Oktay Rifat: Bir Kadının Penceresinden

Oktay Rifat’ın “Bir Kadının Penceresinden” isimli romanından kısa bir bölümü ve  “Elleri Var Özgürlüğün” şiirini okurlarımızla paylaşıyoruz

26 Mart 2020 - 10:37

Gazete Kadıköy okuyucularına ülkemizden ve dünyadan usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılarla oluşan bir “köşe” açtı. Amacımız bir edebi seçki hazırlamak ya da edebi değerlendirmelerde bulunmak değil. Bir gazete köşesi ölçeğinde edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek ve yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak... Keyifli okumalar diliyoruz.

OKTAY RİFAT (10 Haziran 1914 -18 Nisan 1988)

Orhan Veli ve Melih Cevdet'le birlikte Garip Akımı'nın kurucularından olan Oktay Rifat Horozcu 10 Haziran 1914’te, babasının vali olarak bulunduğu Trabzon’da doğdu. İlkokulu Ankara’da okudu. Ankara Erkek Lisesi’ni (1934) ve AÜ Hukuk Fakültesini bitirdi (1937). Hukuk doktorası yapmak üzere Maliye Bakanlığı tarafından Paris’e gönderildi; ancak II. Dünya Savaşı’nın patlaması üzerine 1940 yılında doktorasını tamamlayamadan yurda döndü. Lise yıllarında tanıştığı Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday’la birlikte çıkardıkları “Garip” (1941) adlı kitapla yeni Türk şiirinin kurucuları arasında yer aldı. 1956 yılında yayımladığı “Perçemli Sokak” adlı kitapla, aynı dönemde ortaya çıkan İkinci Yeni akımına koşut bir çizgi içine girdi. Başlangıçta, dönemine göre yeni bir hava içinde güçlü aşk şiirleri, halk deyim ve söyleyişlerinden yararlanan başarılı taşlamalar yazan Oktay Rifat, “Perçemli Sokak”tan sonra her kitabında yeni bir ses ve biçim arayışıyla okurun karşısına çıktı ve ölümünden kısa süre önce yayımladığı “Koca Bir Yaz”a dek her kitabıyla yazın çevrelerinde geniş yankılar uyandıran bir ozan oldu. Şiirlerinin yanı sıra yazdığı çok sayıda tiyatro oyunu ve üç roman da benzer bir ilgiyle karşılandı.

Oktay Rifat’ı saygıyla anıyor Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan “Bir Kadının Penceresinden” isimli romanından kısa bir bölümü ve  “Elleri Var Özgürlüğün” şiirini okurlarımızla paylaşıyoruz.

BİR KADININ PENCERESİNDEN 

Uyuyamıyordu. Taş çatlasa uyuyamayacaktı. Sağ eli yastığın altında, gözleri yumulu, bir saatten beri kıpırdamadan duruyordu. Dizlerini karnına çekmişti. Ayakları buz gibiydi. Kalksa, o sinir hapından bir tane daha yutsa, hatta tüpü olduğu gibi bitirse yine uyuyamayacaktı. Sinirleri zembereğinden boşanmıştı bir kez. “Tek umut kıpırdamadan durmakta!” diye düşündü. Sol ayağının başparmağını okşar gibi, hafifçe sağ ayağının topuğuna sürttüğünü farketti. Yastığın altına soktuğu elinin parmaklarında da belli belirsiz bir kıpırdama vardı. “Uyuştu da ondan.” diye aklından geçirdi. Elini yastığın altından çekse, karıncalanmaya başlayan sağ omzunu dinlendirmek için sol yanına dönmeye kalksa, kendini yeniden uykuya giden yolun başında bulacağını biliyordu. Bir saatten beri harcadığı emeğin bir anda yok olup gitmesine gönlü razı olmuyor, direniyor, bütün gücüyle uyumaya çalışıyordu. Ama o da biliyordu ki uyumak için harcadığı bu çaba, bu direnme, uykuya en büyük engeldir. Uyumak için düşünmeyi bırakmak, boşalmak, sonra o boşluğun içine ağır ağır kaymak gerekir. “Bir boşluğun içine ağır ağır kaymalıyım” diyordu. Bir boşluğun içine kaymalı! Ama nasıl? Uyumak üstüne bildiği, duyduğu sözler, öğütler aklına geliyordu. Evirip çeviriyordu kafasında bunları. Sonra yine asıl konusuna, kocasına geçiyordu. Kocasını düşünüyordu. Tam bir düşünce denemezdi buna. Sakız gibi uzayan, ağdalı bir düş gibiydi bunlar. Akşamdan tabağın içinde kalmış bir patates köftesini ağzına atarken, tam da o sırada, kocası giriveriyordu mutfağa. Görmezlikten geliyordu Filiz’in patates köftesini ağzına attığını. “Ha görmüş, ha görmemiş, o da mı tasa!” Ama bu adam hiç belli olmaz. Bakarsın bir kulp takar. Hap kadarcık bir patates köftesi yenmez de çöp tenekesine mi atılır! Bu mudur usul! Yere batası domuz! Sevmiyordu kocasını. Ne var ki kocası da görünüşte onu sevmiyordu. Yalnız sevmese iyi, bastırıyordu onu sevmemekte. Altta kalmak, sevmemek konusunda bile altta kalmak çıldırtıyordu Filiz’i. Bu yenilgiden, seven ama sevilmeyen bir kadın olarak sıyrılabileceğini biri kulağına fısıldamış gibi, bir ödevi yerine getirircesine kocasının üstüne düşüyordu. Kocasının üstüne düştükçe yeni yenilgilere uğruyordu. Yenilmekse onu gözünde büyütüyor, ona karşı bir ilgi, bir çeşit sevgi doğuruyordu içinde. Şimdi şu yatakta da yenikti. Uyuyamıyordu işte. Yenik olduğu için uyuyamıyordu. Sol koluyla birdenbire üstünden pikeyi attı. Terlemişti. Vücuduna kulak verdi. O uyuyamasa da derin bir uykudaydı kadınlık organları, cansızdı sanki. Eliyle göğsünü yokladı. Yirmi sekiz yaşındaydı. On iki yıldan beri evliydi. Şu zamanda yirmi sekizindeki kızlar yeni kocaya varıyordu. Oysa onun, büyüğü on bir yaşında üç çocuğu var. “Bedri haklı,” diye geçirdi içinden. “Bir eksiklik var bende.” Bedri bunu açıkça biliyor, sırasında yüzüne vuruyor, sırasında dolambaçlı yollardan önüne seriyordu. Ama Bedri’ye göre herkes kusurludur. Bedri bu, büyütür, pireyi deve yapar. Mutfaktaki masadan elektrikli firma, elektrikli fırından batı uygarlığına, oradan insan kafasına sıçrar. “Yok, yok! Bende bir eksiklik var,” diye yineledi. Doğru dürüst bir aile içinde büyümedim ben. Elbise dolabı yoktu benim büyüdüğüm evde, sandık vardı, yük vardı. Havagazı yoktu, maltız vardı. Yeşil sabunla bulaşık yıkardık biz, kalaysız bakır tencerede. Bu bulaşık tozları sonradan çıktı. Maltıza elleme kömürü tepeleme doldurulur, boş kibrit kutuları parçalanır, kömürlerin arasına sokulur. Birkaç tahta parçası, üstüne gaz. Daha üstüne eski bir boru. Kibriti çaktın mı, akşamları mutfak kapısının önünde kıvılcımlar saçarak bir çıtırtıyla yanmaya başlardı maltız. Bedri hor görüyordu maltızı. Maltızda yemek pişirenin kafası da elleme kömürü gibi kara olur. Kara ya da ak, artık uzaktaydı maltızlı günler. Evlendi evleneli hep havagazında yemek pişirmişti. Ama çocuklukta, mutfak kapısının önünde alacakaranlıkta savrulan kıvılcımlar iz bırakır kişide. Her şey ona göre. Bedriye bakarsan gardrop kullanmasını bile daha doğru dürüst öğrenememişti. “Ne çamaşır yıkamasını, ne sokağa çıkmasını, ne alışveriş etmesini biliyorsun!” Hep bu laf.

- Bizim kadınlarımız günde on iki saat evin içinde ırgat gibi çalışır, ter döker, iki kap yemeği zor hazırlar. Oysa Avrupalı kadın az emekle çok iş görmesini bilir. Koşullar da elverişlidir buna. Nedenleri ortada.

Filiz, “Nedenleri ortada,” diye yineledi. Dişlerini sıktı, gözlerini az daha yumdu, direndi.  İçindeki o ağdalı düşleri silmeye çalıştı, sonu gelmeyecekmiş gibi görünen birkaç saniye, hiç bir şey düşünmeden, duymadan, öylece kalıp gibi durdu. Bu zorlama onda kuvvetli bir tepki yaratmış olacak ki yayından kurtulan ok gibi yataktan fırladı. Şimdi yatağın ucunda oturuyordu. Basma geceliği altında tortop, yarı belinden aşağısı çıplaktı. Esniyor, gürültüyle kaşınıyordu. Düşünmüyordu artık. Kafasının içi bomboştu. Kalktı, kaşınarak pencerenin önüne geldi. Perdeyi aralayarak dışarı baktı. Kimsecikler yoktu daracık sokakta. Perdeyi kapadı, elektriği yaktı. Parmağını, yastığın yüzünde bıraktığı kızartıya götürerek yüzünü inceledi aynada. Sorusuna cevap bekleyen bir insanın dikkatiyle bakıyordu yüzüne.

ELLERİ VAR ÖZGÜRLÜĞÜN 

Köpürerek koşuyordu atlarımız 

Durgun denize doğru.

Bu uçuş, güvercindeki, 

Özgürlük sevinci mi ne! 

Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz, 

Düşünmek yasak, 

İşgücünü savunmak yasak! 

Ürünü ayırmışlar ağacından, 

Tutturabildiğine, 

Satıyorlar pazarda; 

Emeğin dalları kırılmış, yerde.

 5 

Işık kör edicidir, diyorlar, 

Özgürlük patlayıcı. 

Lambamızı bozan da, 

Özgürlüğe kundak sokan da onlar.

Uzandık mı patlasın istiyorlar, 

Yaktık mı tutuşalım. 

Mayın tarlaları var, 

Karanlıkta duruyor ekmekle su.

 6 

Elleri var özgürlüğün, 

Gözleri, ayakları; 

Silmek için kanlı teri, 

Bakmak için yarınlara, 

Eşitliğe doğru giden. 

Ben kafes, sen sarmaşık; 

Dolan dolanabildiğin kadar! 

Özgürlük sevgisi bu, 

İnsan kapılmaya görsün bir kez; 

Bir urba ki eskimez, 

Bir düş ki gerçekten daha doğru.

 9 

Yiğit sürücüleri tarihsel akışın, 

İşçiler, evren kovanının arıları; 

Bir kara somunun çevresinde döndükçe 

Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler. 

O somunla doğrulur uykusundan akıl, 

Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz; 

O güneşle bağımsızlığa erer kişi. 

10 

Bu umut özgür olmanın kapısı; 

Mutlu günlere insanca aralık. 

Bu sevinç mutlu günlerin ışığı; 

Vurur üstümüze usulca ürkek. 

Gel yurdumun insanı görün artık, 

Özgürlüğün kapısında dal gibi; 

Ardında gökyüzü kardeşçe mavi! 

Etiketler; oktay rifat

ARŞİV