Kemal Tahir'den Nazım Hikmet'e

Kemal Tahir'den Nazım Hikmet'e mektup: "Sen Nazım Hikmet, sen Türklerin ve dünyanın en büyük şairi, sen yirminci asırda 35 sene ağır hapse mahkûm edilmiş şair, sen 11 senedir zindanlarda inleyen budala kahraman! ..."

18 Nisan 2019 - 16:45

Gazete Kadıköy, yazarlarımızın, şairlerimizin eserlerinden küçük alıntılarla oluşacak bir “köşe” açtı. Amacımız, bir edebi seçki ya da güldeste hazırlamak değil. Edebi değerlendirmelerde bulunmak hiç değil. Yalnızca bir gazete köşesi ölçeğinde kalmak üzere geçmiş edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek. Bu vesileyle yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak. Keyifle okuyabileceğiniz birbirinden farklı yazılar sunabileceğimizi umuyoruz.

KEMAL TAHİR (13 Mart 1910- 21 Nisan 1973)

Sadece edebiyatçı değil aynı zamanda bir düşünür olan Kemal Tahir eserlerinde köy insanına, Cumhuriyet döneminin siyasal ve sosyal gelişmelerine ayna tutar. Asıl adı İsmail Kemalettin Demir olan Kemal Tahir, avukat kâtipliği ve Zonguldak kömür işletmelerinde ambar memurluğundan sonra gazeteciliğe başladı.  İstanbul’da Vakit, Haber, Son Posta gazetelerinde düzeltmenlik, röportaj yazarlığı, Karagöz gazetesinde başyazarlık, Tan gazetesinde de yazı işleri müdürlüğü yaptı.

1938’de Nâzım Hikmet’le beraber Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde ‘askeri isyana teşvik’ suçlamasıyla yargılandı. 15 yıl hapse mahkûm oldu. Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya ve Nevşehir cezaevlerinde yattı. 12 yıl hapiste kaldıktan sonra 1950’de afla hapisten çıktı.

Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu, Yorgun Savaşçı, Devlet Ana gibi unutulmaz eserlerin yazarı olan Kemal Tahir, tarih konusundaki görüşleriyle de düşün hayatımızı etkiledi. Öykü ve romanları dışında tarih, edebiyat ve sanata dair yazıları ve mektupları olan Kemal Tahir’in kitaplarının yeni baskıları Bağlam Yayınları ve İthaki Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturuluyor. Yazarın Bağlam Yayınları tarafından yayımlanan “Mektuplar Notlar” kitabından 1948 yılında Nazım Hikmet’e yazdığı mektubu yayınlıyoruz.

Sevgili Nazım Hikmet,

Reçete gibi mektubunu bugün aldım. Üç gün evvel de sana bir mektup yollamıştım. Azkalsın telgraf çekecektim.

Aşk şiirli bir mektup yazdığını söylüyorsun, tabii gelmedi. Sen Nazım Hikmet, sen Türklerin ve dünyanın en büyük şairi, sen yirminci asırda 35 sene ağır hapse mahkûm edilmiş şair, sen 11 senedir zindanlarda inleyen budala kahraman! Aziz yurdumuzda şiirin, sahici şiirin başlı başına en büyük suç olduğunu, sahici şiiri düşünmenin, yazmanın, okumanın, sevmenin, yanında bulundurmanın, adını anmanın günah sayıldığını hala öğrenemedin mi?

(Nazım Hikmet ve Kemal Tahir)

Bu memlekette ilkmektep çocuklarını eroine alıştırmanın, ilkmektep kızlarını randevu evinde çalıştırmanın cezası 1 senedir, şiirin cezası 35 sene…  Bir de oturmuş aşk şiiri yazmışsın. Aşk, sevgi manasına gelir. Bu memlekette sevginin her çeşidi mutlak surette yasaktır.  Abdulhamid devrinin (Yıldız), (burun),  (hürriyet) sözü gibi... Millet birbirini sevmeyecek, sevmeyecek ki, birbirine acımasın, birbirine duşsun, biribirini öldürsun, biribirinin ırzına tasallut etsin. Bu suretle, asayiş için açılan dükkânlar kar getirsin. Vuran da yıkılsın, vurulan da... Tarlalar, öküzler, çullar, kilimler, el değiştirsin. Mücerrep usuldür. Temettüü üçyüz senedir denenmiş. Tadına doyulmamış.

Onbir senedir hapisteyiz. Kimsenin işine karışmayız. Beğenir yaparlar, kendi kendilerini metheder göklere çıkarırlar. Seslenmeyiz. Bir kaç ay sonra bunda hata görürler, vazgeçerler. Bir bocalama olur. Kabahat bizimmiş gibi yakamıza sarılırlar. Bakarlar ki zulmün faydası yok, bir yeni hava uydururlar. Bu hava, bir evvel ki havanın taban tabana zıddıdır. Keşfedip besleyenler ihya edilir. Yeni türküyü çağıranların gırtlakları paralanır. (Tamam, derler, bu makam iyi, bu makam ebedi) Gene sökmez. Gene bizim yakamıza sarılırlar. Gene bizi tartaklarlar. Gene bakarlar ki bize zulmetmek cüzama deva değil, bir üçüncü, bir dördüncü hava tuttururlar. Fakat efendileri, dertten, kasavetten kurtarmaz. Buna hala neden alışamayız anlamam. Sanki Nazilere krom, demokrasiye kurum satan biziz. Sanki memleketi bu hale biz getirdik. Sanki durup dururken şekeri 30 kuruşa ithal edip 150 kuruşa yetişmedi, 190 kuruşa satan biziz.

Sen şiir yazarsın, ben aşk romanı yazarım. Buna da içerlerler. Kendileriyle, ıztıraplarıyla alay mı ediyoruz sanırlar, nedir?

Onbir senedir, esirlere eza etmenin, mahpuslara zulüm yapmanın hiçbir şeyi halletmediğini şunlara öğretemediğimize yanıyorum.

Dörtyüz senedir dayanan meşhur Bağdat Şosesi’ni yapmış bir milletin evladıyız. Şimdi kendimize göre demokrasi bile icadına muktediriz. Fakat yollarımızı Amerikan mühendisi olmadan yapamaz hale düştük. İki gemiyi, Amerikalı mütehassıs gelmeden dolaştıramıyoruz. Bir marifetimiz vardı: Polis kuvveti. Meyer onda da yaya imişiz. İzmir’de taksi parası yüzünden çıkan adi bir sokak kavgasını bile polisimiz Amerikan polisine havale edecek hale gelmiş.

Sen de oturmuş hala aşk şiiri yazarsın. Ben aşk romanı kaleme alırım. Onbir senedenberi sen bana, ben sana mektup yollamaktan bıkıp usanmadık. Memlekette yeni yeni usuller mi çıkaracağız? Ne haddimize! Bizdeki gidişe baksana… Hüseyin Cahit muvafık, Mareşal Çakmak muhalif… Demokrat Parti danışıklı döğüş yaparken, seçimlerde hasmı rahat bırakırken Avukat Ethem Ruhi’nin Köylü ve İşçi Partisi harıl harıl intihap mücadelesine giriyor. Bunlardan ders almayı bilmeyiz. Arada sırada, darılıp birbirimize sövmeliyiz ki vakit geçsin. Samimiyet, şefkat, merhamet, dostluk Türkün Türke göstereceği şeyler değildir. Bunları icad eden bizim milli birliğimizi bozmak gayesiyle uydurmuş. Bunlar, ancak, Amerika’ya, İngiltere’ye, Bulgar, Romen, Macar mültecilerine fazlasiyle ihsan olunacak uydurma, yalancı nesneler… Kendi aramızda, düşmanlık, iftira, garaz, kin, tezvir, valan, dubara, karmanyola, zulüm, cari olacak. Komşu komşuya, akraba akrabaya, kardeş kardeşe, kudurmuş kurtlar gibi ağzımızdan salyalar akarak diş göstereceğiz. Hangimiz daha evvel yıkılırsak, onun leşini parlayarak doymağa çalışacağız. Sonra sıranın bize geleceğini akla getiremeden bu oyunda devam edeceğiz. Sen de oturmuş aşk şiiri yazıyorsun. Yazmakla yetinsen gene canım yanmaz. “Okusun da yüreği ferahlasın!” diye onbir sene sonra bana da yolluyorsun. Biz on sene içinde neler unuttuk? Başta Mustafa Kemal olmak üzere neleri neler için feda ettik? Bir büyük lâmelif çevirip eski yerimize geldiğimizi görmeyip aşk şiiri yazmak! (Sebil-ürreşat) kafirlere ateş püskürürken, tesettür-ü nisvan’dan bahsederken, taaddüt ü zevcatı överken, Riza Tevfik Mustafa Kemal’e elini öptürürken, Refik Halit, (Ben demedim miydi?) diyerek (Aydede) çıkarırken (seciyesizdir) diye Anadolu toprağına ayak bastırmayanlar, oradan mebus tayin edilir, ahvale nizam verirken… Daha bir sürü kıyamet alametleri zuhur ve huruç ederken, sen hala aşk şiiri yazarsın, bunu da Kemal Tahir’e gönderirsin öyle mi? Yağma yok, Nazım Hikmet, burası köpeksiz köy değil…

Senin aşk şiirini hazmedemeyenler, bunca apartmanı, çiftliği, Amerikan bankalarındaki altıncıkları mideye sindireceklerini nasıl havsalalarına sığdırırlar? Senin aşk şiirinden bile ürkenler, 18 milyon muztarip bir kitleden niçin korkmazlar? Şaşılacak haldir. Gözlerini gaflet bürümüş desem, İngiliz Altınını, Amerikan dolarını millete bırakıp, ortası delik yüzlüklerle yetindiklerini hiç görmedim. İnsan, gaflet içinde olsa, bir kere de yanılır. Kendi zararına çalışır. Bizim memlekette (hep bana) diyenlere deli demezler, (yüzsüz, suratsız) derler.

Aşk şiiri yazarsın! Biz evladımızı bile sevmeyiz. Sevsek hiç ona böyle kirli bir nam bırakmağa uğraşır mıyız. Sen aşk şiiri yazarsın. Biz karılarımızı bile sevmeyiz. Sevsek, onları, 20 bin liralık hayvan postuna sarıp, çıplak milletin çıplak ve aç göğsü üzerinde, mantar pabuçla dolaştırabilir miyiz?

Biz bizzat kendi kendimizi sevemeyiz. Biraz sevsek, dibi delik bir sandala kurulur da, akıntıya karşı, ıkına sıkına kürek çeker miyiz?

Sen aşk şiiri yazmakla haltetmişsin azizim. Onbir senedir, biz seni kendimize benzetmeye uğraşıyoruz. Yüreğinde bir çimicik aşk, bir zerre insanlık, bir minimini merhamet, bir minnacık mertlik, bir kıymık dostluk falan kalmasın diye… Tamamiyle bizim gibi ol istiyoruz. Sen hayasızca inat ediyorsun. Halbuki biricik güvendiğimiz marifet vardı. İnsanları kendimize benzetmek kabiliyetimizle övünürdük. Sen ona şüpheli hale getiriyorsun. Bu suretle istikbal ümitlerini mahvediyorsun. Aşk şiiri yazıyorsun koca sersem… 1948 senesinde Eylül ayının her hangi bir gününde, Bursa mahpusanesinde aşk şiiri… Allah belanı versin!          

                                                             


ARŞİV