İLHAN BERK (18 Kasım 1918- 28 Ağustos 2008)
1918’de Manisa’da doğdu. İlk ve ortaokulu Manisa’da tamamladı. Balıkesir Necatibey İlköğretmen Okulu’nu ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü’nü bitirdi. Zonguldak, Samsun ve Kırşehir’deki liselerde Fransızca öğretmenliği yaptı. Daha sonra Ziraat Bankası’nda çevirmen (1956-1969) olarak çalıştı. Emekliliğinin ardından Bodrum’a yerleşti ve ölümüne kadar orada yaşadı.
İlk şiirleri “Yeni Doğuş”, “Uyanış”, “Varlık”, “Ses” gibi dergilerde çıktı. İlk kitabı “İstanbul’dan” (1947) itibaren “toplumcu şiir”in önemli temsilcilerinden biri olarak adı öne çıktı. 1954’ten itibaren İkinci Yeni tarzında şiirler yazmaya başladı, “Salt Şiir” dediği bu tarzı savunan yazılar yazdı. “Galile Denizi” (1958) kitabından sonra, İkinci Yeni’nin en çok anılan şairlerinden biri oldu.
1960’ların başından itibaren peş peşe yayımladığı kitaplarıyla, “şiirin kırk türlü yazılabileceği”ni gösterdi. Dilin tüm olanaklarını deneyerek modernist şiirin ufkunu genişletti. Kadim uygarlıklardan cinselliğe, nesnelerden şehirlere, şifalı otlardan şairlere kadar “her şeyi” şiirin alanına dahil etti.
1982’de yayımlanan otobiyografisi “Uzun Bir Adam”dan sonra günlüklerini, kendine özgü bir “tür”e dönüştürdüğü “defterler”ini kitaplaştırmaya başladı.
Şiir anlayışını anlattığı yazılarını ve aforizmalarını “Poetika” ve “Logos”ta bir araya getirdi.
Hazırladığı şiir antolojilerinin yanı sıra Ezra Pound, Rimbaud gibi şairleri Türkçeye çevirdi. İlhan Berk’in Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Akşama Doğru isimli kitabından şiirler paylaşıyoruz.
AKŞAMA DOĞRU
OTAĞ
Sevgilim, işte eylül
Ve işte senin usul usul seğiren yüzün.
Zaman ki sonsuzdur
Bitmemiş şiirler gibidir.
Bazı hüzünleri
Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir.
Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık
(İsteğin bulanık kıyısında).
Bundan değil midir bizim aşkımızda
Sürekli bir akşam hüznü vardır.
(Syf 23)
VE ÇOK YAŞLI BİR GECE
-I-
Su o her zamanki suydu
Kahve ile çay içiyor denize bakıyorduk.
-II-
Güzel silahları seviyorduk ve dümdüz terasları
Ölümümüzü kuruyorduk besbelli
-III-
İşte böyle yok olduk.
(Syf 27)
ADAÇAYI
Ağızlarında adaçaylarıyla gittiler
O zamanlar sessizlik yaratmak insanların elindeydi.
(Syf 30)
DAĞLARCA
Günde 250 gr. kuru üzüm yerdi
Ve Allah eskimez mi? diye sorardı.
Bütün kitaplarda gökyüzü şimdi.
(Syf 33)
KAFİYE
Dünya eskiden daha rutubetliydi
Bunun için daha fazla kafiye harcıyorum
(Syf 45)
AŞK TAHTI
1
Siz ki yaz günleri gibi güzeldiniz. Taht üzerinde iki gözünüz kapanık otururdunuz.
2
Odanızın mumlarını kendi elimle yakardım.
3
Evimizi gök sıyırır geçerdi.
4
Ülkem uyur ben sana dolaşmaya çıkardım
5
Aşk tahtına ağardık.
(Syf 70)
ÇOK UZUN BİR GÜNDÜ AŞKA DÖNÜYORDUM
Çok uzun bir gündü aşka dönüyordum
Çok uzun, yavrum, çok uzun seni sevmekten
İşte diyordum ilk öpüş işte masmavi yarığın
İşte yedisi sabahın ve ıslak ağzının
İşte eski bir otu kasıklarının ve karnının
İşte dilinin getirdikleri işte ormanlarım
İşte döşekte çırılçıplak upuzun uyanışın
İşte kayaya vuran eski gölgen eski sesin
İşte o ağzındaki esmer kuş o yaban ırmak
Kal öyle diyordum böyle anadan doğma iç içe
Kal öyle ilkin orandan öpeceğim diyordum
Aşk ki karadır tek heceli bir sözcüktür
İşte tam böyle, sevdalım, tam böyle diyordum
(Syf 95)
BİR DÜZYAZIYIMDIR BELKİ BEN
Senin yüzün denize inen sokaklar
Dörtyol ağızları, su saatleri senin yüzün
Ne zaman eğilsem yüzüne ben
Yüzün erkenden açan çarşılar
Sen ki bir nilüfersin ölçüsüz uyaksız
Anla ki beyaz, masmavi hohlarım seni
Sanki çok uzun bir şiire çalışıyorum da ben
Yüzün ona en uzun uyaklar düşürüyordur
Hem kim bilir yüzünden sürülmüş
Bir düzyazıyımdır belki de ben
(Syf 96)
AŞKLA ÖLÜM
Çocuktur aşk, küçük sürgünüm
Bir avuç gökyüzüdür.
Öylesine güzelsin ki beni sen soydun
Bir çiçeğe su verir gibi.
Usulca ensenden öptüm seni
Usulca,
Bozulup dağılıyor topuzun
Karnın, kolların ipince düşüyorsun.
Aşk ki küçük dağ köyleridir
Diyordum, yüzünle çıktığım.
Uzat ellerini, küçük sürgünüm
Uzat bana
El eledir çünkü aşkla ölüm
(Syf 103)
TARAR SAÇIMIZI ÖLÜM
Ölüm daha kolaydır sevmekten,
der ya Aragon
Anla ki ölüme benzer sevmek
Sözcükler ki alevdir
Ve karadır şairlerin hayatı
Hem nice şiirlerde nice aşklarda
Tarar saçımızı ölüm.
Aşk ki bazen solgun bir ilçedir
Sürdürür derinliğini.
Neden en çok acı ustası şairlerdir
En çok taşırlar çünkü aşkları.
Ben ki yatağından tedirgin bir suyum
Besbelli ki aşka ve ölüme çalışıyorum.
(Syf 106)
Şairin toprağı: İnsanlar, sıradan bitkiler, hayvanlar, dur durak bilmeyen gökyüzleri, çığırından çıkmış güneşler, sevgilinin yüzü, demirin, tiftiğin işlenişi, yüreğin derin ırmağı, bir yaprağın hayatı, denizler, Süleyman’ın ezgileri, Muhammed’in çocukluğu, kuş sürüleri, gettonun göbeği olan Delancy, labirentler, kargaşa, emeğin ve cinselliğin tarihi ve yosunlar ve akşamüstleri ve ormanlar ve Homeros ve terör ve günbatımları ve acının ve ölümün ve karasevdanın yatağıdır.
Nuh’un gemisine aldıklarıdır.
Nice küçük, bir kıyıya atılmış, adsız sansız şeylerin adamlarıdır şairler.
Kim onlardan başka nice horlanmış şeylerin elinden tutmuşlardır.
(Syf 125)
*
Bugün bazı şiirlere iyi, büyük diye kaftanlar biçiyorsak bunda onların alçakgönüllü olmalarının büyük payı vardır. Bütün iyi şiirler gösterişsiz, alçakgönüllü yapılara benzerler. Bilgiçlik taslamazlar, büyüklüklerini gizlerle sanki.
Şaşılacak bir şey yoktur bunda. Nice yollar tepip gelmişlerdir, alçakgönüllüğü bunun için elden bırakmazlar
(Syf131)
*
Ne mi yapmalı şiir?
Sabahları okula giden çocukların ellerinden tutmalı, kızların saçlarını karıştırmalı, otlar, kuşlar, hayvanlar yetiştirmeli, küçük sokaklar, evler, alanlar kurmalı, ıssız dağları şenlendirmeli, kervanlara yol göstermeli, deniz kıyılarına inmeli, sokaklarda dolaşmalı, böcek koleksiyonları yapmalı, kitaplara girmemiş otların elinden tutmalı, gazete okumalı, sevgilinin bağına yardım etmeli, Mısır papirüsleri yetiştirmeli, Karnak yazılarını sökmeli, Pers körfezi boyunca yürümeli, yeşil som ipekler dokumalı, keçe çadırda oturmalı, artık değer öğrenmeli, aşkı örgütlemeli, bilinçaltına uzun yolculuklar yapmalı, otağını bütün yasak bölgelere kurmalı, firavun incirleri yetiştirmeli, insana yabancı olan her şeyin üstünü çizmeli.
(Syf 141)
GECEYİ GÖRDÜM
Geceyi gördüm
elini kaptırmış
rüzgâra
şaşkın dolaşıyor
(Syf 260)
ÖLÜM HİÇBİR ŞEYE BENZEMİYOR
Bir nilüfer yaprağı
yüzüyor
Suyun yüzünde
Ölüm hiçbir şeye benzemiyor
(Syf 271)
ŞAİR KÂĞIT KALEM
Bir dize
başını almış gidiyordu
sıkılıyordu kâğıt kalem
bizi gömüyordu
(Syf 278)