İZAK BABEL (13 Temmuz 1894- 27 Ocak 1940)
Öykü ve tiyatro yazarı İzak Emmanuilovich Babel 1894’te Odessa’da, tüccar bir Yahudi ailesinde doğdu. Odessa Ticaret Lisesi’nde ve Kiev Ekonomi Enstitüsü’nde okudu.
Petrograd’da yaşarken Gorki’nin Letopis dergisinde yayın hayatına başladı. İlk kısa öyküsü olan ‘Eski Şloyme’ 1917 yılında yayımlandı. Usta Rus yazar Maksim Gorki’nin önerisiyle, edebiyat dışında birçok iş de yaptı: Halk Eğitim Komiserliği’nde çalıştı; matbaacılık, muhabirlik, Birinci Süvari Ordusu’nda askerlik yaptı.
Kızıl Süvariler (1926) ve Odessa Öyküleri (1931) adlı öykü kitaplarıyla uluslararası ün kazandı. 1924’te Moskova’ya yerleşti. Tiyatro oyunları ve senaryolar yazdı. Kızıl Süvariler eleştirilirken Gorki onu savundu. 1939'da Sovyet Gizli Servisi NKVD tarafından tutuklanarak Sibirya'da bir cezaevinde hapsedildi, ertesi yıl kurşuna dizildi. Bütün yazdıklarına el kondu, ismi edebiyat tarihinden çıkarıldı. 1954’te hakkındaki yasak kaldırıldı. 1957’de sansürlü ilk derlemesi çıktı. 1980’lere dek bir daha yayımlanmadı.
İzak Babel’in Can Yayınları etiketiyle çıkan “Baba” isimli kitabından Parantez İçinde Adalet isimli öyküsünü paylaşıyoruz.
PARANTEZ İÇİNDE ADALET
İlk işim Benya Krik'leydi. İkincisi Lyubka Şneyveys' le. Bu söylediğimi anlayabiliyor musunuz? Tadına varabiliyor musunuz bu sözcüklerin? Bu ölüm yolculuğunda bir eksik vardı: Seryojka Utoçkin. Bu kez karşılaşmamıştım onunla, dolayısıyla da hayattayım. Utoçkin kentin üzerinde tunç bir heykel gibidir. O, Utoçkin, sarışındır, gözleri kül rengidir. Herkes onun tunç bacaklarının arasından geçmek zorundadır.
… Öyküyü ara sokaklara çekmenin gereği yok. Ara sokaklarda akasyalar çiçek açmış, kestaneler sertleşmiş olsa bile, yapmamak gerekir bunu. Önce Benya'dan, sonra Lyubka Şneyveys'ten söz edelim. O kadarla da bitirelim. Herkesin dediği gibi, nokta kendine yakışan yerde olmalı.
Komisyonculuk yapıyordum. Odessa'da komisyonculuk yapmaya başladıktan sonra işlerim açılmış, zengin olmuş, dal budak salmıştım. Öyleyken, mutsuz hissediyordum kendimi. Neden mi? Neden, rekabetti... Yoksa bu adalet konusunu kafama takmazdım. Meslek yalnızca benim elimde değildi. Önüm açıktı. Güneş altında bir deniz gibi aydınlık, güzel ve açıktı önüm. Yardımcılarım yemek istiyorlardı. Yedi kişiydiler, sekizinci de karım. Adalete toz kondurmuyordum. Evet. Ama adalet bana toz konduruyordu. Neden neydi? Neden rekabetti…
Kooperatifimizin adı Adalet'ti. Onunla ilgili kötü bir şey söyleyemem. Bu konuda kötü bir şey söyleyen günah işlemiş olur. Kooperatifimizin ayrıca, kendi dallarında usta, primo de primo (birincilerin birincisi) altı ortağı vardı. Dükkânları tıka basa mal doluydu. Üstelik nöbetçi olarak da Motya ile Golovkovskaya'yı koymuşlardı dükkâna. Daha ne olsun? Besbelli, başka bir şeye gerek yoktu. Bu görevi Adalet'in muhasebecisi önermişti bana. Ne yalan söyleyeyim, güzel, sakin bir işti. Elbise fırçasıyla güzelce temizledim bedenimi, doğru Benya'ya gittim. Kral temizliğimi görmezden geldi. O zaman öksürüp anlattım ona:
“Durum böyleyken böyle, Benya.”
Kral bir şeyler atıştırıyordu. Votka dolu küçük bir sürahi, kalın bir puro, karnı burnunda, kesin söyleyemeyeceğim, yedinci veya sekizinci ayında olması muhtemel olan karısıyla birlikteydi. Terasın dört bir yanı doğa ve yabani asmaydı.
“Böyle işte Benya” dedim.
“Ne zaman?” diye sordu.
“Bunu bana soruyorsanız,” dedim krala, “kendi düşüncemi söylemek zorundayım. Bana göre en uygun zaman cumartesiyi pazara bağlayan gece. Üstelik, o gece nöbette de Motya ile Golovkovskaya olacak. Hafta içi de olabilir, ama işi sakin sakin yapmak varken sıkıntıya girmenin ne gereği var?”
Benim düşüncem böyleydi. Kralın karısı da benim gibi düşünüyordu.
O zaman Benya şöyle dedi karısına:
“Yavrucuğum, hadi git yat sen.”
Sonra parmaklarının yavaş hareketiyle purosunun sarı yaldızlı kâğıdını çıkardı, Froim Ştern'e döndü.
“Söylesene, Graç cumartesi günü bir işimiz var mı? Meşgul müyüz?”
Ne var ki, Froim Ştern aklı başında biriydi. Kızıl saçlıydı. Tek gözü görüyordu. Düşüncesini açıkça söylemeyi pek beceremezdi. Şöyle dedi:
“Cumartesi günü karşılıklı kredi toplantısına gideceğinize söz vermiştiniz…”
Graç bunu, söyleyecek başka bir şeyi yokmuş gibi söylemişti. Sonra tek gözünü terasın uzak köşesine doğrultmuştu.
“Çok güzel,” dedi Benya Krik. “Cumartesi günü Tsudeçkis'ten sonra hatırlat bana bunu, unutma, Graç. Tsudeçkis," dedi bana dönerek, “siz de evinize gidin şimdi... Cumartesi akşamı her ihtimale karşı Adalet'e uğrayacağım. Dediğimi unutmayın Tsudeçkis, siz de gidin artık.”
Kral az ama öz ve de kibar konuşurdu. Bu herkesi korkuturdu, bir soru sorarak sözünü kesmeye kimse cesaret edemezdi. Yürüdüm, avludan Gospitalnaya Sokağı'na çıktım, Stepovnaya'ya döndüm, sonra durdum, Benya'nın söylediklerini düşünmeye başladım. El yordamıyla ağırlıklarını ölçtüm biçtim söylediklerinin, ön dişlerimin arasında sıktım ve gördüm ki, benim için gerekli olan bir şeyler söylememişti kral.
Kral, purosunun yaldızlı kâğıdını hiç acele etmeden parmaklarıyla çıkarırken, “Her ihtimale karşı” dedi. Çok az, ama kibar konuşurdu kral. Onun söylediğinin ne anlama geldiğini çoğu kimse anlamazdı. “Her ihtimale karşı uğrarım ya da her ihtimale karşı, uğramam?” –“Evet ve hayır arasında beş bin komisyon ücreti var.”- “Kendi gereksinimim için beslediğim iki ineğin dışında, yemek bekleyen dokuz gırtlak var bende.” – “Tehlikeyi göze alma hakkını kim verdi bana?”-“Adalet'in muhasebecisi benden çıktıktan sonra Buntselman'a mı gitti? Sonra da Buntselman Kolya Ştift'e koşmuş olamaz mı? Aslında inanılmaz derecede ateşli bir delikanlıdır Kolya.”Kralın sözleri, sayıları dokuzu bulmuş gırtlağın beklediği, açlıgın kol gezdiği yol üzerinde kayalar gibi diziliyordu. Kısaca söylemek gerekirse, Buntselman'ı üstü kapalı olarak uyarmıştım. Ben Kolya'nın yanından çıkarken o giriyordu Kolya'nın yanına. Hava çok sıcaktı. Buntselman terlemişti. “Bir dakika durun, Buntselman,” dedim, “boşuna acele ediyorsunuz. Boşuna da ter içinde kalmışsınız. Burada ben yiyorum. Almanların dediği gibi, und damit Punktum (Ve iş bitti artık)
Ve beşinci gün oldu. Altıncı gün oldu. Moldavanka sokaklarında cumartesiydi artık. Motya nöbetteydi, ben hâlâ yatağımda uyuyordum. Kolya Adalet'te çalışıyordu. Arabanın yarısını doldurmuştu, öteki yarısını da doldurmayı düşünüyordu. Tam o sırada bir gürültü oldu sokakta, demir çember geçirilmiş araba tekerlek sesleri duyuldu: Motya, Golovkovskaya'yla birlikte telgraf direğini tutup sordu: “Devrilecek mi?” Kolya cevap verdi: “Henüz değil.” (Olay, gerektiğinde direğin devrilmesiydi.)
Bir araba yavaş yavaş sokağa girmiş, dükkâna doğru yaklaşıyordu. Kolya, polisin geldiğini anlamıştı. İçi parçalanıyordu, işi yarım bırakmayı hiç istemiyordu.
“Motya,” dedi, “ben ateş ettiğimde direk devrilsin.”
“Tamam” dedi Motya.
Ştift dükkâna döndü, yardımcıları da onu izlediler. Rafların önüne dizilip tabancalarını çıkardılar. On göz ve beş tabanca kapıya doğrultulmuştu, bu arada altından testereyle kesilmiş direk de. Gençler sabırsızlık içinde bekliyorlardı.
Kendini tutamayan biri fısıldadı:
“Hele bir gelsinler, zımbalarız…”
“Kesin sesinizi,” dedi asma katta aşağı atlayan Benya Krik. “Ne polisi, salak? Kral geliyor.”
Kötü bir durumu tam zamanında önlemişti. Ştift'i alaşağı etmişti Benya, tabancayı da elinden almıştı. Asma kattan insanlar yağmur gibi dökülmeye başladı. Karanlıkta bir şey görünmüyordu.
Ciddi bir tavırla şöyle dedi:
“Odessa’da herkes ne diyecek? ‘Kral arkadaşının kazancına göz dikti!”
Ştif karşılık verdi:
“Bunu bir kez söyleyeceklerdir. Kimse ikinci kez söyleyemez.”
Kral mağrur, sakin bir tavırla ekledi:
“Kolya, güveniyor musun sen bana?”
O anda gülmeyi kesti soyguncular. Her birinin elinde bir fener vardı, ama kahkahalar Adalet Kooperatifi'nden dışarı taşmıştı.
“Hangi konuda güvenmeliyim sana, kral?”
“Buraya herhangi bir şey yapmaya gelmediğime inanıyor musun sen Kolya?”
Sakinleşen kral bir sandalyeye oturdu, ceketinin tozlu yeniyle gözlerini kapadı, ağlamaya başladı. Bu adam öylesine düşkündü işte gururuna. Ve soyguncuların hepsi, tek tek hepsi, gururu incinen krallarının nasıl ağladığını görüyorlardı.
Sonra ayağa kalkıp birbirlerinin karşısında durdular. Benya da, Ştift de ayaktaydı. Tokalaşmaya, birbirlerinden özür dilemeye başladılar. Birbirlerini öpüyorlardı. Her biri karşısındaki dostunun kolunu koparacakmış gibi kuvvetli sallıyorlardı. Şafak sökmek üzereydi, Motya nöbeti teslim etmek için karakola gitmek üzere uzaklaştı. Bir zamanlar Adalet Kooperatifi diye anılan her şeyi iki araba alıp götürmüştü. Kral ve Kolya ise hâlâ üzgündüler, hâlâ kollarını birbirlerinin boynuna dolayarak sarılıyorlar, sarhoşlar gibi, kibarca öpüşüyorlardı.
O sabah kader kimi mi arıyordu? Beni, Tsudeçkis'i arıyordu, buldu da...
Neden sonra sordu kral:
“Kolya, Adalet'i soyma aklını kim verdi sana?” “Tsudeçkis.”
“Peki, bundan kim haberdar etti seni Benya?”
“Gene Tsudeçkis.”
O zaman Kolya sesini yükseltti.
“Benya, bu durumda canlı kalacak mı Tsudeçkis?” Benya, o sırada bir kenarda dikilen, aramız iyi olmadığı için kıs kıs gülen tek gözlü Ştern'e döndü.
“Elbette kalmayacak,” dedi. “Froim, sırma işlemeli bir tabut ısmarlıyorsun, ben Tsudeçkis’e gidiyorum. Sen de Kolya, bir işe başladın, sonunu getirmelisin. Ayrıca, ben ve eşim çok rica ediyoruz, bu akşam bana gel, benim ailemle birlikte yemek ye.”
Sabahın saat beşinde, ya da hayır, sabahın saat dördünde, hatta belki saat dört bile değildi, kral yatak odama girdi, ifademi bağışlayın, tuttuğu gibi karyoladan aşağı aldı beni, yere yatırdı, ayağını burnumun üzerine bastı. Değişik sesler, buna benzer bir şeyler duyunca eşim yattığı yerden ayağa fırladı, Benya'ya sordu:
“Mösyö Krik, benim Tsudeçkis'ime bunu neden yapıyorsunuz?”
“Ne demek, ne demek, neden?” dedi Benya, ayağını burnumun üzerinden kaldırmadan ve gözlerinde yaş vardı kralın. “O benim adımı lekeledi, arkadaşlarımın önünde beni küçük düşürdü. Onunla vedalaşabilirsiniz, Madam Tsudeçkis. Çünkü onurum, benim için mutluluğumdan da değerlidir, dolayısıyla ölecek eşiniz...”
Kral ağlamayı sürdürürken tekmeliyordu beni. Eşim benim çok heyecanlı olduğumu görünce çığlıklar atmaya başladı. Bu olay başladığında saat dört buçuktu, bittiğinde ise sekiz.
Eşim nasıl sitemler ediyordu krala, nasıl paylıyordu onu! Harikaydı!..
Karyolanın üzerinde ayakta bağırıyordu:
“Ne diye kızarlar benim Tsudeçkis'ime?”
Ben yerde yatıyor, hayranlıkla karıma bakıyordum.
Karım bağırmayı sürdürüyordu:
“Ne diye tekmeliyorsunuz benim Tsudeçkis'imi? Dokuz aç yavrusunun karnını doyurmak istediği için mi? Sizin keyfiniz yerinde tabii... Kralsınız, ayrıca da para babası damadısınız, kendiniz de zenginsiniz, babanız da zengin... Önünde herkesin, her şeyin açık olduğu bir insansınız. Gelecek hafta yedi kârlı iş çevirecekken, bu hafta küçük bir işin kötü bitmesi Benya Efendi için ne anlam ifade eder? Dokunma benim Tsudeçkis'ime! Sakın!..”
Hayatımı kurtardı eşim.
Çocuklar uyandığında anneleriyle birlikte bağırmaya başladılar. Benya gene de uygun gördüğü ölçüde hırpalamıştı beni. Tedavim için iki yüz ruble bırakıp gitti. Yahudi hastanesine götürdüler beni. Pazar günü can çekişiyordum, pazartesi düzeldim, salı günü de kriz geldi.
İlk olayım bu oldu işte. Suçlu olan kimdi, neden neydi? Benya'nın bir suçu var mıydı acaba? Birbirimizi aldatmamızın gereği yok. Bir Kral Benya daha yok. Yalan dolanla mücadele ederken adaleti arar… parantezin hem içinde hem dışında olan adaleti. Ama ötekilerin hiçbir şeyi umursadıkları yoktur. Soğukturlar, arayıp sormayı sevmezler, aramayacaklardır da beni, böylesi daha kötü.
Sonunda sağlığıma kavuştum. Böylece Benya'nın elinden Lyubka'nın eline geçtim. Önce Benya için, sonra Lyubka Şneyveys için. Burada bitiriyoruz artık. Herkes şöyle diyecektir: Nokta, olması gereken, ona yakışan yerde olur.