bir borcun ödenmesi gerektiği hepinizin malumudur, dolayısıyla beyefendiler gecikmeksizin bu eski borcu ödemeli ya da epey yeni görünen ceketlerini rehin olarak vermelidir.” Ceketlerini bırakmak zorunda kalmışlar ve meyhaneci kadın, altı bin yıl sonra geri geldikleri zaman, maddi durumlarının düzelmiş olması şartıyla onlardan aldığı her şeyi teker teker iade edeceğine söz vermiş.

Garip Bir Gezinti

Adamın biri eşeğinin üstünde eve gidiyor, oğlu da yanında yürüyormuş Karşıdan gelen birisi babaya, “Senin eşeğe binmeni, oğlununsa yürümesi doğru değil sen ondan çok daha güçlüsün,” demiş. Bunun üzerine baba eşekten inmiş, oğlu binmiş. Karşıdan başka biri görünmüş o da demiş ki “Böyle olmaz, çocuk. Sen eşeğe binmişsin, baban yürüyor, senin bacakların onunkilerden çok daha zinde.” Bu sefer eşeğe ikisi birden binmiş, bir süre öyle gitmişler. Karşıdan gelen üçüncü adam şöyle demiş: “Bu nasıl bir saçmalık! Böyle zayıf bir hayvancağızın üstünde iki herif. Bir sopa alıp ikinizi de kovalamalı.” Adam böyle söyleyince ikisi birden eşekten inmiş. Şimdi üçü yan yana yürüyorlarmış, sağda baba, solda oğlu, ortada da eşek. Dördüncü adam çıkagelmiş. “Ne biçim üçlüsünüz siz?” Üçünüz değil de ikiniz yürüseniz daha iyi değil mi?” En sonunda baba dayanamamış, eşeğin ön ayaklarını bağlamış, çocuk da arka ayaklarını. Yolda buldukları sağlam bir ağaç dalını iplerin arasından geçirip eşeği omuzlarında taşımaya başlamışlar.

Herkesi memnun etmeye çalışırsanız sonu buralara kadar varır.

Bir Değerli ve Bir Değersiz Baş

Polonya’nın son kralı ülkesini yönetmeye devam ederken çok da nadir karşılaşmadığı isyanlardan biri patlak vermiş. Ona başkaldıranlardan biri olan Polonya prensi kendini öyle kaybetmiş ki kralın başına 20.000 gulden ödül koymuş. Küstah adam artık kralı üzmek için mi yoksa korkutmak için mi bilinmez, bunu krala bizzat yazdığı bir mektupla  bildirmekten de geri durmamış. Kral ise ona soğukkanlılıkla bir cevap yazmış: “Mektubunuzu okudum. Başımın nezdinizde değer gördüğünü görmek beni sevindirdi. Bense sizi temin ederim ki başınıza bir kuruş bile vermem.”

 

ARŞİV