LAFCADİO HEARN (27 Haziran 1850- 26 Eylül 1904)
Japonya'nın 'Edgar Poe'su, Japon fantastik edebiyatının büyük derleyici ve ustası olarak tanımlanan Lafcadio Hearn 1850’de Yunanistan’ın Lefke adasında doğdu. Babası İngiliz ordusunda görevli İrlandalı bir cerrah, annesi ise Lefkeli bir ailenin kızıydı.
Henüz iki yaşındayken İrlanda’ya gitti. İngiltere ve Fransa’da bir süre eğitim aldıktan sonra 19 yaşında Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etti. Burada çalışmak zorunda kaldığı birkaç kötü işten sonra The Cincinnati Enquirer için muhabirlik yapmaya, daha sonraları The Cincinnati Commercial’a mensur şiirler ve şehirli siyahilerin yaşantısı gibi o zamanlar için sıra dışı olan konularda yazılarıyla katkı sağlamaya başladı. Aynı müddet zarfında Fransızcadan tercümeler yaptı. Özgün öykülerinin yanı sıra yabancı milletlerin edebiyatlarından uyarlamalar da yaptı ki bu uyarlamalar Stray Leaves from Strange Literature (1884) ve Some Chinese Ghosts (1887) adlı ilk kitaplarını teşkil etti. Budizm, İslam, Fransız ve Rus edebiyatları hakkında yazılar kaleme aldı. Chita (1889) isimli macera romanı da ömrünün bu devresindendir. 1890’da Harper’s Magazine için Japonya’ya gitti. Orada dergiden ayrılarak Kuzey Japonya’da öğretmenlik yapmaya başladı. The Atlantic Monthly’de ve çeşitli Amerikan gazetelerinde Japonya’yla ilgili yazıları çıkmaya başladı. Hearn’ün Japonya’ya tutkunluğunu yansıtan bu ilk yazılar Glimpses of Unfamiliar Japan (1894) adıyla iki ciltte yayımlandı. 1895’te Japon vatandaşı olarak Koizumi Yakumo adını aldı. Koizumi karısının soyadıdır.
Tokyo İmparatorluk Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı profesörü olduğu bu müddette dört kitap yazdı: Exotics and Retrospective (1898), In Ghostly Japan (1899), Shadowings (1900) ve A Japanese Miscellany (1901). Bu kitaplarda Japonya’nın edebiyatı, dini ve geleneklerine dair bilgiler verdi. Bir doğa üstü hikâyeler ve (daha az sayıda olmakla birlikte) haiku türünde şiirler derlemesi olan Kvaidan 1904 tarihlidir.
Yazarın İş bankası Kültür Yayınları tarafından basılan “Kısa Öykünün Büyük Ustaları” kitabında yer alan Kedi Resimleri Yapan Çocuk öyküsünü paylaşıyoruz
KEDİ RESİMLERİ YAPAN ÇOCUK
Evvel zaman içinde Japonya’nın bir köyünde yoksul bir çiftçi ile karısı yaşıyordu, ikisi de çok iyi yürekli insanlardı. O kadar çok çocukları vardı ki, karınlarını doyurmakta akla karayı seçiyorlardı. Büyük oğlan daha on dördündeyken babasına omuz verecek kadar güçlenmişti; küçük kızlar ise neredeyse yürümeye başladıklarında annelerine el katmayı öğrenmişlerdi bile.
Gel gör ki, en küçük oğlan ağır işlere hiç yatkın değildi. Gerçi çok akıllıydı erkek kardeşlerinden de, kız kardeşlerinden de daha aklı ermişti; ama güçsüz kuvvetsiz ve ufak tefekti, herkes pek fazla boy atıp irileşmeyeceğini söylüyordu. Böylece, anasıyla babası, çiftçilik yapmasındansa rahip olmasının onun için daha hayırlı olacağı kanısına vardılar. Bir gün onu alıp köy tapınağına götürdüler ve orada yaşayan güngörmüş yaşlı rahibe küçük çocuğu yanına alıp alamayacağını, bir rahibin bilmesi gereken her şeyi ona öğretip öğretemeyeceğini sordular.
İhtiyar, çocukla sevecenliğini esirgemeden konuşmakla birlikte, çok zor bazı sorular sordu ona. Ama çocuk öyle akıllıca yanıtlar verdi ki, rahip ufaklığı rahip yardımcısı olarak tapınağa almaya ve onu rahip olarak yetiştirmeye razı oldu.
Çocuk yaşlı rahibin öğrettiklerini çok çabuk öğreniyordu, üstelik pek çok konuda son derece uysaldı. Ama bir kusuru vardı. Ders sırasında kedi resimleri yapmaya bayılıyordu, hem de hiç yapılmaması gereken yerlere.
Ne zaman yalnız kalsa kedi resmi yapıyordu. Rahibin kitaplarının kenar boşluklarına, tapınaktaki paravanalara, duvarlara ve de sütunlara. Rahibin ona bunun doğru olmadığını pek çok kez söylemiş olmasına karşın, kendini kedi resimleri yapmaktan alamıyordu. Kedi resmi yapmadan edemiyordu. Onda “ressam dehası” dedikleri şey vardı; işte bu yüzden rahip yardımcısı olmaya yatkın değildi; – rahip yardımcısı dediğin kitaplara gömülmeliydi.
Bir gün kâğıt paravanalardan birine çok zarif kedi resimleri yapınca, yaşlı rahip onu bir güzel haşladıktan sonra, “Oğlum, bu tapınaktan hemen gitmelisin,” dedi. “Senden asla iyi bir rahip olmaz, ama belki büyük bir sanatçı olabilirsin. Şimdi sana son bir öğüt vereyim, ama sakın unutayım deme bu öğüdü. Geceleri büyük yerlerden uzak dur; küçük yerlerde bulun!”
Çocuk, rahibin, “Geceleri büyük yerlerden uzak dur; küçük yerlerde bulun!” derken ne demek istediğini anlayamamıştı. Tapınaktan ayrılmak üzere giysilerini doldurduğu bohçacığın ağzını bağlarken derin derin düşündüyse de rahibin sözlerinin anlamını çözemedi; rahibe de daha fazla bir şey demekten çekindiği için hoşça kal demekle yetindi.
Tapınaktan yüreği yanarak ayrıldıktan sonra ne yapması gerektiğini düşünmeye başladı. Doğruca eve gitse, rahibin sözünü dinlemediği için babasının onu cezalandıracağından emindi; o yüzden eve gitmekten korkuyordu. Birden, yirmi kilometre kadar ötedeki komşu köyde çok büyük bir tapınak olduğunu anımsadı. O tapınakta pek çok rahip olduğunu işitmişti; onlara gidip, kendisini yardımcı rahip olarak yanlarına alıp almayacaklarını sormaya karar verdi.
Oysa çocuğun tapınağın çoktan kapanmış olduğundan haberi yoktu. Tapınağın kapanmış olmasının nedeni de, bir zebaninin rahipleri korkutup kaçırarak orayı ele geçirmiş olmasıydı. Bazı yiğit savaşçılar sonradan bir gece zebaniyi öldürmek için tapınağa gitmişlerse de, bir daha kendilerinden haber alınamamıştı. Bütün bu olup bitenlerden çocuğa kimse söz etmemişti; – o yüzden, rahiplerin kendisine iyi davranacaklarını umarak, ta komşu köye kadar taban tepti.
Köye vardığında hava çoktan kararmış, herkes yatıp uyumuştu; ama çocuk baktı, köyün ortasından geçen yolun karşısındaki tepede yükselen büyük tapınakta bir ışık yanıyor. Bu hikâyeyi anlatanlara bakılırsa, cin, kendilerine bir barınak arayan yalnız yolcuları oraya çekmek için yakıyormuş o ışığı meğer. Çocuk hemen tapınağa varıp kapıyı vurdu. Ses seda yoktu. Kapıyı birkaç kez daha vurduysa da açan olmadı. Sonunda kapıyı usulca itti ve kapalı olmadığını görünce çok sevindi. İçeri girince bir lambanın yanmakta olduğunu gördü – ama ortalıkta tek bir rahip yoktu.
Birazdan mutlaka bir rahibin çıkageleceğini düşünerek oturdu, beklemeye başladı. Sonra bir de baktı ki, tapınağın içinde ne varsa tozdan kapkara olmuş, her yer örümcek bağlamış. O yüzden de, tapınağın temiz pak tutulması için rahiplerin kesinlikle bir rahip yardımcısına gerek duyacaklarını geçirdi aklından. Her yerin böyle kir pas içinde kalmasına neden engel olmadıklarını da merak ediyordu bir yandan. Ama tapınağın içindeki büyük beyaz paravanaları görünce gözleri parladı, bunlara harika kedi resimleri yapılabilirdi. Çok yorgun olmasına karşın hemen bir yazma altlığı bakındı ve buldu da, sonra biraz mürekkep öğüttü ve başladı kedi resimleri yapmaya.
Paravanalara dünya kadar kedi çizdi; sonra da uykusuzluktan ayakta duramadığını fark etti. Tam uyumak için paravanalardan birinin dibine uzanacaktı ki, birden rahibin sözlerini anımsadı: “Büyük yerlerden uzak dur; küçük yerlerde bulun!”
Tapınak çok büyük bir yerdi; üstelik bir başınaydı; rahibin sözlerini doğru dürüst anlayamamasına karşın aklından geçirirken ilk kez yüreğine bir korku düştü ve yatıp uyuyabileceği küçük bir yer bakındı. Sürme kapılı küçük bir oda buldu ve içeri girip kapıyı örttü. Yere uzanıp derin bir uykuya daldı.
Gecenin geç saatleriydi, korkunç bir gürültüyle uyandı – sanki birileri gırtlak gırtlağa gelmiş, çığlıklar atıyordu. O kadar ürkünçtü ki, küçük odanın kapısındaki bir yarıktan dışarıya bakmaya bile cesaret edemedi; korkudan, yattığı yerde hiç kımıldamadan soluğunu tuttu.
Tapınaktaki ışık söndü; ama tüyler ürpertici sesler kesilmek şöyle dursun daha da ürkünçleşti, tüm tapınak zangır zangır titredi. Uzun bir süre sonra ortalık sessizliğe büründü; ama çocuk hâlâ yerinden kıpırdamaya cesaret edemiyordu. Gün ışığı odanın küçük kapısındaki yarıklardan içeri vuruncaya kadar da kıpırdamadı yerinden.
Sonra gizlendiği yerden büyük bir temkinlilikle dışarı çıkıp etrafa bakındı. İlk gördüğü, tapınağın baştan başa kanla kaplı yerleri oldu. Sonra da, orta yerde yatan koskocaman, korkunç bir sıçan gördü – inekten de iri bir zebani sıçan!
Peki, kim öldürmüş olabilirdi bu zebaniyi? Ortalıkta tek bir insan, tek bir yaratık görünmüyordu. Çocuk birden bir gece önce resimlerini yaptığı bütün kedilerin ağızlarının kıpkırmızı ve kana bulanmış olduğunu gördü. İşte o zaman, zebaniyi resmini yaptığı kedilerin öldürdüğünü anladı. Ve bilge rahibin ona neden “Geceleri büyük yerlerden uzak dur; küçük yerlerde bulun” dediğine işte ilk kez o zaman akıl erdirdi.
Gel zaman git zaman, o çocuk çok ünlü bir ressam oldu. Yaptığı kedi resimlerinden bazıları bugün hâlâ Japonya’ya giden gezginlere gösterilir.