Gazete Kadıköy, yazarlarımızın, şairlerimizin eserlerinden küçük alıntılarla oluşacak bir “köşe” açtı. Amacımız, bir edebi seçki ya da güldeste hazırlamak değil. Edebi değerlendirmelerde bulunmak hiç değil. Yalnızca bir gazete köşesi ölçeğinde kalmak üzere geçmiş edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek. Bu vesileyle yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak. Keyifle okuyabileceğiniz birbirinden farklı yazılar sunabileceğimizi umuyoruz.
OKTAY AKBAL (20 NİSAN 1923- 28 AĞUSTOS 2015)
Edebiyat tarihimizin en önemli yazarı arasında yer alan Oktay Akbal, ilk gerçekçi romancılardan Ebubekir Hazım Tepeyaran’ın torunuydu. Yazmaya çok erken yaşlarda başlayan Akbal, dönemin önemli dergilerinden Servet-i Fünun ve Uyanış dergilerinde bir süre sekreterlik görevi yaparak meslek hayatına atıldı. Daha sonra gazetecilik yapmaya başlayan Oktay Akbal, Yeni Sabah, İkdam, Vakit gibi gazetelerde öykü, çeviri ve eleştiri yazıları kaleme aldı. 1985 yılında başladığı Hürriyet daha sonrasında Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazan Akbal, daha sonra Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı ve 2014 yılına kadar yazılarını sürdürdü.
Birçok öykü, roman, deneme, inceleme, anı, gezi ve günce kaleme alan Oktay Akbal, roman türündeki ilk kitabını “Önce Ekmekler Bozuldu” adıyla 1946 yılında çıkardı. Birçok yapıtı Türk edebiyatının en önemli kitapları arasında yer alan Akbal’ın 1978 yılında Tekin Yayınevi tarafından yayınlanan “Gençler Bize Bakıyor” kitabından “Zaman Bir Birikimdir” başlıklı yazısını yayınlıyoruz.
ZAMAN BİR BİRİKİMDİR
Zaman bir birikimdir. Yoksa, her gün birbirinin eşidir. Güneş doğar sonra batar. Sonra yeniden, sonra yeniden. Kimi mevsim daha güçlü, kimi mevsim daha güçsüz. Yağmurlu, karlı olur, soğuk olur, sıcak olur. Bütün ayrım bu kadardır. Zaman birimi insanların buluşudur. Günden güne bir şeylerin değiştiği, yıprandığı, eskidiği, yaşlandığı görülmüştür, o zaman insanlar bu doğup batan güneşlerin anlam taşıdığını düşünmüşlerdir. Bir gündür, her güneşin doğuşu batışı. Yedi gün bir hafta, dört hafta bir ay, on iki ay bir yılı oluşturur. Bize göredir bu, doğanın yaratıklarına göredir, yoksa doğanın kendisi ilgisizdir bu zaman denen şeye karşı! Bakarsınız bir dağa, elli yıl önce nasılsa öyle, bir deniz yüz yıl önce nasılsa öyle. İnsanlar değişir durmadan, kuşaklar gelir, kuşaklar gider. Durdurun bu seli, seçin iki yüz elli yıl öncenin bir insanını gelişi güzel, sonra da bugünden başkasını. Arayın bir ayrım, bir üstünlük aralarında. Zor bulursunuz.
Zamanın biriktirdiği şeylerden yararlanırsa insan, dünün, önceki günün, geçmiş yüzyılın, yüzyılların insanına benzemez elbet. Kitaplar, kitaplar, kitaplardır uygarlıkları kuran, yeni insanı yapan, eskisinden koparan. Ama Doğu Anadolu’nun yer altı evlerinden birinde Mehmet’le iki yüz elli yıl öncenin aynı yerde yaşayan Mehmet’i eştir, aynıdır. Boşa akıp gitmiştir o binlerce gün, gece. Yerinde durmuşsa insanoğlu, şaşkın, kızgın anlamaz bakmışsa doğaya, ha 1974’te olsun ha 1774’te ne fark eder! Zamanın birbiri üstüne koyduğu birbirine eklediği, bir bütünü oluşturduğu şeydir uygarlık, uygar insan… Ben bugünün insanıyım demek kolay değildir bu yüzden. Bugünün bilimine, sanatına, duyarlığına, kafasına erişmek gerek her şeyden önce. Bugünü duymak gerek her yönüyle. Bir toplumda kaç kişi çıkar böyle? Çağını yaşayan kaç kişi var çevrenizde? Bir de çağların gerisinden seslenen kaç bin, kaç milyon?
Büyük adam dediğimiz yaratık, günceldir. Gün gün yaşayan adamdır, eskimez, ölmez, uzaklaşmaz, bayatlamaz. Belirli bir geçmiş günde, otuz, kırk, elli yaşında son soluğunu vermiş olsun. Bir güneşin doğmasıyla batması, batmasıyle doğması arasındaki sürede yaşamış doldurmuş zamanını, ölmüş gitmiş sonra. Ama ne yapmış o yıllarda, o bizlerin yıl dediği, yıllar dediği zaman birikiminde? Aval aval mı bakmış çevresine, kendine, daha önce başkalarına ezberletilen şeylere mi inanmış, yoksa daha öteyi, geleceği, başka gerçekleri duymak anlamak mı istemiş? Gerçek insanı doğanın uydusu yaratıktan ayıran budur. Aramak, araştırmak, düşünmek, varlığını duymak Descartes’in gibi “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyebilmek..
Kişiler var aramızda, hem okumuş, hem de yazmış, hem de durmadan konuşmuş, konuşmakta… Giysileri çağdaş, ama kafaları çağdışı! Alın götürün zamanın gerilerine bırakın orda, hiç yadırgamazlar yerlerini. Nasılsa, rastgele, bugünün adamı olmuşlardır, yanlışlıkla doğmuşlardır bu çağda. Toplumu da götürmek isterler gerilere, aşılmış yolları gerisingeri koşturmaya çalışırlar. Ölmüş bitmiş tükenmiş inançları diriltmek, hortlatmak. Olanaksız olduğunu bilmeden, akla getirmeden. Böyleleri kimi zaman egemen de olurlar toplumlarına. İnsanlığın aştığı evreleri, gerçekleştirdiği evrimleri, birbiri ardına giriştiği devrimleri yozlaştırmak, geriletmek, ta eskiye, en ilkele götürmek istekleriyle…
Şimdi bir söylevden bir parça size. Tam yüz seksen yıl önce bir Millet Meclisi’nde söylenmiş. Buna benzer sözleri öyle çok duydunuz ki! “Daha başarılı olmak için kimi zaman bu ilkeleri gülünç biçimlerde uygulamaya bile kalkıştılar. Yurdun bütün dostlarına kışkırtıcı, anarşist dediler. Kimi zaman da bu iftirayı başarmak için, onları halka mal etmekten büyük ustalık gösterdiler. Daha ilk zamanlardan, bir toprak yasası hayaleti ile halkın içine korkular saldılar. Bütün eşitlik düşmanlarını kendi partilerine çektiler. Yönetimi ve bütün mevkileri ellerine geçirdikten, mahkemeleri ve devlet hazinesine el koyduktan sonra bütün güçlerini halkın uyanmasını durdurmaya, kralcılığı ayıltmağa ve aristokrasiye dirilmeye harcadılar.”
Ünlü devrimci Robespierre’in sözleri bunlar. Konvensiyon Meclisinde söylemiş yüz seksen yıl kadar önce… Size, çok yakın günlerde söylenmiş, hatta bugün de yarın da yurdumuzda, başka geri kalmış ülkelerde yaşanmış, yaşanacak olayları, düşünceleri yansıtmıyor mu? Bir devrim adam çıkıp böyle sözleri toplum önünde bugün de söyleyebilir. Ha iki yüz yıl önce, ha iki yüz yıl sonra! İlkeleri bozmak, yurtseverlere anarşist demek, halk çoğunluğunu bir takım yasaları ters göstererek korkutmak, öte yandan eşitlik düşmanlarını güçlü topluluklar halinde birleştirmek, yönetimi ellerine geçirmek, her şeye her şeye el koyduktan sonra halkın gerçek uyanmasını önlemek için ellerinden geleni yapmak. Yüz yıl önce de buydu, iki yüz yıl önce de, hatta daha daha önce de. Bugün de… Güney Amerika’sından, Afrika’sına, Asya’sına, hatta zaman zaman Türkiye’sine varıncaya dek…
Evet, zaman yalnızca bir birikimdir. O birikimi iyi kullanmak, değerini bilmek gerek. Birbiri ardına geçen günlerin gecelerin getirdiklerini harcatmamak, elden çıkarmamak, ona buna kaptırmamak, onların üstüne yenilerini, daha iyilerini, daha üstünlerini koymak… İnsanlığın belirtisi budur, insan olmanın gereği budur. Kuşaklar durmaksızın daha iyiye, daha güzele doğru ilerleyecek, gerilemeden, ara vermeden, yerinde saymadan… Zamanın getirdiği, kazandırdığı değerlerden yararlanarak, onları kendimize katarak bir bütün halinde oluşturarak…