Nâzım Hikmet'ten Kemal Tahir'e mektuplar

Ağacın, denizin, hayatın, aşkın, ayrılığın, kavuşmanın şairi Nâzım Hikmet'ten Kemal Tahir'e mektuplar

31 Mayıs 2019 - 11:20

 

NAZIM HİKMET (15 Ocak 1902- 3 Haziran 1963)

Yetmişinde bile zeytin dikeninden, bir kızıl süvari olan 19 yaştakine, Tahir’inden Zühre’sine, Hiroşima’da 7 yaşında kalan kız çocuğuna, karlı kayın ormanından, Varna önünden geçen vapuruna, annelerin ninnilerinden, spikerin okuduğu habere, güneşe ilk defa çıkarılan içerdekinden, Serez’in esnaf çarşısına… Ağacın, denizin, hayatın, aşkın, ayrılığın, kavuşmanın şairi Nâzım Hikmet. Kendi deyimiyle “tepeden tırnağa insan, tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret...”

Politik görüşleri nedeniyle defalarca tutuklanan, yurduna hasret gözlerini yuman, şiirleri 50 dile çevrilip kendi yurdunda yıllarca yasak olan usta şair, tüm dünyaya büyük bir miras bırakarak 3 Haziran 1963’te Moskova’da yaşamını yitirdi.

Nâzım Hikmet’i saygıyla anıyor, son baskısı İthaki Yayınları tarafından yapılan Kemal Tahir’e Mektuplar kitabından Kemal Tahir’e yazdığı 3 mektuptan bölümler ile bir şiirini  yayımlıyoruz.

6 Birincikânun, Cuma (1940)

Kemal,

Bursa’dayım, 1933 senesinden beri Bursa hapishanesinin duvarları, pencereleri, malta boyları değişmemiş, ne eskimişler ne yenileşmişler. Hatta o zamandan kalma bir iki mahkûma dahi rastladım. Yalnız onlar beni, ben onları biraz ihtiyarlamış bulduk.

Sana burasını birçok defalar anlatmıştım, tayyare biçimi bir bina. Benim oda kuyrukta, üçüncü katta, sol tarafta. Ordaki odadan biraz küçük. İçinde iki kişi yatıyoruz. Oda arkadaşımın adı Kemal. Evet “Kemal” senin adın gibi. Sana yalnız adı benzemiyor, senin gençliğine benzeyen tarafları da var. Şiire meraklı, heyecanlı. 94’üncü maddeden 5 yıla mahkum. Belki de adından başka hiçbir şeyi sana benzemiyor da ben böyle bir benzetiş ihtiyacındayım. Her ne hal ise. Oda arkadaşımdan memnunum. Onunla senden konuşabiliyoruz. Senin vaktiyle Yedigün’de çıkan hikâyelerini okumuş. Ona seni anlatıyorum. Bu suretle seninle konuşmuş gibi oluyorum. Hele bu “gibi olmak” dün akşam son haddini buldu, kapı açılıp içeri girivereceksin sandım.

İşte bugünlük Bursa havadisleri bu kadar. Sen Sinop’tan mektup aldın mı? Orda ne var ne yok? Müdür bey gitti mi? Aman Kemal kendine iyi bak, üşütme, nezle olma, zayıflama, seni turp gibi bıraktımdı; yine öyle, hatta daha şişman bir turp gibi bulayım.

Soranların, beni ananların cümlesine hasret ve selam. Gözlerinden öperim kardeşim.

(Kemal Tahir, Piraye, Nâzım Hikmet)

3

Kemal,

Bu ikinci mektubumda sana iki sevinilecek haber vereceğim. Birincisi, bugün akşam üstü, alacakaranlıkta Ziya Meriç Bey geldi. Ziya Bey’i tanıdın. Nafıa Vekalete hukuk müşaviri. Dayı Paşa göndermiş. Elinde bir istida müsveddesinin notları. Dayı Paşa Başvekille ve fırka grubu erkanıyla görüşüp prensip itibarıyle mutabık kalmışlar. Af meselesi hallonulmuş. İstida Başvekile hitaben. Davanın hukuki kısmından bahsetmeyeceğim denildikten sonra, kısaca nasıl kusursuz ve taksiratsız mahkum edildiğim kaydolunuyor. Etrafıyla üç senedir hapishane köşelerinde çürüdüğüm anlatılıyor, Milli birlikteki yerimi veriniz fikrinin inkişafıyla ve kusursuz, kabahatsiz uğradığım cezayı af yoluna gidiniz diye bitiyor. Hepsi bir daktilo sayfası kadar tuttu. Ana hattında vaktiyle İstanbul tevkifhanesinde Meclise yaptığımız af talebi istidasına benzemekte, yani hususi af talebi. Ziya Bey, artık bu sefer mesele bitmiştir, diyor. Çok yakında bir aya varmaz çıkacaksınız, tebşir ederim, dedi. Ve sizin bu teşebbüs neticelendikten sonra, diyor, arkadaşlar da emsal zikriyle müracaatta bulunurlar, böylelikle artık herkes tarafından iç yüzü anlaşılmış bir davanın haksızlığı tamir olunur, dedi. Mesele böyle kardeşim. Siz isterseniz derhal ayrı ayrı müracaat edin, isterseniz, benim müracaatın neticesini bekleyip emsal zikriyle müracaatta bulunun. Ben vaziyeti objektif olarak yazıyorum. Şimdiye kadarki tecrübelerde aldığım dersle bu hususta ne kadar bedbin olduğumu bilirsiniz.

Hatta Ziya Bey’e de bu bedbinliğimi söyledim, bu seferki katidir, dedi, görüyorsunuz ya Bursa’ya gelmişken burda akrabalarıma bile uğramadan yarın sabah hareketle istidayı Başvekile götüreceğim, hepinizi tebşir ederim, dedi. İşte bütün teferruatıyla birinci haber bu.

İkinciye gelince, Pazartesi günü Piraye geldi. Yarın gidiyor. Bir ay sonra yine gelip burda bir ay kadar kalacak. Fakat Ziya Bey bugün o gittikten çok sonra geldiği için ve yarın sabah erkenden Piraye yola çıkacağından kızcağız bu son teşebbüsten haberdar değil. Ona meseleyi mektupla bildireceğim. Fakat o da duymuş, Vedat’a benim bacanağa, ahbaplarından birisi bir mebustan duyarak, bundan bir hafta, on gün evvel, Nâzım çıkacak demiş. Sonra Piraye’nin babası da aynı haberi üstü kapalı ima etmiş, yahut Piraye babasının sözlerinden o manayı çıkarmış. Bana kalırsa bizim kız o manayı çıkarmış. Her ne hal ise şimdi benden mektubu alıp Ziya Bey’in Dayı Paşa’dan getirdiği haberi öğrenince kendi işittikleriyle son hadiseyi birleştirip bir hayli sevinecek. Allah vere de kızın bu son sevinci boşa çıkmasa.

Kızcağız sana çok selam söyledi. Senin mektubunu, ilk mektubunu, pazartesi günü Piraye’yle konuşurken verdiler. Beraber okuduk. Gözleri dolu dolu oldu. “Keşke Kemal’i bırakıp gelmeseydin” dedi. Sonra yeni müdürünüzden ne kadar memnun olduğunuzu anlatan satırları okuyunca biraz teselli buldu. “Her şeye rağmen Kemal benim için oğlum Mehmed’in biraz büyüğü olan ağabeyidir ve Kemal gibi koskoca bir oğlum olduğunu düşündükçe hem seviniyorum, hem karı koca ne kadar ihtiyarladığımızı görüp içime tatlı bir keder düşüyor” dedi.

Burda rahatım iyidir. Müdürümden ben de çok memnunum. Fakat beni de bilhassa sevindiren sizin müdürünüz Mekki Bey’den memnun oluşunuzdur. Kendisine gıyabi selamlarımı söyleyin.

 Bu mektup böyle biter. Hasretini dehşetle duyuyorum. Sorup soruşturanların cümlesine selam.

4

Kemal,

İkinci mektubunu aldım. Bu üçüncü mektubumdur. İkinci mektubumda, Ziya Beyin buraya geldiğini, Başvekalete hitaben bir istida yazdığımı, Ziya Bey’in Dayı Paşa’dan naklen söylediğine göre bu sefer haksızlığın tamir edilip mutlak çıkacağımızı, teşebbüslerin teker teker, her teşebbüsten netice alındıktan sonra yapılması lazım geldiğini tafsilatıyla yazmıştım. Yine hülasa edişimin sebebi ikinci mektubumu belki alamamış olduğun ihtimalidir.

Sana şimdilik günlerimin nasıl geçtiğini anlatayım. Sabah saat sekizde kapılar açılıyor. Dokuza kadar yıkanmak, çay, dolaşmak. Dokuzda biraz okumak, daha doğrusu senin adaşın Fransızcasını ilerletmek için Metod Berliç’ten hikâyeler okumak. Saat onda resme oturuyorum. Ve aşağı yukarı ortalık kararıncaya yani saat beşe kadar, öğle yemeği fasılası müstesna, resme çalışıyorum. Akşam saat sekizde kapılar kapanıyor. Bu kapanışa kadar Sarıyerli Emin beyle filan laf atıyoruz. Kapılar kapandıktan sonra hâlâ okuyacak bir şeyim olmadığı için dokuzda filan yatağa giriyorum.

İşte şimdilik sensiz hapishane hayatım böyle geçiyor. Şiir yazmıyorum. Bilmem neden ama bu hususta bir teraküm olduğunu zaman zaman hissediyorum. Yazarsam iyi şeyler hissedebileceğim belki.

Nuri Tahir’e hâlâ mektup yazamadım. Yarın da ona yazacağım. Bana büyücek bir kafa resmi göndermesini, renklerini yazmasını söyleyeceğim, bir portresini yapıp göndereceğim.

Emin ol Kemal’ciğim senin gibi mektup yazabilmek için çok şey verirdim. Mesela resim yapacağıma senin gibi mektup yazmasını becerebilseydim.

Erkek kardeşim yok diye çok üzüldüğüm zamanlar olmuştur. Şimdi sen ve Nuri iki tane birden var ve ben sizi sizden uzak bir ağabey gibi düşünmekle nasıl bahtiyar oluyorum tahmin edemezsin. Çünkü senin iki tane erkek kardeşin var. Belki sen de kız kardeşin hasretini çekmişsindir.

Çankırı Cezaevi insanları ve odamızla gözümde tütüyor. Hasretini çekiyorum. Asri’nin aynacı dükkânı, Bekir’in terzi dükkânı, marangozhane, küçük usta ne güzel günlermiş.

Burada da rahatım. Fakat rahatlık her şey demek değil. Her şey olan insandır, insanlardır.

Hikmet’e de senin gibi iki mektup yazdım. Birine cevap alamadım. Üstad meşguldür, bilirim, ama mektup yazamayacak kadar meşgul olduğunu bilmezdim. Yoksa yine kabahati sana yükletip mektup postaya verilirken “Kemal haber vermedi mi” diyecek. Ve hakikaten kabahat sende mi?

Piraye geldi, gitti. Gelecek. Babasının benimle bilhassa alakadar olduğunu, artık damadı bendenize eskisi gibi kızmadığını söyledi. İnşallah doğrudur. Çünkü ben kayınbabamı hakikaten severim

Soranlara selam.

Başefendiye, gardiyanlara.

Hasretle seni kucaklarım kardeşim.

MOR MENEKŞE, AÇ DOSTLAR 
VE ALTIN GÖZLÜ ÇOCUK 
  
Abe şair, 
bizim de bir çift sözümüz var 
                                      «aşka dair.» 
O meretten biz de çakarız 
                                    biraz..

Deli çığlıklar atıp avaz avaz 
      burnumun dibinden gelip geçti yaz 
                               sarı 
                                  tahta vagonları 
                                       ter, tütün ve ot kokan 
                                                           bir tren gibi. 
Halbuki ben 
      istiyordum ki gelsin o 
          kırmızı bakır bakracında bana 
                              sıcak süt getiren gibi... 
Fakat neylersin, 
          yaz böyle gelmedi, 
                yaz böyle gelmiyor, 
                     böyle gelmiyor, hay anasını... şey!..

EEEEEEEEEY... 
     kızım, annem, karım, kardeşim 
                                                  sen 
                          başında güneşler esen 
                              altın gözlü çocuk, 
                                  altın gözlü çocuğum benim; 
deli çığlıklar atıp avaz avaz 
burnumun dibinden gelip geçti de yaz, 
ben, bir demet mor menekşe olsun 
                                               getiremedim 
                                                                 sana! 
Ne haltedek, 
      dostların karnı açtı 
                           kıydık menekşe parasına! 
 

                                                                                        1930 


ARŞİV