LİZ BEHMOARAS (1950–17 Şubat 2025)
Yazar, gazeteci, çevirmen Liz Behmoaras 1950’de doğdu. Fransızca, Türkçe, İspanyolca ve Rumca konuşulan bir ailede büyüyen Behmoaras, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi mezunudur. Yazı hayatına çevirmenlik yaparak başladı. Simone de Beauvoir, Ivan Illich, Marie Cardinal ve Paul Valéry’den çeviriler yaptı.
1986–1996 yılları arasında Şalom gazetesinde kültür editörü olarak görev aldı. Ayrıca Nokta Dergisi, Yeni Yüzyıl, Cumhuriyet ve yurt dışında Libération gazetesi ve çeşitli yabancı ajanslar için freelance çalıştı. Bu vesileyle de yurt içi ve yurt dışı pek çok ünlü isimle daha sonraları iki kitap halinde topladığı röportajlar yaptı. Ardından biyografik çalışmalara yöneldi. Kimsin Jak Samanon?, Bir Kimlik Arayışının Hikâyesi ve Suat Derviş: Efsane Bir Kadın ve Dönemi gibi biyografik eserler yazdı. Alman Subayın Evi, Sevmenin Zamanı, Sen Bir Başka Gittin, Köpük ve Lale Pudding Shop, romanları arasındadır.
Azınlık kimlikleri, toplumsal ötekileştirme ve bireysel hafıza konularına duyarlılığıyla tanınan Behmoaras, Türkiye’de edebiyat ve gazetecilik alanında kültürlerarası köprüler kuran önemli isimlerden biriydi. 17 Şubat 2025’te hayatını kaybeden yazarın İthaki Yayınları tarafından yayımlanan “Köpük” isimli romanından kısa bölümler paylaşıyoruz.
KÖPÜK
5 Mart 1997'de, Pendik'te bir çiftlikte İngiliz bir anne babadan doğmuştu. Adı Maks'tı; yeni ailesine katılınca Köpük olarak değiştirildi.
Köpük'le çoğu zaman “O” diye söz ettiği kadın sahibi arasında yaşanan saf, katıksız, hesapsız bir sevginin hikâyesidir okuyacağınız. Duygusal bir köpek onu anlatmaya koyulursa, hikâye aynı zamanda bir evin, bir ailenin, geçen mevsimlerin, yılların, günlerin, tekrarlanan gündelik hareketlerin ve sevgi dolu bir vedanın hikâyesi de olur.
“Hayvanların bakışında derin ve biraz hüzünlü tatlı bir ışık vardır,” der bir ozan. Bu kitap, o bakışı ve o bakışın bize insanlarla ilgili gösterdiklerini de yansıtmayı amaçlıyor. (Syf 5)
Kedi Mesut'la her ikimizi ayrı bir kategoriye sokan bir sıfat paylaşıyoruz. Yaşlı köpek ile yaşlı kediyiz. Bilmem anlatabildim mi? Dokunulmazlığımız var. Zira her şeyi gördük, her şeyi biliyoruz. Kimler geldi kimler geçti, en iyi biz hatırlarız. Ancak Mesut bile, buralara yerleşmeye çalışan kedilerin sayısını artık aklında tutamaz oldu. Oysa geldiklerinde yerleşip etrafa tam hâkimiyet kuracaklarını zannediyorlardı. Bize de! Yani Mesut'la bana. Yok ya, daha neler! Kayboldular, geri gelmediler; kim bilir belki iki yönlü yoğun bir trafiğin vızır vızır işlediği caddede ezildiler, belki birbirlerinin peşinden koştururken ya da didişirken rıhtımdan denize düştüler; belki de bir başka bahçede, bir başka pencere kenarında, mamayla dolu bir başka kap bulup orada kaldılar. Sözüm meclisten dışarı, kedi milleti öyle nankör ki! Ha, birkaçı da hastalanıp erken öldü ve adını tekrar anmak istemediğim o bölümde yerini aldı.
Yine de uzun zaman kalanlar oldu. Örneğin, yavruyken illaki yatağımı paylaşmak isteyen Mithatcan (kısaca Mithat) adında tekir postlu bir yaratık... Büyüdü, serpildi, gözlerinin etrafında erkek sahibime göre Zorro'nunki gibi (Ne demekse!) siyah bir maske taşıyan, ev halkının çok sevimli bulduğu bir şey oldu. Asla vazgeçmeyeceği iki eğlencesi vardı: Biri akşamüstleri kertenkele avına çıkmaktı; ikincisiyse yatak odalarına sızıp çekmeceleri açmak, orada aşırdığı çorap, iç çamaşırı gibi şeyleri ağzına alıp onları bütün evde tuhaf sesler çıkararak dolaştırmak, sonra da bir koltuğun, bir kanepenin arkasına saklamak, bazen de salon, mutfak vs. gibi evin en beklenmedik bölümlerinde ortalık yerde bırakmaktı. (Syf 15-16)
Kendimi hâlâ tanıtmış değilim. Size sürekli bir şeyler anlatma isteğim yüzünden beni henüz tanımadığınızı unutuyorum. Neden anılarımı paylaşmakta bu kadar aceleci davrandığımı da anlamak mümkün değil! Belki de artık fazla zamanım kalmadığı, bir an önce bu işe koyulmam gerektiği hissindendir.
Golden Retriever cinsinden erkek bir köpeğim ve adım Köpük. Annemle babamınkiler, benimle birlikte kadın sahibime verilen bir kâğıtta yazılıydı. Aklımda kalmamış olan çok uzun ve yabancı adlardı. Anladığım kadarıyla onlar başka bir ülkeden, sanırım İngiltere'den Pendik'te bir köpek çiftliğine getirilmişler, ben ve kardeşlerim o çiftlikte dünyaya gelmişiz. Doğmuş olduğum mekân hafızamda çok bulanık, ancak odaklandığımda bazı bölük pörçük görüntüler ve sesler beliriyor. Etrafları tellerle çevrili bölmeler, düdük sesleri, bitmek bilmez havlamalar, mırmırlar, birbirine tuhaf bir şekilde benzeyen küçük tüy yumaklarının hiç durmayan itiş kakışları... Daha da eskilere gidilirse hafızamın en derininde gizli daha başka, tatlı anılar da var: başım pespembe bir göbeğe dayalı hâlde, güven ve mutluluk içinde ılık bir sütü emme anısı gibi...
Bir yaz günü, kadın sahibim olacak O ve en genç oğlu çiftliğe, ben ve kardeşlerim arasında bir seçim yapıp birimizi ailelerine dahil etmeye geldiler. Ana oğul birlikte kafesli bölmelerin arasında boş, yeşil bir alanda duruyorlardı ve iki ayaklı, liderimiz olan bir adam hepimizi o aynı alana salmıştı. Etraflarında koşturuyor, kendimizi beğendirmek için taklalar atıyor, bin bir şirinlik yapıyorduk. Benim O'nu seçmem doğaldı ama O acaba neden özellikle beni beğenmişti? Tamam, çok sevimliydim ve büyüyünce yakışıklı olacağım belliydi ama hepimiz öyleydik. Daha sonra arkadaşlarına anlattıklarına bakılırsa, beni görür görmez elini bana doğru uzatmış, “Gel,” demiş, ben de ânında sağa sola koşmayı bırakıp O'na doğru seğirtmişim. Mümkündür. Benim anımsamak istediğim daha basit: Birbirimizi görür görmez O'nda da bende de bir anlık bile tereddüt olmadı ve ölümüme kadar sürecek olan hikâyemiz saniyesinde başladı. Hani insanlar buna ilk bakışta aşk derler ya, işte öyle bir şey.
Her ne idiyse, iki ayaklı lidere bir miktar para verip benimle birlikte arabanın arka koltuğuna yerleşti. Beni sevgiyle okşayıp, oğluna, "Baksana tüyleri ne güzel, krem rengi ve köpük köpük! Adını Köpük koyalım!” demesiyle, yeni hayatıma bu adla başlamış oldum.
Doğduğum yeri O'nun kollarında terk ederken arkama bir bakış dahi atmadım.
Heyhat! Çiftlikle ev arasındaki o uzunca yolda yaşadıklarım, en kötü anılarımdan biridir. Daha sonra çok seveceğim araba yolculuğunu ilk kez yaptığımda mide bulantısından öleceğimi sandım. Vardığımda da maalesef evin iki dişi köpeğinin saldırısına karşı koymak zorunda kaldım. Oysa yol boyu beni kollarında sımsıkı tutan, bulantımı giderecek bir hapı nazikçe yutturan O, “Hiç korkma, evde seninle ilgilenecek bir değil, iki annen olacak,” diye tekrarlayıp durmuştu. (Syf 23-24)
Bu anlattıklarımın ışığında size, kadın sahibimden ve beni evine aldığı günden bu yana geçen müşterek yaşamımızdan kim benden iyi söz edebilir? Herhalde bu salak kediler değil. (Mesut'u onlardan ayrı tutuyorum tabii, cin gibidir kendisi ama tembelin de teki!) Bu sersem yaratıkların anlatacak neleri olabilir ki? Planlı programlı bir yaşamları vardır; gece avlanırlar, sabaha karşı mutfağın kapısına dilenmeye gelirler, kapı geç açılırsa dünya yıkılıyormuş gibi pencerelerin ardında miyavlarlar ya da herhalde zırlamaları sayesinde camları eriteceklerini umarak pencerelerinin dış kenarını saatlerce mekân tutarlar. İçeri girdiklerindeyse önlerine konan kaptaki mamayı daha önce anlattığım gibi nazlana nazlana, lütfedermiş gibi dişlerler. Nankör ahlaksızlar, benim yemeğimin de tadına bakmakta hiçbir sakınca görmemişlerdi ilk zamanlar, hem de ben bizzat orada bulunduğum sırada. Ben de boş durmayıp ürkütücü kılmaya çalıştığım hırlamalar ve ısırma tehditleriyle payımı korumuştum. Kadın sahibim bu kadar az paylaşımcı olmamdan hiç mi hiç hoşlanmamış, beni azarlamış, sertçe, “Bu ne cimrilik böyle? Gören de herkese yeterince yiyecek yok zanneder!” diye sitem etmişti. Açıkçası bu kez sözünü dinlemekte zorlanmıştım. (Syf 27)
Köpekler aleminde her birimizin kendine ait bir kişisi olduğuna inanıyorum, hatta bundan eminim. Körü körüne ait olduğumuz kişidir bu. Ondan gelen her şey kabulümüzdür. (Syf 33)
O akşam her zamanki yerlerimize yerleşip erkek sahibimizin kumandanın -zira hep onun elinde bulunur- düğmesine basmasını her zamanki gibi sabırsızlıkla bekledik. Ancak bir süre sonra ekranda gördüklerimiz bizi sinirden hop oturup hop zıplattı. Hatta doğru hatırlıyorsam ben ekrana doğru hırlamaya başladım, Mesut sinirli sinirli tükürmeye, sahiplerimizdense biri küfredip diğeri (kadın olanı) lanet okumaya başladı.
Önce bizim yaşadığımız Türkiye adlı ülkede yaşlı bir kediyi bir köpeğe parçalattıran ve bunu gülerek seyreden canavar genç insanlar belirdi ekranda! Sonra “hayvan cenneti!!!” diye bilinen İngiltere'de, yaşlı bir kadının, sokakta yürürken rastladığı evi barkı, insanı olan saygın bir kediyi önce sever gibi yapması sonra oracıkta bulunan çöp tenekesine atması ve kapağı üstüne bir güzel kapaması gösterildi. Zavallı kedi o çöp tenekesinde on beş saat kapalı kalmış. Miyavlamaları sayesinde bulunduğunda yarı ölüymüş.
Diğerlerini bilmem ama ben bu izlediğim görüntülerden şu iki önemli dersi çıkardım: İnsan her zaman insandır; cennet gibi ülkelerde bile ve kâh kendi türüne kâh biz hayvanlara, hatta bitkilere her türlü kötülüğü yapabilir. Bu biir! Bundan dolayı ona sıkı sıkıya uymak zorunda kalacağı kanunlar konması lazımdır, bu da iki. O kadar! (Syf 43)
Efendim, bütünlük ayrıntılardan oluşur, hayvanlara davranış tarzı da bir insanın karakterinin çok önemli bir ayrıntısıdır. (Syf 83)