Nilgün Marmara: Kağıtlar

"Uçurumlar var, var uçurumlar diyorum ben insanla insan arasında, kendiyle kendi arasında, kendiyle başkası arasında" Nilgün Marmara'nın Kağıtlar kitabından küçük bölümler

10 Haziran 2020 - 10:10

Gazete Kadıköy okuyucularına ülkemizden ve dünyadan usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılarla oluşan bir “köşe” açtı. Amacımız bir edebi seçki hazırlamak ya da edebi değerlendirmelerde bulunmak değil. Bir gazete köşesi ölçeğinde edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek ve yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak... Keyifli okumalar diliyoruz.

NİLGÜN MARMARA (13 Şubat 1958- 13 Ekim 1987)

1958'de İstanbul'da doğdu. Ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji'nde bitirdi. Üniversite hayatına İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde başladı ancak siyasi sebeplerle burada devam edemeyip tekrar sınava girdi ve Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandı. 

Üniversitede Sylvia Plath üzerine inceleme yapan Marmara, okulu, “Sylvia Plath’in Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi” tezi ile 1985'te bitirdi. Plath, bireyin yalnızlığına ve varoluş sorununa bakışı Marmara’yı oldukça etkiledi. Şiirlerinde çoğunlukla, birincil tekil kişinin düşle gerçek arasında gidip gelen, kırılgan izleklerini kullandı. Daktiloya Çekilmiş Şiirler (1988), Metinler (1990) ve Kırmızı Kahverengi Defter (1993) adlı üç kitabı bulunuyor. Nilgün Marmara, 13 Ekim 1987'de, 29 yaşında, İstanbul'da yaşamına son verdi.

Nilgün Marmara'nın Everest Yayınları tarafından yayımlanan Kağıtlar kitabından bölümleri okurlarımızla paylaşıyoruz

KAĞITLAR 

 

Üzgün adım, ileri Marş!

*İlk okulda ilk çocuk

İlk kan ilk A

İki delik birden hem de

*Dili kilit pericik
Kilitleniyor
Açılmasa iyi
Dışarıda tel örgüyü görenler
Kuyrukta açmak için

*Hastane bahçelerinde
yaptığımız piknikler
ve sevinçle açılan
yaralar
Geri dönüp ana binalara
pansumanlanırlar,
ve onların keneflerinde
su sükunet aranır

Syf 11

Canımın sıkıntı sınırı

Aydınlıkla köhneliği belirginleşen bu kente ve konuta, hiçbir şey neyse oyum. Öylesine bağsız ve yeğniyim ki, bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum. Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen benden geri alarak, bu yoğunluğu olur olmadık, herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor. Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutlu tanrının yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını. Kafeslerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler yığılıyor, işte yetkin eşitlik... Her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden satın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.

.

Syf 27

  

Ben böyle yalnızken,

Kendi kendime fazla geliyorum.

Eksilttin beni daha çok!

Aklın iniltisi:

Yaslı Yürek Belgeseli

Syf 43

 

Zirzop kıvılcımlar saçan yalnızlık

birimleri ağaçlar, suda boğulmuş

küçük aşklar,

Konuğumuz zıpçıktı gün…

Korunaksız bir utku; varış, koya

Yaslanma, çöle sırt verme, çevrenin

Uzaklığını tek uzaklık bilme. Böyle

Yaşanacak bir  uzun süre, denge!?

*Her yeni güne, gündüzün yaşadığımızı geceleri ölebildiğimiz için, dayanabiliyoruz.

*Ömrü şahaneleri daim olsun?

Zat-ı şahanelerinin ömrü şahaneleri daim olsun!

Syf 63

 

 Yüreğimdir gerçekte kadife

Tenim değil.

Gece mavisi kadife, isimler sayıklayan, saklayan.

Çekici bir ten olmanın

Korkusunu kaplayan

Kıvrımları arasına aklının.

 

Aşkımdır aslında tüm sevgim

İyicilliğim değil,

Ezici, zorba bir aşk,

Kötüklüksever, kıskanç olan.

Belkide sevemeninin

Yitikliğini barındıran

Tuhaf arzu köşelerinde.

Syf 73

 

Hiçbir şey kalmıyor geriye (nereye?) Oysa bir şey arttırılmalı, saklanmalı, korunmalı kara günler için (daha da mı?) Ben yaşarken yaşamımı ve ölümümü tüketiyorum.

Sana neler anlatmalıyım neler, çok yer, çok insan, çirkin, güzel, olaylar, tarihler, akış akış… Gözlerimin önünde olan biten yiten her şey bir bir çevrimin içinde tutsaklandığım ben ve rastlantıyla aynı çevrim içre bulunan diğerleri, bize değen, değmeyen her şeyi. Konuşmak konuşabilmek böylesine zorken ben anlatıyorum beynimdeki diğer ses yoluyla sana, bazen de düşlerde. Şükür! Bir güven var hala (nelerden sonra!) beni duyarsın

Syf 91

Uçurumlar var, var uçurumlar diyorum ben insanla insan arasında, kendiyle kendi arasında, kendiyle başkası arasında. Böylece özleyebiliyoruz, kendimizi, başkalarını. Uçurumlar arası ebem kuşağından köprüler kuruyoruz, ne çok renkli ve bembeyaz, renkleri ısıtıyor insanı ama aslında bu gökkuşağı köprüler buzdan, yani donuyor da baka baka, donuk donuk renkler doluyor yüreklere, donduruyor. Yine de diyorum ben, var bir şeyler çünkü düşlerde en derinlikler, söylenemeyen tam anlatılamayanda, balıklar asılı tavanlara, simsiyah kocaman balıklar insan yüzlü ve gözleri yaşlı dönerken hıçkırıyor tanıdık tüm yüzler.

Syf 93

Uyanınca, yanında yalnızlığın uyuduğunu görmek… Ne kutlu acı! Yer değiştirsin, kalık rahatlıkla; nesnelerle, nesne olanlarla kuşatılmışlığına gözaçmayla, birlikteliğin zorbalığıyla, varlığın, oluşun yalınlığını zedeleyen somut başka’nın sömüren soluğuyla.

 

Syf 117

  

*”Herkesin vicdanı kendi polisidir.”

Yüce sloganı süperegonun, ortak patronun.

*Böyle bir morla alçattım sizi!

*Denize kaçan bütün sokaklar

Syf 141


ARŞİV