Norbert Elias: Zaman Üzerine

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Norbert Elias ile devam ediyor

14 Ekim 2022 - 09:17

NORBERT ELİAS (22 Haziran 1897 - 1 Ağustos 1990)

Norbert Elias Yahudi bir ailenin tek çocuğu olarak 1897’de Breslau’da doğdu. I.Dünya Savaşı’nda Alman ordusu için gönüllü oldu ve çeşitli cephelerde telgrafçı olarak çalıştı. Breslau Üniversitesi’nde felsefe, psikoloji ve tıp eğitimi aldı. Babasının ekonomik durumunun kötüleşmesi nedeniyle bir fabrikada çalıştı.  2 yıl aranın ardından Felsefe bölümünden doktorasını tamamlayarak mezun oldu. K. Jaspers, E. Husserl ve R. Höningswald’in öğrencisi oldu. A. Weber ve K. Mannheim ile birlikte çalıştı. 19933’te Almanya’dan ayrılarak İngiltere’ye yerleşti. 1954-1962 yılları arasında Leicester Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’nde görev yaptı. 1965’te Almanya’ya döndü. Münster, Konstanz ve Aachen üniversitelerinde dersler verdi. 1984’ten sonra Amsterdam’da yaşamaya başladı.

1939’da İsviçre’de yayımlanan Uygarlık Süreci uzunca bir süre tanınmayan bir yapıt olarak kaldı. 1969 baskısı da pek dikkat çekmedi, ama kitabın 1976’da Almanya’da yapılan ikinci baskısı, Elias’ın sosyolojinin klasikleri arasına katılmasını sağladı. Uygarlık sürecinin ilk cildi ‘‘Batılı Dünyaevi Üst Tabakalarının Davranışlarındaki Değişmeler’’ İletişim yayınları tarafından 2000 yılında yayımlandı. 1997’de Adorno Ödülü’nü aldı. 1 Ağustos 1990’da Amsterdam’da yaşamını kaybetti.

Yazarın Ayrıntı Yayınları tarafından okurla buluşturulan “Zaman Üzerine” isimli kitabından kısa bölümler paylaşıyoruz.

ZAMAN ÜZERİNE

Bana zamanın ne olduğu sorulmadığı sürece zamanın ne olduğunu biliyorum; ama sorulduğunda bilmiyorum, demiş yaşlı bir bilge. Peki ben niçin burada bu soruyu soruyorum?

Zamanla ilgili sorunları araştırmaya ve incelemeye kalktığımızda, daha önce göremediğimiz birçok olgu ve sorunla karşılaşıp bunları anlama ve kavrama şansımız doğar. Özellikle de teorilerin günümüzdeki yetersizliği yüzünden el atamadığımız sosyoloji sorunları ya da genel olarak insan bilimleri alanındaki bazı sorunlara da “zaman” incelemeleri üzerinden uzanabiliriz.

Fizikçiler, zamanı ölçtüklerini söylerler sık sık. Bunu yaparken matematik formüllerine başvururlar; ve bu formüllerde zamanın ölçüsü, fiziğe özgü, adı konmuş bir birim olarak kullanılır. Gelgeldim, zaman dediğimiz şey aslında ne gözle görülebilir ne de elle tutulabilir. Duyularımızla algılanamaz bir şeydir zaman. Bu durumda, zamanı bir nesne gibi ölçebildiğimizi ileri sürmek ne anlama gelebilir? Bir saatlik bir süre, somut, gözle görülebilir bir şey değildir. Cevabı verilmemiş sorulardan biri, zamanın nasıl olup da bir doğa nesnesi gibi muamele gördüğü sorusudur.

(Syf 13-14)

 

***

 

Aşağıdaki çalışma zaman üzerine bir çalışma olmakla birlikte, onun ötesine de geçmektedir. Kolayca görüleceği üzere ele aldığı sorun daha geniş kapsamlıdır. Çünkü birbiri ardına farklı zamanlarda gerçekleşen olayların “zaman içindeki bir sıralılık” olarak algılanması, önce olanı hatırlayan ve bilinç gözünü kullanarak daha sonra olacak olanla ve şimdi olanla birlikte tek bir imge olarak zamanın algılanması, birleştirici birimlerin (insanı kastediyorum), birbiri adına gerçekleşen A, B, C olaylarını bir arada tasarlayan zihinsel bir görüntüyü kurarken, bunların aynı anda gerçekleşmediği bilgisine de sahip olmasını gerektirir. Dolayısıyla bu durum, sentez yapma yetisine* sahip canlıların bu yetilerinin deneyimle harekete geçirilip yapısal özellikler kazanmasına bağlıdır. Bu tür bir sentez yetisi insan türüne özgüdür; insanların davranışlarının belirleniş biçimi, bu anlamda türsel bir özellik gösterir. İnsan türünün davranışları, tanıdığımız tüm diğer canlılardan farklı olarak, öğrenilmemiş tepkilere daha az bağlıyken, daha önce öğrenilmiş ve deneyimle kazanılmış bilgilerin (üstelik tek tek bireylerin değil insan kuşaklarının oluşturduğu uzun zincir boyunca kazanılan deneyimlerdir söz konusu olan) etkisindeki algılarına daha fazla bağlıdır. İnsanın bu kuşaklar ötesi öğrenme yeteneği, yani bir kuşağın deneyimini ötekine aktarması olgusu, yüzyıllar içinde insanın çevresiyle ilişkilerinde daha ileri ve daha kapsamlı ilişkiler kurarak sorunlarını çözmesini sağlamıştır.

İnsanın “zaman” olarak algılayıp yaşadığı şey tam da budur, çevresiyle ilişki ve sorun çözme aracıdır. Bu araç uzun bir süreçte, kazanılan deneyimlerle ve kuşaklar ötesi bir öğrenmeyle yavaş yavaş gelişmiştir. (…) Bugün “zaman” diye nitelediğimiz insan deneyimi geçmişte değişime uğramıştır ve bugün de bu değişim sürmektedir; ve bu değişim, gelişigüzel değil, açıklanması mümkün olacak biçimde, belli yapılar ve hedefler çerçevesinde gerçekleşmektedir.

(Syf 63-64)

***

“Zaman” olayların kesintisiz akışının belli yanlarıyla ilintilidir ve insanlar bu akışın göbeğinde yer aldıkları gibi, bizzat bu sürekli akışın parçasıdırlar. (…) Her şey duracak olsa artık  “zamandan” söz edemeyiz. Bunu anlamak kolay, oysa değişimlerin tek bir sıra halinde birbirlerini izlediği bir evrende yaşasaydı, bir şeyin ne zaman başladığını ne bilebilir ne de zaten sorabilirdik. Çünkü ne zaman sorusunu, olayların ya da olayların, bu bütün içindeki başlangıcını ve sonucunu gösteren, belli bir zaman aralığını ötekilerden ayırt eden ya da “süre” dediğimiz özelliklerine bakarak iki ya da daha fazla olayı birbiriyle zamansal uzunlukları bakımından karşılaştırmaya yarayan sabit noktalar bulmak demektir.  Bütün bunlar zamanı belirtebilmenin çeşitli yollarıdır.

(…)

“Zaman” dediğimiz şey, en başta, belli bir insan topluluğuna, giderek insanlığa, değişimlerin oluşturduğu sürekliliğin içinde söz konusu insan topluluğunca benimsenmiş nirengi noktaları koyma ya da böyle bir değişimler akışı içindeki belli bir evreyi, başka bir değişimler silsilesi içinden alınmış bir evre ile karşılaştırma imkânı veren bir ilintileme çerçevesidir. Zaman kavramının, değişimlerin oluşturduğu çok çeşitli silsilelere uygulanabilme nedeni budur.

(Syf 106-109)

Aslına bakılacak olursa, insanların gerek fiziksel alanda gerekse de biyolojinin bazı alanlarında yaptıkları inceleme ve araştırmaların kaydettiği büyük ilerlemeler, kendi yaşama düzlemlerindeki, insan ilişkileri alanındaki adımlarına katkılar yaptığı ölçüde, engeller de koymuştur. Gerçi insan ilişkilerinin alanları, kendilerine özgü, karakteristik zorluklarla bezenmiştir kuşkusuz. İnsanların, kendilerini keşfetme konusunda az çok, ama aşikâr bir endişeleri vardır. Bu inceleme ve araştırmalarda ortaya çıkabilecek olan gerçeklerden duyulan endişedir bu. Bu araştırmalar arasında yer alan “zaman”ın sorunları da, çoğunlukla bir sırrın çözümü kılığına bürünür ve insanlar bu sırrın örtüsü altına, tıpkı sağlayıcı bir elbise içine gizlenir gibi gizlenip dururlar. Oysa araştırmalarda ortaya çıkan ne gulyabanidir ne de  ürkütücü başka herhangi bir görüntü. “Zaman”ı araştırdıkça, yavaş yavaş göreceğimiz şey, insanların, içinde yaşadıkları dünyada kararlar alabilecek, durumlarını ve hareketlerini daha iyi tayin edebilecek duruma gelene kadar, zahmetli ve zorlu bir yol katettikleri gerçeğidir. İnsanlar Güneş’in, Ay’ın ve yıldızların birbirine göre hiç de düzenli sayılmayacak hareketlerini, tarihi belirtici bir araç, öteki değişim sürelerini tayine yarayan bir  senkronizasyon birimi olarak kullanma aşamasından, bunlara göre çok daha düzenli işleyen insan yapımı “zaman ölçerler’i kullanma aşamasına geçmeyi başarmış; ama ardından, ileride anlatacağımız gibi, kendi davranışlarını da bu sefer saatlere uyumlama, bu anlamda saatlerle, takvimlerle senkronize etme alışkanlığı edinmiş; giderek kendi zaman bilinçlerini, doğal yapılarının gerçekten de esrarengiz bir parçası gibi duyumsamakla kalmamış; nesnel bir varlık, dış bir olgu gibi gördükleri zamanı da, tanrıların bir armağanı, bir tanrı vergisi gibi algılayıp yaşamışlardır.

(Syf 122-123)

***

İnsanlar ayrıca zaman belirleyici bir enstrümanın hızını değiştirip çeşitlendirerek, önceki bir pozisyon ile sonraki bir pozisyon arasında yol alan bir hareketin süresini kısaltabilirler. Mesafe aynı olduğu halde hızı artırdığımız ölçüde, aynı mesafeyi alma süresi azalacaktır. Ve eğer, farklı hızlardaki hareketleri, aynı mekanik aygıt içinde bir araya getirebilirseniz, her bir birimin bir ötekine göre belli bir sabit oranda, daha hızlı ya da daha yavaş hareket etmesini sağlayabilirsiniz. Süreçleri yapısal birimlere indirgeyen dilsel alışkanlıklarımız doğrultusunda, bir günün 24 saat, bir saatin 60 dakika ve gene bir dakikanın 60 saniye olduğunu söylerken tam da bu türden bir ilişkiyi ifade ediyoruz.

(…)

Birçok başka sosyal faaliyet gibi, zaman belirleme anlamındaki faaliyetler de, bugünkü durumuna, belli sosyal taleplerin artması ile ortaya çıkan toplumsal bir etkileşim sürecinden geçerek ulaşmıştır. Bu ihtiyaç ve taleplerin başında da insanları koordine ve senkronize etme, öteki deyişle kendi faaliyetlerinin oluşturduğu art ardalıkları, gerek birbirleriyle gerekse gene doğa olaylarının akışındaki art ardalıklarla karşılıklı bir uyum içine sokmak gelir. Böyle bir sosyal ihtiyacın bütün toplumlarda duyulması hiç de söz konusu değildir. İnsanların bir araya gelerek oluşturdukları toplum ne kadar büyük, insan sayısı bakımından ne kadar zengin, fonksiyon ve faaliyetler ne kadar farklılaşmış, uzmanlaşmış ve karmaşıklaşmışsa, bu ihtiyaç da o ölçüde artmış demektir. Avcıların, çobanların ve köylülerin oluşturdukları ilkel topluluklarda, olayları aktif müdahalelerde bulunarak “zaman” ile ilintilendirmek ya da onları “tarihlemek” ihtiyacı yok denecek kadar azdı; büyük, kentleşmiş devlet toplumlarında, özellikle de sosyal işlevleri, uzmanlaşmalar bakımından çok ilerlemiş toplumlarda, bu işlevleri yerine getirenleri birbirlerine bağlayan bağların hem uzun hem de alabildiğine çeşitlenmiş olduğu ve günlük çalışmanın yükünün büyük ölçüde insan ürünü enerjilere ve makinelere devredildiği durumlarda, zaman belirlemeye duyulan sosyal ihtiyaç da çok büyük ölçüde artar; bu ihtiyaçla birlikte zaman belirleyecek araçların, ortak sosyal zamanı gösterecek mekanik işaretlerin vazgeçilmez gereklilikler arasına girmesi, bu doğrultuda da, bu toplumlardaki insanların belli, ortak bir zaman duygusuna sahip olmaları kaçınılmazdır.
(…)

Yüzyıllar boyunca yanlış yolda, yanlış iz üzerinden gidilerek kovalanmış bir avdı zaman; olmayan bir şey yakalanmaya çalışılmıştı: Dönüşümlere uğramayan, bütün insanlara aynı tarzda verilmiş ve onların da aynı tarz ve duygularla yaşadığı bir olgu.

(Syf 165-169)


ARŞİV