IVAN ALEKSEYEVİÇ BUNIN (10 Ekim 1870- 8 Kasım 1953)
10 Ekim 1870’te Rusya’nın Voronej şehrinde doğdu. Çocukluğunu aile malikânesinde, Butyrki Çiftliği’nde geçirdi. Küçük yaşlardan itibaren ailesinin etkisiyle okumaya merak sardı. 1881-1886 yılları arasında Yeletsk Gimnazyumu’nda okusa da okulunun ücretleri ödenmediği için kaydı silindi. Ağabeyinin gözetiminde evde eğitim aldı. 1890’larda peş peşe yayımlanan şiirleri okur ve eleştirmenlerin takdirini topladı. Lev Tolstoy ile tanıştı ve onun fikirlerinden etkilendi. Şiirleriyle St. Petersburg Bilimler Akademisi’nin Puşkin Ödülü’ne layık görüldü. 1910’larda Rusya’nın edebi hayatında önemli bir yer edindi. Bu dönemde “Köy” (1910), “Kuru Vadi” (1912) gibi Rusya kırlarını tasvir eden ve anlama çabası içeren hikâyeleri yayımlandı. 1919’da Rusya’dan ayrıldı ve memleketine bir daha dönmedi. 1920’de hayatının sonuna kadar kaldığı Fransa’ya yerleşti. Fransa’da göçmenlik döneminde yazdığı en önemli eserler arasında Arsenyev’in Yaşamı (1927) romanı ve Karanlık Sokaklar (1943) başlıklı öykü derlemesi yer alır. 1933’te “Rus klasik düzyazı geleneğini geliştirme konusundaki ustalığı”yla Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü ve bu ödülü alan ilk Rus yazar oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Paris’ten ayrılıp Grasse civarındaki dağ köyü Jeanette’e yerleşti ve Nazilerden kaçan Yahudileri evinde sakladı. Savaşın ardından çift Paris’e döndü. 8 Kasım 1953’te hayatını kaybetti.
Yazarın İletişim Yayınları tarafından yayımlanan “Karanlık Sokaklar isimli öykü kitabından aynı adlı öyküsü paylaşıyoruz.
KARANLIK SOKAKLAR
Soğuk ve yağışlı bir sonbahar günü, yağmurla dolmuş, siyah tekerlek izleriyle yarılı geniş Tula yollarından birinde, kirlenmesin diye kuyrukları bağlanmış hayli sıradan üç atin çektiği, yarıya kadar çamura bulanmış bir posta arabası yol almaktaydı. Yol, bir kısmı yolcuların geceleyebilecekleri, yemek ya da semaverle çay ısmarlayabilecekleri özel konaklama tesisi olarak ayrılmış, devlete ait uzun bir binadan ibaret olan posta istasyonuna çıkıyordu. Arabanın sürücü mahallinde kayışla sıkılı ceket giymiş güçlü kuvvetli bir köylü oturuyordu. Heybetli görünüşlü, esmer yüzü, seyrek kara sakalıyla insanda, geçmişi haydutlukla geçmiş biri intiba bırakıyordu. Arabanın içinde, mevzun yapılı, başında siperli geniş bir kasket, sırtında kurşuni renkli kunduz kürkünden dik yakalı Nikolayev paltosu' olan, kaşları hâlâ siyah kalmış, ama favorileriyle buluşan bıyıkları ağarmış yaşlı bir asker vardı. Çene kısmı tıraşlıydı ve dış görünüşüyle o da tıpkı, saltanatı zamanında benzerlerine sıkça rastlananlar gibi İkinci Aleksandr'ı andırıyordu. Sorgulayıcı ve sert bakışlı gözleri, aynı zamanda yorgun görünüyordu.
(…)
“Sola doğru ekselansları,” diye kaba bir sesle bağırdı arabacı oturduğu yerden; subay uzun boyundan dolayı eşikte hafifçe eğilerek önce hole, sonra soldaki misafirhanenin salonuna girdi.
Salon sıcak, kuru ve temizdi.
(…)
Yolcu, paltosunu sedirin üstüne atıp, üniforma ve uzun çizmesiyle kalınca, öncekinden daha zayıf biri olmuştu. Sonra eldivenlerini, şapkasını da çıkardı ve yorgun halde solgun, zayıf elini başında gezdirdi; biraz kırlaşmış saçları şakaklarında kabarmış, göz kenarlarına kadar sarkmıştı. Koyu renk gözleriyle güzel görünüşlü dar yüzünün bazı yerlerinde çiçekbozuğu lekeler vardı. Odada kimse yoktu. Giriş holünün kapısını açıp, öfkeli bir sesle bağırdı:
“Kimse yok mu orada!
Bunun üzerine hemen, saçları, kaşları siyah, geçkin yaşına rağmen hâlâ güzel, üstdudağı ve yanaklarındaki incecik siyah tüylerle yaşlı bir Çingene'ye benzeyen, etine dolgun, ama hafif adımlarla rahat yürüyen, kırmızı bluzundan iri göğüsleri, siyah yün eteğinin altından kazlarınki gibi üçgen göbeği fark edilen bir kadın çıkıp geldi salona.
Hoş gelmişsiniz ekselansları," dedi. “Yemek mi istersiniz, yoksa semaver hazırlamamızı mı emredersiniz?”
Konuk, bir an kadının yuvarlak omuzlarına ve yıpranmış kırmızı Tatar terlikleriyle seri adımlar atan çevik bacaklarına bakıp, üstünkörü yanıtladı:
“Semaver. Buranın sahibi misin yoksa çalışıyor musun?”
“Sahibiyim ekselansları.”
“Yani kendin mi idare ediyorsun?”
“Evet, öyledir efendim.”
“Niye? Dul filan mısın ki işleri kendin yapıyorsun?”
“Dul değilim ekselansları, ama bir şeyle yaşamak zorundasınız. Ayrıca yönetmeyi seviyorum.”
“Demek öyle. İyi, iyi. Yerin gayet temiz ve iç açıcı.”
Kadın gözlerini hafifçe kısıp meraklı gözlerle baktı bir süre.
“Temizliği de seviyorum,” diye yanıtlayıp, “Soylu beylerin arasında büyümüş bir insanın görgü kurallarını bilmemesi söz konusu olamaz Nikolay Alekseyeviç,” diye ekleyince, adam hızla ona döndü... gözleri açıldı, yüzü kıpkırmızı kesildi... Şaşkınlık içinde:
“Nadejda! Sen ha?”
“Evet, Nikolay Alekseyeviç benim,” dedi kadın.
“Tanrım, Tanrım!” diye bir koltuğa yığıldı ve gözlerini kadına dikerek:
“Kimin aklına gelirdi bu! Kaç yıl oldu görmeyeli? Otuz beş mi?”
“Otuz Nikolay Alekseyeviç. Kırk sekiz oldum ve sen de altmışa yakınsın sanırım?”
“Öyle... Tanrım, ne garip!”
“Garip olan ne efendim?”
“Bütün bunlar... her şey, her şey çok garip... Nasıl anlamazsın!”
Yorgunluğu, dalgınlığı birden yok olmuştu, ayağa kalktı ve yere bakarak kararlı adımlarla odada bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı. Sonra durdu ve sarkan kırlaşmış saçları arasından bakarak huzursuzca konuşmaya başladı:
“O zamandan beri hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Buraya nasıl geldin? Neden beylerin yanında kalmadın?”
“Beyler siz gittikten az sonra beni özgür bıraktılar.”
“Peki ondan sonra nerede yaşadın?”
“Uzun hikâye efendim.”
“Evlenmediğini söylemiştin değil mi?”
“Evet, evlenmedim.”
“Niye peki? Çok güzel bir kadındın, neden evlenmedin?”
“Bilmem, yapamadım.”
“Neden yapamadın? Ne demek istiyorsun?”
“Açıklanacak bir şey yok. Seni ne kadar sevdiğimi hatırlarsan...”
Yüzü kızardı, gözleri doldu ve gene odayı adımlamaya koyuldu.
“Her şey gibi bu da geçer arkadaş,” diye söylendi kendi kendine. “Aşk, gençlik, her şey, hepsi geçicidir. Önemsiz, sıradan bir hikâye işte. Zamanla unutulur gider. Eyüp kitabında yazıldığı gibi: Akan suyu hatırlayabilir misin?”
“Bu Tanrı'nın herkese verdiği bir şeydir Nikolay Alekseyeviç. Gençlik herkes için geçicidir, aşk ise, farklı bir konudur.”
Adam başını kaldırıp bir an bekledi, sonra acı bir tebessümle:
“Öyle, beni ömür boyu sevecek değildin ya!”
“Olabiliyormuş demek... Ömür boyu, sadece bu duyguyla yaşadım ben. Artık eskisi gibi olmadığınızı, değiştiğinizi anlamıştım o zamanlar, sizin için hiçbir şey olmamış gibiydi, ama benim için öyle değildi işte... Sitem etmenin bir anlamı yok, çünkü bunun için artık çok geç... ancak beni çok kalpsizce terk ettiğiniz bir gerçektir, öyle ki bu şekilde aşağılanmaya katlanamadığım için defalarca intihar etmek istedim; çektiklerimi burada sayacak değilim. (…)
“Ah, o kadar iyiydin ki!” dedi başıyla onaylayarak. “Sıcacık, çok güzel bir kadındın! Muhteşem bir vücut, harika gözler! Herkes nasıl sana bakardı, hatırlıyor musun?”
“Hatırlıyorum efendim. Siz de çok iyiydiniz. Sonuçta size güzelliğimi, gençliğimi verdim. Böyle şeylerin unutulması mümkün değildir.”
“Ah, hiç de öyle değil! Her şey geçiveriyor. Her şey unutulup gidiyor işte.”
“Her şeyin geçtiği doğrudur, ancak her şey unutulmaz efendim.”
Arkasını dönüp pencereye ilerleyerek:
“Git,” dedi. “Git lütfen.”
Sonra cebinden mendil çıkarıp gözlerine bastırarak hızla ekledi:
“Tanrı'dan beni bağışlamasını diliyorum. Sen sanki bağışlamış gibi görünüyorsun.”
Kapıya doğru yürüyüp durdu kadın.
“Hayır Nikolay Alekseyeviç, bağışlamadım. Bu konuşmamız sadece duygularımızı dile getirmekle ilgili olduğu için açıkça söyleyeceğim: Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim. O zamanlar dünyada senden daha kıymetli bir şeyim olmadığı gibi sonradan da olmadı. Bu yüzden seni affedemem. Anılarla yaşamanın da bir anlamı yok, kilise bahçesinde yatan ölüleri diriltemeyiz.”
“Evet, evet, bunun bir anlamı yok artık, söyle de atları getirsinler," diyerek, sert bir yüzle pencereden uzaklaşırken sözüne şöyle devam etti:
“Sana bir şey söyleyeceğim: Hayatım boyunca hiç mutlu olmadım ben; bunu bilmeni, aksini düşünmemeni isterim. Gururunu yaralamış olabileceğim için beni affet, ama karımı çılgınca seviyordum... bunu sana açıkça söylüyorum. O ise ihanet ederek, sana yaptığımdan daha aşağılayıcı bir şekilde beni terk etti. Oğlumu taparcasına seviyordum... onu ne ümitlerle büyütmüştüm! Lakin alçak, müsrif, küstah, kalpsiz, onursuz, vicdansız biri olup çıktı... İşte duymaya alışık olduğumuz o kötü hayat öykülerinden biri. Kal sağlıcakla sevgili dostum. Sanırım, hayatımda kaybettiğim en değerli şeyim sendin benim.”
Kadın yaklaşıp adamın elini öptü, o da onunkini öptü. “Söyle arabayı getirsinler...”
Yola koyulan araba uzaklaşırken, çatılmış kaşlarla düşüncelere daldı: “Evet, harika bir kadındı! Büyüleyici bir güzelliğe sahipti!”
Utanarak son sözlerini ve elini öptüğü ânı hatırladı, sonra bu da ona utanç verici geldi. “Hayatımın en güzel anlarını yaşatan o değil miydi?”
Güneş guruba doğru akarak, gitgide solmaktaydı. Sürekli daha az kirli olan yana kayarak derin tekerlek izlerinden yaylıyı hızla süren arabacının da kendine göre düşünceleri vardı. Sonunda kaba ama ciddi bir ifadeyle:
“Uzaklaşana kadar pencereden bizi izlemeye devam etti o kadın ekselansları. Yoksa ekselansları eskiden tanır mıydı kadını?”
“Tanırdım Klim.”
“Akıllı bir kadınmış. Durmadan zenginleştiğini söylediler. Faizle borç para da veriyormuş.”
“Bunların benim için bir anlamı yok.”
“Niye anlamı olmasın! Kim daha iyi yaşamak istemez ki! Bu işi vicdanlı bir şekilde yapıyorsa, kötü değildir. İnsaflı olduğunu söylüyorlar. Ama acımasızmış da! Parayı zamanında geri ödemezlerse... tabii kendi suçları.”
“Tamam, tamam, kendi suçlarıdır... ama lütfen biraz hızlan da trene geç kalmayalım...”
Ufuk çizgisine doğru alçalmakta olan güneş, altın sarısı ışınlarıyla ıssız tarlaları aydınlatırken, yaylı atlar bastıkça yolda biriken suları sıçratarak ilerliyordu. Adam parlayan at nallarına bakarak, kaşlarını çatmış düşünüyordu:
“Evet, suçu kendinde ara. Kesinlikle hayatımın en güzel anlarıydı. Sadece en güzel değil, gerçekten yaşadığım büyülü anlardı onlar! Ihlamur ağaçlarıyla çevrelenmiş karanlık sokaklarda açmış al renkli bir yabangülüydü o... Yüce Tanrım, onunla kalsaydım ne olurdu acaba? Onu terk etmeseydim? Tabii saçma bir düşünce! O zaman Nadejda bu misafirhanenin yöneticisi değil, St. Petersburg'daki evimin hanımı, çocuklarımın annesi, karım mı olacaktı yani?” Sonra gözlerini kapayarak başıyla onayladı.