JULES VERNE (8 Şubat 1828- 24 Mart 1905)
Modern bilim-kurgu türünün oluşmasına öncülük eden, Denizler Altında 20.000 Fersah, Ay’a Yolculuk gibi eserleriyle modern çağın teknolojisine ve icatlarına fikir babası olan Jules Verne, 1828 yılında Fransa’nın Nantes kentinde dünyaya geldi. Çocukluk yıllarından itibaren oldukça geniş bir hayal gücüne sahip olan Jules Verne 9 yaşında kardeşi ile birlikte okula yazıldı ve yazmaya olan ilgisi bu yaşlarında başlamış oldu. Liseyi bitirdikten sonra Paris’e gitti. Aile mesleği olan avukatlık için eğitim almasına rağmen yazmak ağır bastı. 1848 yılında Dünyanın Merkezine Seyahat isimli hikâyesi bir dergide parça parça yayımlanmaya başladı.
Paris'in kütüphanelerinde jeoloji, mühendislik ve astronomi okunarak geçirilen uzun saatlerden sonra, Jules Verne ilk kitabı Balonla Beş Hafta'yı yayımladı. Bu romanı, Dünya'nın Merkezine Seyehat, Dünya'dan Ay'a ve Denizler Altında 20 000 Fersah gibi romanları izledi.
Birçok icadı önceden tahmin ettiği için ''Bilim falcısı'' olarak anılan yazar 1886 yılında akıl hastası yeğeni tarafından kaza eseri vuruldu ve sakat kaldı. 1902’de yazarda kısmî körlük oluştu ve usta yazar 24 Mart 1905’te yaşamını kaybetti.
Yazarın Bilgi Yayınevi tarafından okurla buluşturulan Ay’a Yolculuk isimli kitabından kısa bölümler paylaşıyoruz.
AY’A YOLCULUK
Topçular derneği üyeleri, her akşam olduğu gibi o akşam da çıtır çıtır yanan ateşin karşısında oturmuş, çene çalıyorlardı.
Üyelerin hemen hepsi iç savaşa katılmış, çoğu da yaralanmış eski savaşçılardı. Artık savaş yoktu. Hoş savaş olsa bile acaba içlerinden kaçını yeniden orduya alırlardı ki! Ama bunları düşünen ki! Bizim topçular ağızlarını açtılar mı ya savaştan söz ediyorlardı ya da toplardan, topların niteliğinden.
Aslında bu derneği bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla kurmuşlardı. Ama bu bilimsel çalışma sözde kalıyordu. Dernek, eski arkadaşların bir araya gelip karşılıklı dertleşmelerinden başka bir işe yaramıyordu.
Tam Hunter, tahta bacağını şöminenin hemen kıyısına dek uzatmıştı. Biraz daha gayret etse o güzelim takma bacak çatır çatır yanacaktı.
“Öyle canım sıkılıyor ki” diyerek söze başladı. Sıkıntıdan ölmek üzereyim. Ne sıkıntılı, ne tatsız bir yaşam bu! Nerede o eski günler…”
Onu dinleyenler iç çektiler. Kimi sesli, kimi sessiz “Nerede o eski günler” dediler.
Bilsby’in kolları yoktu. Her iki kolunu da savaşta kaybetmişti.
“Ah” dedi, “savaş olsaydı, biz de durmadan yeni toplar icat ederdik. Madeni eritip topu döktük mü hemen sürerdik yeni topumuzu ateş hattına. Sonra da ilk mermiyi denemek için ateş ederdik. Şimdi öyle mi ya! Sayın generallerimiz masalarından kalkmak bilmiyorlar. Her şey kâğıt üzerinde. Tüm komutanlar tek şeyle ilgileniyor. Yazmak, çizmek…”
(…)
O akşam hepsi bu konuda ileri geri söylendiler. Dernekten kırık, umutsuz bir durumda ayrıldılar. Ama ertesi sabah hepsinin evine gelen bir mektup, onlarda bambaşka bir hava estirdi. Sanki birdenbire beş on yaş gençleşmiş gibi oldular. Yaraları, sakatlıkları, hastalıkları aniden ortadan kalkmıştı sanki; her biri çakı gibi genç birer topçu gibiydiler.
Dernek üyelerini böylesine etkileyen mektup, dernek başkanı İmpey Barbicane'ın imzasını taşıyordu:
“Sayın üye,
5 Ekim günü yapılacak olağanüstü toplantıya çağrılısınız. Bu toplantıda, sizleri çok yakından ilgilendirecek bir konu üzerinde konuşulacaktır.
Bu toplantıya katılmanızı önemle rica eder, saygılar sunarım.”
AY’A GİTMEK İSTEYENLER
Akşam saat sekizde derneğin salonu hınca hınç dolmuştu. Baltimor'da oturan tüm üyeler başkanın çağrısına uymuştu. Başka kentlerdeki üyeler de çeşitli araçlarla yola çıkmış, kente gelir gelmez doğruca buraya koşmuşlardı.
(…)
Başkan kırk yaşlarında, sakin görünüşlü, sert yapılı bir adamdı. Yaşamı boyunca her işini zamana uydurarak yapmıştı. Bir dakika değil, saniyeler bile onun için çok önemliydi. Bu bakımdan her sözünü daima bir zaman ölçüsüne bağlar, buna da tam anlamıyla uyardı.
Oturduğu yerden, salonu dolduran arkadaşlarına bakıyor, uğultunun dinmesini bekler gibi görünüyordu.
(…)
Büyük saat özel çanı ile sekizi vurduğunda tüm uğultu birden kesildi. Herkes nefes almaktan korkar gibi sustu; salon derin bir sessizliğe gömüldü. Şimdi söz sırası başkanındı.
“Kıymetli arkadaşlarım” diye başladı konuşmasına Barbicane. Bizlere çok uzun gelen şu barış dönemi tüm üyelerimizi olumsuz yönde etkiledi. Her birimiz sudan çıkmış balığa döndük. Bizleri böylesine kıvrandıran isteklerimizi yatıştırmak için başka yollar denemeliyiz.”
Konunun ne olduğu biraz açıklanmıştı. Savaş çıkmıyordu bir türlü. Ama Topçular Derneği üyelerine, savaş dışında, fakat savaş kadar heyecanlı bir uğraş bulunacaktı demek ki.
“Merakınızı anlıyorum” diye konuşmasını sürdürdü başkan. “Uzun süredir, derneğimizin amacına uygun büyük bir iş başarabilir miyiz? diye düşündüm. Çok çalıştım, araştırdım. Hesapladım. Sonunda bir şeyler buldum arkadaşlar. Bana öyle geliyor ki bulduğum şeyi hiçbir ülke uygulayamaz. Bunu uygulamak şerefi ülkemizin topçularının olacaktır.”
Herkes dikkatle dinliyordu. Başkanın buluşu neydi? Önerisi neydi?
(…)
“Evet arkadaşlarım” dedi başkan, “sizlere Ay’a gitmekten, Ay’ı keşfetmekten bahsediyorum. İlk hedefimiz Ay’a gitmektir.”
Salonda öyle bir gürültü koptu ki, sanırsınız başkan, “Şimdi Ay’dan geldim. Oradaki emekli topçuların selamlarını getirdim” demişti. Bağıranlar, “Yaşa, var ol!” diyenler, “Ay’a gidiyoruz. Hedefimiz Ay!” diye haykıranlar, el çırpanlar bir kıyamet kopardı.
Başkan bir süre bu heyecanlı seslerin dinmesini bekledi. Sonra sakin sakin anlatmaya başladı:
“Biliyorsunuz, Ay konusunda yoğun çalışmalar var” dedi. Ay’ın kütlesi, yoğunluğu, ağırlığı, yapısı, hareketleri, bizden olan uzaklığı, Güneş Sistemi içindeki durumu, bugün artık çok iyi biliniyor. Hatta Ay'ın haritaları bile yapıldı, çekilen başarılı fotoğraflar da var. Kısaca anlatmak gerekirse arkadaşlar, tüm bilimlerin Ay hakkında öğretebileceği her tür bilgi derlenmiş durumdadır. Ancak, bu bilgilere karşın, bugüne dek Ay'la doğrudan bir bağlantı kuran olmadı hiç. Ay'la hiç bir ilişki yok aramızda.”
Başkanın söyledikleri tüm üyelerin bildikleri şeylerdi. Çünkü pek çoğu, gazetelerde, bilimsel dergilerde bu alandaki çalışmaları izliyor, haberleri okuyordu. Ama gene de başkanın anlatması onları çok heyecanlandırmıştı. Varacakları uzak hedefi daha yakından tanımak ister gibiydiler.
Başkan bu ilk bilgilerden sonra o güne dek Ay'a gitmek için yapılmış tüm girişimleri tek tek ele alıp anlattı. Hiçbirinin başarılı olmadığını, çoğunun hayal ürünü geziler olduğunu açıkladı. Üyeler de onu, başlarını sallayarak onayladılar.
Başkan şöyle konuştu:
“Tüm bu hayal ürünü gezilerden başka, az çok bilimsel değeri olan bir girişimden söz edeceğim size. Bir Alman matematikçi birkaç yıl önce ilginç bir öneride bulundu. Önerinin esası şu idi. Sibirya'ya pir bilginler kurulu ile birlikte gidecekti. Orada geniş yaylalarda elektrik ışıkları ile büyük boyda geometrik şekiller çizilecekti. Ay'da insan varsa, kuşkusuz özel bir amaçla çizilen bu büyük ışıklı şekilleri görecekti. Buna benzer şekillerle karşılık vereceklerdi. Bir kez işarete cevap alındı mı, gerisi gelecekti kuşkusuz. Karşılıklı işaretleşerek basit bir alfabe oluşturulacak, böylelikle Ay'dakilerle konuşma olanağı yaratılmış olacaktı.”
Herkes başkanı nefesini tutmuş dinliyordu. Çoğu bu girişimi anımsıyordu. Hiçbir sonuç alınamamıştı. Başkan daha fazla bekletmedi;
“İşte, en yakın uydumuz olan Ay’a ilk bağlantıyı biz kuracağız” dedi. “Böylelikle Ay’a ilk gidenler derneğimiz üyeleri olacak. Sizleri buraya çağırmamın amacı da bu” dedi.
Her kafadan bir ses çıkıyordu. Herkes Ay yolculuğuna hemen çıkılacakmış gibi bağırıp çağırıyordu. İsterseniz buna, Ay’a gidecek ilk araçta yer bulabilmek için bir didişme de diyebilirsiniz. Öylesine büyük bir gürültü yükseliyordu.
Az sonra, “Susalım baylar, susalım, başkanımızı dinleyelim” sözleri tüm salonda duyuldu, öbür sesleri bastırdı. Tam bir sessizlik sağlanınca başkan yeniden konuşmaya başladı:
“Son yıllarda topçuluk alanındaki gelişmeleri biliyorsunuz” dedi. “Savaş daha uzasaydı, kuşkusuz daha büyük gelişmeler olacaktı. Şunu kesinlikle biliyoruz, barutun itme gücü sınırsızdır, bu bir. İkincisi de şu arkadaşlar: topların direnme gücü de sınırsızdır. İşte ben arkadaşlar, bu iki sınırsızı bir arada düşündüm. Belli koşullarla geliştirilecek bir gülleyi Ay'a iletmemek için hiçbir engel olmamalı ortada. Mademki barutun itme gücü sınırsızdır, o halde barut bizleri Ay’a götürebilir.”
Salonda bir alkış duyuldu. Hep bir ağızdan bir “Oooo!” sesi yükseldi. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Herkes sevincini mutluluğunu, başarılı olacağından kuşku duymadığı gezilerini yüksek sesle anlatmaya çalışıyordu ama, bu delirmişcesine büyük sevince kapılan kalabalığı susturmak ne kelime, şamata giderek büyüyor, salondan koridorlara, oradan bahçeye, bahçeden sokağa kadar yayılıyordu. Sokak da hınca hınç doluydu. Oradan geçmekte olanlar da durmuşlar, ne olduğunu, ne için olduğunu bilmeden alkışlıyorlar, “Yaşasın” diye bağırıyorlardı.
Sonunda gürültüler dinince başkan konuşmasını tamamladı:
“Ben bu konuyu tüm ayrıntılarıyla inceledim” dedi. “Yaptığım hesaplara göre saniyede on bin metre hızla hareket eden bir gülle, Ay’a ulaşabilir. Şimdi size şunu öneriyorum”
Başkan bir an sustu. Çıt çıkmıyordu. Sonra ağır ağır konuştu:
“Bu denemeyi sizlere önermek şerefine eriştim. Evet, baylar, Ay’a gitmek isteyenler…”
(Sayfa 7-19)