Muzaffer İzgü: Kanlı Gülmece

Türkiye'nin en çok okunan gülmece, genç ve çocuk kitapları yazarlarından Muzaffer İzgü'den "Kanlı Gülmece" öyküsü

28 Ağustos 2020 - 11:20

Gazete Kadıköy okuyucularına ülkemizden ve dünyadan usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılarla oluşan bir “köşe” açtı. Amacımız bir edebi seçki hazırlamak ya da edebi değerlendirmelerde bulunmak değil. Bir gazete köşesi ölçeğinde edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek ve yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak... İyi okumalar diliyoruz.

MUZAFFER İZGÜ (29 Ekim 1933- 26 Ağustos 2017)

Türkiye'nin en çok okunan gülmece, genç ve çocuk kitapları yazarlarından olan Muzaffer İzgü, Adana'da doğdu. Diyarbakır İlköğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra, uzun yıllar Türkçe öğretmenliği yaptı. Bu görevden kendi isteğiyle emekliye ayrıldı (1979). İlk gülmece öykülerini Akbaba dergisinde yayımladı. İlk öykü kitabı “Gecekondu” ise 1970 yılında yayımlandı.

Roman, çocuk kitapları ve oyunlar da yazan İzgü, gülmece öyküleriyle tanındı. Öykülerinin çoğu, radyoda ve tiyatrolarda oyunlaştırıldı. Zıkkımın Kökü ve Ekmek Parası isimli kitaplarında kendi hayatından kesitlere yer veren Muzaffer İzgü, 26 Ağustos 2017 tarihinde aramızdan ayrıldı.

Muzaffer İzgü’yü saygı ile anıyor, Bilgi Yayınları tarafından yayımlanan “Dayak Birincisi” öykü kitabından “Kanlı Gülmece” isimli öyküyü okurlarımızla paylaşıyoruz

KANLI GÜLMECE

Hücredeydim. Yüksekte, duvarın içine gömülmüş sarı bir ampulden ışık sızıyordu. Hep birbirine benzer hücreler, sarıdır duvarları, ışıkları, tavanı. Demir kapı her zaman pas kokar, küf kokar. Gıcırtılı açılır, gıcırtılı kapanır. Gıcırtı korkudur bazan... Bazan da müjde... Müjde, iki gün ellemezler seni, kendine gelesin, biraz toparlayasın diye kendini. Korkudur, bilirsin kapı gıcırdayınca seni nereye götüreceklerini.

Çok kaldım hücrelerde ben, çok işkence ettiler bana. Kapının küçük penceresi açılır önce, bir atkı uzatırlar.

“Bağla bunu gözüne” derler…

Bağlarsın. Gıcırdar kapı, yürütürler seni, düz yürütmezler, döndüre döndüre, yönünü şaşırasın diye, hangi odaya girdiğini bilmeyesin diye, kaç adım gittin, kaç adım çıktın, unutasın diye... Unuttum zaten ben, kaç kez işkence yaptıklarını unuttum bile. Derime sormalı bunu, yüzümün derisine, ayaklarımın kalın derisine, sırtımın ince derisine. Kaç kez sigara söndürülmüştür kimbilir yanağımda, kaç kez boynuma boğazıma balyoz gibi yumruklar inmiştir...

Unuttum…

İşte dün, dünü de unuttum... Unutmak güzel şey ama, ya derim, ya hücrelerim, unutuyorlar mı bu işkenceleri?

Bilmem...

Kapı gıcırdadı. Küçük pencere açılmadığına göre atkı yok. Ya bırakılacağım, ya da... Hayır hayır, içeri birini koydular. Benden beş altı yaş küçük, olsa olsa yirmi iki-yirmi üç yaşlarında. Sarı kafalı bir oğlan. Saçlarının sarısı ayna olmuş yüzüne, sapsarı. Gözleri iri iri açılmış. Bir torba gibi yığıldı gıcırtıyla örtülen demir kapının ardında. İşkence falan görmemiş. Bilirim ben işkenceden gelenleri, gözleri böyle iri iri açılmaz, kapanır, ufalır, karpuz çekirdeği denli olur. Ağlarlar, inlerler, inilti müzik gibi çıkar ağızlarından, acı bir ezgi....

—  Merhaba, dedim.

— Hı, merhaba, dedi irkilerek.

— Yanaş yanaş!

— Yanaşayım mı?

— Yanaş ya...

Sanki birisinin ardından itmesini bekler gibi ardına bakındı, kurbağa gibi yanıma sıçradı oturduğu yerden.

— İlk mi geliyorsun?

Başını salladı... Gözleri açılıp açılıp kapanıyordu, iriliği yitmişti. Orasını burasını kaşıyordu. Bilirim, gereksizdir bu kaşınmalar. İnsanoğlu, var mıyım diye kendini yoklar.

— Seni bu hücreye attıklarına göre, işkence yapacaklar,

dedim.

— Yapma be abi, dedi.

— Yok canım, ben yapmayacağım, onlar yapacaklar.

Daha çok kaşınmağa başladı, uyuz olmuş gibi. En çok da karnını kaşıyordu. Sevimli bir yüzü vardı sarışın gencin, hattâ komik bile. Kaşları ayrık ayrık, gözleri birbirinden uzak. Burnu, sahana düşmüş yumurtanın sarısı gibi lop...

— Sigaramı da aldılar, dedi.

— Bende de yok, dedim.

Elini bacağının arasına attı, kaşındı kaşındı,

— İşkencede öldürürler beni, dedi.

— Yok canım, dedim. Ben de senin gibi düşünüyordum ilk işkenceye götürülmezden önce, ama zamanla...

— Zamanla?

— Zamanla öğrendim kurnazlığını.

— İşkencenin mi?

Güldü sarışın genç. Yüzünün bir yanındaki gamzesi iri bir patatesin çukuru gibiydi. Hızlı hızlı burnunu kaşıdı.

— Siz galiba çok işkenceye uğradınız?

— Hı, dedim... Alıştım...

Sırıttı yine. Gözü duvarlarda, hücreyi ışıtan ampulu aramağa çalışıyor.

— Şimdi, dedim, işkence yaparlarken kasılmayacaksın... Daha doğrusu baştan başlamak gerek, sana az sonra bir atkı atacaklar, gözlerini bağlaman İçin. Dikkat et atkıyı sıkı bağla,

çünkü buradan çıktıktan sonra elini her fazla oynatışın için bir fazla yumruk yersin; onun için işi başından sıkı tut. Hem, kafayı sıkı sıkı sarmanın yarana da vardır... Mümkünse atkının düğümünü tam ensene getir, yumrukların etkisi az olur.

  • Onlar farkına varmazlar mı?
  • Yok, dedim ağızları köpürmeye başladığında hiçbir şeyin farkına varmazlar, salt, çok, daha çok vurmak için çalışır onlar.

Güldü...

  •  İyi be, abi, dedi.
  • Kasılma demiştim... Kasılırsan, her yumruğun acısını iki kat duyarsın, şöyle kendini pelte san, istersen mayalı hamur san, bırak gitsin...

Kahkaha attı.

  • Demek hamur gibi ha, pelte gibi ha?? Hah hah haa haaa...

Çenene yumruk atarlar, gözün bağlı olduğu için ilk yumruğun geldiğinin  farkına varmazsın, ama ilk yumruktan sonra yapacağın tek şey, alt çeneni biraz ileri doğru uzatmak olsun, dişlerini de sıkma, sonra kırılır dökülür. Sanki o zaman ağzında sıcak bir yemek varmış, sen de ağzını açmış onu soğutmağa çalışıyormuşsun gibi yap. Yumruklar sönmüş bir balona çarpar gibi, fıs fıs...

Fıs fıs sözünü duyunca, sarışın genç öyle bir kahkaha patlattı ki, küçücük hücre sarsıldı  sanki...

— Fıs fıs ha abi?

— Fıs fıs ya... Kafana copla vururlar...

İlk copu yine sezinleyemezsin, ama bil ki ondan sonra işkenceci takır takır indirecektir cobu kafana. O zaman, bir tempoya uygun olarak, omuzlarını kaldır kaldır indir, ama öyle ayarla ki, omzun aşağı indiğinde cop kafana insin, omzun kalktığı zaman cop kalkmış olsun, yaylı gibi, şöyle şöyle, şöyle şöyle...

Sarışın genç, dizlerine vura vura gülmeye başladı. Ben de gülmeğe başladım. Omzumu kaldırdım indirdim, birkaç kez daha, kahkaha selinde boğulduk, bir iki dakika...

— Sonra, dedim, ay fena gülmüşüm, (gözümün yaşını sildim), sonra arkadaşım, işkenceci seni falakaya yıkacaktır. Böyle insanın ayaklarını havaya kaldırır, ver ederler copu...

Nah böyle...

Yattım yere… ben yatınca, genç yine kahkahalarla gülmeye başladı. Ben de gülüyorum. Yerdeyim, işkence pozundayım, ama gülüyoruz. Dışarıdan bir işkenceci duysa, hücrenin içinde kahkaha aynası var sanacak.

— Bu durumda tırnaklarını yâni ayak baş parmaklarını hiç oynatmayacaksın. Çünkü en çok tırnak dipleri acır, cop tırnağa rastlayınca vay anam...

— Hah hah hah haaaa!..

— Topuğunu öne doğru çıkarmağa çalış. Galiba doğa bilmiş, insanlar işkenceye uğrayabilirler diye düşünmüş olsa gerek, topuğun derisini olasıya kalın yapmış... Ayağının altına coplar inerken, hiç kasma kendini. Bırak salıver, kendini ılık bir suyun içinde düşün, yörende ak güvercinler, ve sen ayaklarını uzatmışsın yeşillikleri izliyorsun... Şap şap şap şap...

— Cobun sesi?...

— Yoo, kıyıya vuran dalganın sesi.

— Hah hah hah hahhh...

Sarışın genç, ayaklarını havaya dikmiş, bir yandan "şap şap şap" diyor, bir yandan  kahkahaları basıyordu.

— Pekiyi acıtmaz mı abi?

— Hiç acıtmaz olur mu?

— Demek acıtır ha, demek acıtır ha... Hah hah hah haaa... Yahu abi çok komiksin be abi... Demek acıtır, acıtır ha... Hah hah haaa...

Patlattık kahkahaları... Gülme özgürlüğümüz çenemizde, çene kaslarımızda, dudaklarımızın ucunda, çenemiz koparılmamış daha, dudaklarımız kesilmemiş daha.

— Bu durumdayken sana sırtını dön demeleri büyük bir olasılık. Sırtını dön o zaman... Başla derin derin nefes almağa, çok derin al, çok büyük olsun solukların, büyük olsun, hızlı

olmasın... Nah böyle...

— Hah hah hah haaa!

— Yine bir tempo tuttur, üzerine çıkıp çiğneyen işkencecinin, zıplamasına göre, ağırlığına göre. Çok ağırsa diz kapaklarını iyice yere yapıştır, boynunun kaslarını ger. Böbreğinin olduğu yeri gevşek bırak. Çünkü işkenceci böbreklerini dökmek isteyecektir… Sidik torbana da sahip ol, onu bacaklarının arasına al. Sık kendini işe... Şırıl şırıl işe...

— Demek işeyim ha abi, hah hah hah haa... Oraları böyle sidikle, hah hah haa...

Beş kişi birden gıdıklıyormuş gibi gülüyordu sarışın genç.  Gülüyorduk.

— Yat şimdi, dedim.

Yattı...

— Elimi sırtına uygun aralıklarla değdireceğim, haydi bakalım! Hop hop, hop hop... Sık bacaklarını sık, sidik torbana sahip ol, boynunu yukarı doğru kaldır, haydi hop hop hop...

Kahkahalar... Kalktı, gözleri yaş içinde.

— Yapma abi, öldüreceksin beni gülerken, dedi.

— Sırtında zıplarlarken birşeyler söyle kendi kendine, istersen sövebilirsin, mini mini söv...

— İşkencecilere mi?

— İşkencecilere, işkencecilerin babalarına, onlara! Tüm bunlardan sonra seni kollarından havaya asarlar. Bileklerinden ip bağlarlar, sallandırırlar. O zaman soluğun en büyük yardımcın, çok sık soluk al, güç katacaktır bu sana. Hiç dizlerimi yukarıya çekeyim falan diye uğraşma, bil ki her boş devinim, gücünün tükenmesine neden olur. Kendini bir torba san, ben torbayım de, yoğurt torbasıyım, de...

Yoğurt sözcüğüyle birlikte ikimiz birden yine kahkahalarla çınlattık hücreyi.

— Kese yoğurdu abi kese, haah hah hah haaaa...

— Ayak tırnaklarını sökerlerken baldırlarını, el tırnaklarını sökerlerken pazularını gevşek bırak. O zaman hiçbir şey düşünme, salt kinini düşün... Bu kinle on tırnağını sökseler de farkına varmazsın.

— Hiç varmam ha abi, hah hah hah haaaa...

— Aşağılayacaklardır seni, yüzüne tüküreceklerdir tokatlar ata ata, o zaman, şöyle düşün, yer değiştirdiğinizi düşün. Aslında yüzüne tüküreceklerin onlar olduğunu düşün. Yum gözlerini, düşünde tükür yüzlerine, baklam baklam...

— Ben onların yüzüne değil mi abi, hah hah hah haaa... Böyle ha, hah hah haaa...

Güldük gençle, hep güldük... Güle güle gitti sarışın genç işkenceye. Atkısını ben bağladım, iyi bir topuz yaptım tam ense kökünde. Kulaklarını örttüm bir iyice zarı patlamasın diye. Sırıtıyordu boyuna, kendini körebe oyunundaki bir çocuk gibi görüyor. Az sonra ellerini ileri doğru uzatacak ve kendisine işkence edenleri bulmaya çalışacak... Buldum, diyecek, sımsıkı sımsıkı yapışacak...

Genci getirdiler hücreye. İnsan zamanı yitiriyor hücrede, bilmiyorum kaç saat sonra, ama geldi. Ayakları yerde sürüne sürüne et kemik yığını gibi atıp gittiler hücrenin ortasına...

Kapı gıcırdandı kapandı. Atıldım üzerine sarışın gencin. Sırtına dayandım dizimle, doğrulttum, ense kökündeki topuzu çözdüm. Başını tutamıyordu, önüne düşüyordu başı. Ağzı

burnu kan içindeydi. Kaşının biri patlamıştı. Tırnaklarının ucundan sızan kan donmuştu, ay gibi...

Saçlarını okşamağa başladım. Parmaklarımı tarak yaptım, saçlarında dolandırdım. Kesik kesik soluk alıyordu...

— Unutma, dedim, derin soluk alacaksın...

Şişti göğüs kafesi... Şişti şişti boşaldı.

Başını yavaş yavaş arkaya, benden yana çevirdi, gözleri kapalı, kanlı ağzını açtı, güldü... Evet evet güldü. Yüzündeki gamzesinden anladım. Hatta kahkahalarla gülmeğe başladı, gözlerinden dökülen kanlı yaşlardan anladım. Katıldım ona, ben de gülmeğe, ben de kahkahalar atmağa başladım. Onun yerine de çınlatıyordum hücrenin duvarlarını...

— Anlat anlat, sen kaşınla gözünle anlat, ben anlarım, diyordum...

Yarılmış kaşı oynuyordu, dudakları kıpırdıyordu, çenesi sallanıyordu...

— Hah hah hahh! Demek deli ettin herifleri haa?...

Belini çiğnerlerken ayı sandın ha?

Hah hah haaa...

— Kollarından havaya astıklarında salıncak dedin adamlara ha? Hah hah ha...

Demek çeşme gibi işedin ha? Hah Hah hah haa...

— Analarını avratlarını kalaylayıp yüzlerine tükürdün ha? Hah hah hah ha...

İki kişilik gülüyordum. Terliyordum gülmekten. O da terliyordu. Hem gülüyor, hem de atkıyla terini, kanını siliyordum. Sarsılıyordu. Kahkahalarının bitmesini bekliyordum, ama bu sessiz kahkahalar bitmek bilmiyordu...Tak diye bir şey düştü ağzından yere... Kahkahalarımızı kestik bir an... Kanlı bir cisimdi bu yere düşen, aldım, elimdeki atkıyla sildim... Sarışın gencin dişiydi, pırıl pırıl bir diş... Dişi avcuna koydum, baktı, yine gülmeğe başladı. Gülmeğe

başladık. Gülüyorduk, dişe bakıp bakıp gülüyorduk...

Dizlerimize vura vura gülüyorduk.

— Sakla bu dişi, hep sakla, dedim. Başını sallıyordu.

— Hı hı... Hah hah hah...

Çıkmıyordu sesi... Onun yerine ben gülüyordum. Sarılmış birbirimize, gülüyorduk...


ARŞİV