Henry David Thoreau: Walden Yahut Ormanda Yaşam

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Henry David Thoreau ile devam ediyor

03 Ağustos 2023 - 10:36

HENRY DAVID THOREAU  

Sivil itaatsizlik anlayışının öncülerinden sayılan Amerikalı yazar, filozof ve şair 12 Temmuz 1817 yılında Massachusetts eyaletine bağlı olan Concord'da dünyaya geldi. 1828 yılında ailesi onu Concord Akademisi'ne gönderir, burada öğretmenlerini fazlasıyla etkiler. Böylece üniversiteye hazırlanmasına izin verildi. Akademi'den mezun olarak 1833 yılında Harvard Üniversitesi'ne girdi, iyi bir öğrenci olmasına karşın rütbe sistemine kayıtsız kaldı ve kütüphaneyi kendi istekleri için kullanmayı tercih etti. 1837'de sınıfından orta derece ile mezun olarak öğretmenliğe atılmaya kadar verdikten sonra Concord'daki eski bir üniversite hazırlık okulunda bir iş buldu. İki haftalık zorlu bir süreçten sonra, disiplinci biri olmadığını anlayıp ve istifa ederek aile mesleği olan kalem imalatı işinde, babasının yanında çalıştı.

1845 yılında Concord şehrinin dışında bulunan Walden Gölü kıyısında Emerson'a ait olan bir arazinin üzerine kulübe inşa etti ve burada "Walden" kitabını yazdı. "Walden" Amerikanın en önemli entelektüel akımlarından biri olan New England Transendentalizmi için örnek bir eserdir. Yazarın Walden Gölü kıyısında, şehirden ve modern hayattan kopuk bir biçimde geçirdiği yıllara ait deneyimlerini okurlarıyla paylaştığı kitapta sosyal ve ekonomik hayata dair fikirleri yer alır.

Henry David Thoreau'nun sağlığında yayımlayamadığı iki kitabı bulunmaktadır. 6 Mayıs 1862 yılında birkaç küçük gezi ve Harvard'daki öğrencilik dönemi dışında hiç ayrılmadığı Concord şehrinde geçirdiği tüberküloz yüzünden hayatını kaybetti. Eserlerinin tamamı 20 cilt halinde 1906 yılında basıldı.

Yazarın Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan Walden Yahut Ormanda Yaşam kitabından kısa bölümler paylaşıyoruz.

WALDEN YAHUT ORMANDA YAŞAM

Bu nispeten özgür ülkede bile çoğu insan sırf cehaletten ve yanılgıdan ötürü, yaşamın yapay dertleriyle ve son derece yüzeysel, basit işleriyle öylesine bir meşgul ki yaşamın daha güzel meyvelerini toplayamıyorlar. Elleri çok aşırı zorlanmaktan ötürü, bunu yapamayacak kadar hantal ve titriyor. Aslında, çok çalışan insanların her gün gerçek anlamda bir bütünleşmeye yeterli boş vakti yoktur; insanlarla çok insanca türden bir ilişki sürdüremezler; emekleri pazarda değer kaybeder. Makine dışında bir şey olmak için vakitleri yoktur. Bildiklerini bu kadar sıklıkla kullanan biri -gelişmesinin zorunlu bir sonucu olan- cahilliğini nasıl iyi hatırlayabilir ki? bir adam hakkında hüküm vermek için önce onun karnını doyurmamız ve bazen de gereksizce zengin bir şekilde giydirmemiz ve içkilerimizle takviye etmemiz gerekir. Mizacımızın en iyi nitelikleri, meyvelerin üzerindeki tazelik buğusu gibi, ancak oldukça nazik tutularak korunur. Ama biz kendimize de başkalarına da bu kadar yumuşak davranmayız.

Hepimiz biliyoruz ki bazılarınız yoksul, yaşamak bile zor geliyor size, bazen sanki boğulur gibi oluyorsunuz. Bu kitabı okuyan bazılarınızın yediği bütün yemeklerin ya da giydiği yahut eskittiği ceketlerin ve ayakkabıların karşılığını ödeyecek parasının olmadığından ve bu sayfaya kadar okumak için ancak izin alınmış ya da çalınmış zamanı kullandığınızdan, yani size güvenenlerin bir saatini çaldığınızdan kuşkum yok.

(…)

Birçoğunuzun ne kadar bayağı ve alçakça bir hayat yaşadığı oranda gayet açık çünkü benim gözlerim deneyimlerle keskinleşti; daima sınırda, bir işe girmeye çalışarak ve borçtan, çok eski bir umutsuzluktan, Latinlerin deyişiyle æs alienum, yani başkasının pirincinden, madeni paralarınızın bazıları pirinçten çünkü, kurtulmaya çalışarak yaşamak; hep ödeyeceğine söz vererek, yarın ödeyeceğine söz vererek ve bugün ölerek, batmış halde; birilerine yaranmaya, kurallara uymaya çalışmak ve sadece hapishanelik suçları işlemeden bir sürü ruh haline girmek: Yalan söylemek, yaltaklanmak, oy vermek, kendinizi sivilliğin fındık kabuğuna girecek kadar küçültmek ya da yumuşak ve buhar gibi bir yüce gönüllülük atmosferine dağılıp gidecek kadar genişlemek, sırf komşunuzu ayakkabısını ya da şapkasını ya da ceketini, yahut arabasını size yaptırmaya ya da size kendisi için bazı mallar getirtmeye ikna edebilesiniz diye; bir hastalık günü lazım olur diye bir şeyler biriktirmek için kendinizi hasta etmek, bir şeyler saklamak için eski bir sandığa ya da duvarın ardındaki bir zulaya ya da daha güvenlisi, duvarları tuğladan bir bankaya; nereye, ne kadar çok yahut az olduğu hiç önemli değil.

(…)

Bir adamın kaderini belirleyen ya da daha ziyade, gösteren şey onun kendi hakkında düşündükleridir.

(…)

İlmihallerde geçen sözcükleri kullanarak, insanın ana amacı ve hayatın asıl ihtiyacı ve anlamı nedir diye düşünürsek, insanlar sıradan yaşam tarzını diğerlerine tercih ettiklerinden, bilerek seçmişler gibi görünüyor. Yine de dürüstçe, geriye başka seçenek kalmadığı kanısındalar. Fakat uyanık ve sağlıklı mizaca sahip insanlar güneşin berrak doğduğunu unutmuyor. Önyargılarımızdan vazgeçmek için asla çok geç değil. Ne kadar klasikleşmiş olursa olsun hiçbir düşünme ya da yapma tarzına, kanıt olmadan güvenilemez. Bugün herkesin doğru diye tekrarladığı ya da sessiz kalarak kabul ettiği bir şey yarın bir yalan, bazılarının bir bulutun tarlalarına bereket yağmuru yağdıracağına güvenmesi gibi sırf inanıştan ibaret bir duman çıkabilir. Yaşlıların yapamazsın dediğini, uğraşırsan yapabileceğini görürsün. Eski eylemler eski, yeni eylemler de yeni insanlar içindir.

(Syf 35-40)

Bence hiç korkmadan, şimdikinden çok daha fazla umut edebiliriz. Kendimizle ilgilenmekten vazgeçip bunu başkalarına sunabiliriz. Doğa bizim gücümüz kadar zayıflıklarımıza da gayet uygundur.

(Syf 45)

Sonuçta, yapacak bir şey bulan bir adam bunun için yeni bir takım elbiseye gereksinim duymaz; tavan arasında meçhul bir zamandır durmaktan tozlanmış olan eskisi onun işini görür. Eski ayakkabılar bir kahramana, hizmetkârının ayağında kullanılmasından -kahramanın bir hizmetkârı varsa tabii- daha uzun süre hizmet eder; yalın ayaklar ayakkabılardan eskidir ve onlarla idare edebilir. Ancak suarelere ve yasama meclislerine gidenlere yeni ceket gerekir ve içindeki adam değiştikçe ceket de değişecektir.

(Syf 53)

Bazıları "çalışkan'dır ve çalışmanın kendisini seviyor gibidirler yahut belki de çalışmak onları daha kötü şeyler yapmaktan alıkoyduğu içindir; böylelerine şu anda söyleyeceğim bir şey yok. Şimdikinden daha çok boş vakit bulunca ne yapacaklarını bilmeyenlere şimdikinden iki kat daha çok -masraflarını çıkarıncaya ve kölelikten azat belgelerini alıncaya kadar çalışmalarını tavsiye edebilirim. Bana gelince, gündelik bir işçinin meşguliyetinin, özellikle de geçinmek için yılda sadece otuz ya da kırk gün çalışmayı gerektirdiğinden, hepsinden daha bağımsız olduğunu buldum. İşçinin çalışma günü güneşin batmasıyla biter ve sonra kendini kendi seçtiği, yaptığı işten bağımsız uğraşına vermede serbesttir ama her ay bir spekülasyona girişen patronu yılın başından sonuna kadar hiç paydos edemez.

Kısacası ben, gerek inanç gerek deneyim olarak, eğer basit ve akıllıca yaşayacaksak, bu dünyada kendini geçindirmenin zorluk değil bir meşgale olduğu kanısındayım çünkü daha basit yaşayan halkların uğraşları daha yapay olanlarınkinin yanında hâlâ bir eğlencedir. Bir insanın geçimini ter dökerek kazanması şart değil, benden daha kolay terlemiyorsa tabii.

Tanıdığım, kendisine birkaç dönüm toprak miras kalan bir delikanlı kendi deyişiyle, elinde imkânı olsaydı benim gibi yaşayacağını söyledi. Ben kimseye hiçbir şekilde kendi yaşam tarzımı kabul ettirmeye çalışmam çünkü o kişi bunu layıkıyla öğreninceye kadar ben kendime başka bir tarz bulmuş olabilirim; arzum, dünyada mümkün olduğu kadar çok çeşitli insan olmasıdır ama bunların her biri annesinin, babasının ya da komşusununkini değil kendi tarzını bulmak ve takip etmek için çaba harcasın isterim. Bir genç ister inşaat yapsın, ister ağaç diksin ister denize açılsın ama yeter ki yapmak istediği şeyi yapmasına engel olunmasın. Gözünü kutup yıldızından ayırmayan bir denizci ya da firari bir köle kadar zeki olup olmadığımız sadece matematiksel bir sayı meselesi ama tüm yaşam boyu yol gösterecek bir rehber. Limanımıza hesapladığımız sürede varamayabiliriz a ama doğru rotayı koruruz

(Syf 96)

Dehanızı yeterince yakından takip ederseniz size her saat yeni bir görüntü sunmaktan geri durmaz.

(Syf 135)

Yalnız kalmayı çoğu zaman sağlıklı buluyorum. En iyisi bile olsa birisiyle birlikte olmak kısa sürede bıktırıcı ve zamanı boşa harcayan bir şey haline gelir. Yalnız kalmayı seviyorum. Hiçbir arkadaşı yalnızlık kadar arkadaş bulamadım. Dışarı çıkıp insanların arasına girdiğimizde çoğu zaman, odamızda kaldığımızdan daha yalnızız. İnsan, düşünürken ya da çalışırken daima yalnızdır, bırakın nerede isterse orada olsun. Yalnızlık bir insanın diğer insanlarla arasındaki uzaklığın kilometresiyle ölçülmez.

(Syf 155)

İnsanlar geceleyin evlerine sadece bitişikteki, evlerinden gelen seslerin hiç eksilmediği tarladan ya da sokaktan, uysalda geliyorlar ve yaşamları, verdiği kendi nefesini tekrar tekrar içine çekmekten ötürü güçten kesiliyor; gölgeleri sabah akşam onların gündelik adımlarından öteye uzanıyor. Evimize daha uzaktan, her gün maceralardan, tehlikelerden ve keşiflerden, yeni bir deneyim ve karakterle dönmeliyiz.

(Syf 222)

Hiçbir insan, yanlış yola sevk edeceğini bilse kendi aklının peşinden gitmez. Sonucun bedensel zavıflık olmasına karşın, belki de hiç kimse bu sonuçlardan pişman olduğunu söyleyemez, çünkü bunlar daha yüksek prensiplere uygun bir yaşamdır. Günler ve geceler neşeyle karşılayacağınız şekilde geçiyorsa ve yaşam çiçekler ve hoş kokulu bitkiler gibi güzel bir rayiha veriyorsa, daha esnek, daha parlak ve daha ölümsüzse bu sizin başarınızdır. Tüm doğa sizin için bir kutlamadır ve bir süreliğine kendinizi takdis etmek için gerekçeniz var. En büyük kazançlar ve değerlerse takdir edilmekten en uzak olanlardır. Bunların varlığından kolayca kuşkuya düşeriz. Çabucak unuturuz bunları. Bunlar en yüksek gerçektir. En şaşırtıcı ve gerçek olgular belki de hiçbir zaman bir insandan ötekine sözle aktarılamaz. Günlük yaşantımızın gerçek hasadı bir şekilde, sabahın ve akşamın renk tonları gibi soyut ve tanımlanamaz bir şeydir; yakalanan küçük bir parça yıldız tozudur, benim bulduğum gökkuşağının bir parçasıdır.

(Syf 229)

 

ARŞİV