İhsan Ünlüer: Ülkeyi geri vitese takmak

Edebiyat Hayatından Hatırlamalar yazı dizimizde bu hafta İhsan Ünlüer'in "Ülkeyi Geri Vitese Takmak" başlıklı yazısını yayınlıyoruz

14 Aralık 2018 - 12:35

Gazete Kadıköy, yazarlarımızın, şairlerimizin eserlerinden küçük alıntılarla oluşacak bir “köşe” açtı. Amacımız, bir edebi seçki ya da güldeste hazırlamak değil. Edebi değerlendirmelerde bulunmak hiç değil. Yalnızca bir gazete köşesi ölçeğinde kalmak üzere geçmiş edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek. Bu vesileyle yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak. Keyifle okuyabileceğiniz birbirinden farklı yazılar sunabileceğimizi umuyoruz.

İHSAN ÜNLÜER (1926 - 4 Nisan 1990)

Yolu Kadıköy’den geçen hemen herkesin hekimliği ile bildiği İhsan Ünlüer, gülmece yazının usta kalemlerinden biri olmanın dışında aynı zamanda operacı, yazar, mizahçı, çizer, radyo programcısıdır.

1926 yılında İzmir’de doğan Ünlüer, İzmir Atatürk Lisesi’nden sonra İstanbul Askeri Tıbbiyesi’ne başladı. Yazı ve çizgileri ilk kez tıp dergilerinde görüldü. Askerlikten ayrılıp, kadın hastalıkları ve doğum asistanı olarak İstanbul Tıp Fakültesi’ne katıldı. Anatomik ressamlık da yaparak ilk kez “Jinekolojik Genital Malformasyonlar ve Cerrahi Tedavi Atlası” ile uzmanlık tezi verdi. 

Daha sonra müzikle uğraşmaya başlayan Ünlüer, Casa D’Italia - İtalyan Konservatuarı’nda 3 yıl şan öğrenimi gördü. İstanbul Devlet Operası’nın açılmasıyla oraya geçip pek çok oyunda başrol oynadı.

Cumhuriyet Gazetesi’nde karikatür çizip, tıp ve sanat konulu mizahla karışık yazılar yazan Ünlüer, aynı yazılarını İstanbul ve Ankara radyolarında seslendirdi. “Oku Oku Budur Sonu” ve “Sevgi, Aşk ve Tutkularımız” isimli iki kitabı bulunan İnsan Ünlüer’in Çağdaş Yayınları tarafından basılan “Oku Oku Budur Sonu” adlı kitabından “Ülkeyi Geri Vitese Takmak” başlıklı yazıyı yayınlıyoruz.


ÜLKEYİ GERİ VİTESE TAKMAK

Sene 1946, ilk kez çok partili seçim yapılıyor. Halk sandıklara koşar, oylarını atar. Sonuç: Seçim sandığına parmak atılmış, seçime hile karışmıştır. Sandıktan çıkan yeni parlamentoyu, o günün muhalif gazetecisi “Nesebi gayri sahih çocuk” yani (piç) anlamındaki başlıklı yazısıyla yerer. Genç gazetecinin serüveni ölmekle, hileli iktidar partisininki ise kendi kendini bölmekle sonlanır… Ertesi seçimlerde iktidar olanların öyküsüne gelince, o da Yassıada’da sonlanmıştır.

Tüm benzer ülkelerde: Vodresa, Mayonezya, Hababamya, Barbunya, Uyanistan, Kabristan gibi, hepsinin kaderi hep bu yoldan geçmiş, sandığın içinden çıkan parlamenterler ile sandığın gerçek sahibi olan halk hep, birbirine uygunsuz düşmüştür.

Kalabalıkların oylarıyla sandıktan çıkan yöneticiler kendilerini seçmiş olan kalabalığa karşı olurlarken farkında olmadan toplumları oluşturan bilimsel kurallara da çıkıyorlardı. Bu yüzden bir çelişkiye düşmekteydiler Bu çelişki ise tarihsel aşamanın bir gereğinden başka bir şey değildi. Bakın İtalyan halk temsilcisi Gramsci, çağın başbuğu Mussolini’ye nasıl bağırıyordu parlamentoda: “Bir devleti ele geçirebilir, yasaları değiştirebilir, örgütlerin yaşamalarını engelleyebilirsiniz. Ama sizin de uyup gittiğiniz nesnel koşullara bir şey yapamazsınız…”

YAĞMURU DURDURABİLİR MİSİN?

O-O-O-OYYYYYY!

 Toplumsal olayları anlayabilmek için tüm varlıkların uymaya zorunlu olduğu doğa yasalarını eleştirmemiz gerek. Doğa yasasının ilk kuralı, olay ve süreçlerin birbirinden ayrı olmayıp birbirine bağımlı olmasıdır. İkincisi; olayların sürekli değişime uğramasıdır. Bunu bizim Ziya Paşa ne güzel deyimliyor:

 Siham âsâ yürürler yerde câmid gördüğün dağlar.

 Bu dünya aynı ol kanunu – istismar’a tabidir.

(Yerde donuk ve hareketsiz gördüğün dağlar, tıpkı bulutlar gibi yürümektedirler. Bu dünya da aynı sürekli değişim yasasına uymaktadır.)

Üçüncü kural: Varlıklarda olagelen bu sürekli değişimin basit ve pürüzsüz değil, bir karmaşıklıktan sonra birdenbire olmasıdır. Örneğin ısıtılan su ilkin kaynarken özelliklerini koruyarak sıvı halindedir. Fakat sonra bir bakarsınız ki birdenbire buhar haline gelivermiş. Varlıkların bağlı oldukları gelişimin en önemli kuralı; zıtlıkların, çelişkilerin bir arada bulunmasıdır. Tüm sosyal düzenlerin evriminde bu çelişkileri görmekteyiz. Örneğin derebeylik düzeninin toprak ağaları, zamanla güçlerini yitirirlerken, gelişen endüstri sınıfının kapitalistleri ise yükselip egemen sınıf oluyorlardı. Toprak ağası partilerinin tarihe karışmış başkanlarının kıçının altındaki “Kıratı alıp Üsküdar’ı geçen” kapitalist partinin göbekli başkanı da sonunda aynı çelişki yasalarına kurban olacaktır: Geleceği ellerinde tutan emekçi sınıfının karşısında yenilecektir bu kez. Tarihsel gelişmenin gücünü bakın nasıl anlatıyor B. Brecht:

ÇAY PİŞİRİRKEN GAZETE OKUMAK

Gazete okurum sabahleyin

Günlük tasarılarını okurum papanın

Kralların, bankacıların,

Okurum Petro babalarının tasarılarını

Bir yandan da bakarım çayın suyu

Ağzına dek dolu kapta nasıl bulanır,

Sonra nasıl başlar kaynamaya

Durulur da nasıl

Taşar kabın ağzından ve

SÖNDÜRÜR ATEŞİ.

Şimdi bu diyalektik yönteme dayanarak bireye ve toplumlara hasta teşhisi koyan görüşlere geliyoruz.

Bireysel psikolojinin kurucusu Freud, insanın henüz çocukken kişiliğinin gelişmesi için bir psiko-seksüel aşamanın merdivenlerinden geçmesini gerekli buluyordu. Erginlik çağında da bu ilkel aşamanın merdivenlerinde saplanıp kalan kişi hasta kişiydi onca.

İnsanın toplum tarafından biçimlendirildiğini savunan Marks ise hastalığın kökenini toplumsal örgütlenmeye özgün niteliklerde buluyordu. İnsan ya da toplum eğer tarihsel aşamanın bir düzeyinde saplanıp kalmışsa yani çağın dışında kalmışsa o kişi ya da o toplum hastadır…

Şimdi politika düzeyinde düştüğü çelişkiler çukurunda bocalayan şu oyuncuya bir bakalım. Ulusunu, 2000 yıl önceki sığırtmaçlık çağına, 1500 yıl önceki bedevi Arabın şeriat devrine ve can çekişen kapitalizmin kölelik mertebesine yani çağdaşına nasıl da çekmeye çalışıyor bu MC’nin kuklası! Nasıl da diyalektiğin kuralları arasında sıkışıp kaldıkça gülünçleşiyor!...

Ülkeyi geri vitese takarak dünya devletleri önünde küçük düşüren gericiye, ilerici ozanın cevabı şu olacaktır:

Bana bak! Hey! Avanak!

Üç telinde üç sıska bülbül öten

Üç telli saz

Dağlara dalgalarla kütleleri

İleri

Atlatamaz…


ARŞİV