Osman Cemal Kaygılı: Bir Muharrir Yatağı: Kadıköy

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Osman Cemal Kaygılı'nın Bir Muharrir Yatağı: Kadıköy yazısı ile devam ediyor

30 Aralık 2020 - 11:35

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Osman Cemal Kaygılı ile devam ediyor.

OSMAN CEMAL KAYGILI (4 Ekim 1890- 9 Ocak 1945)

1890’da İstanbul’da doğan Osman Cemal Kaygılı, orta öğrenimini Eğrikapı Merkez Rüştiyesi'nde tamamladıktan sonra askerî kâtiplik ve öğretmenlik yaptı. Mahmut Şevket Paşa suikastına adının karışmasından sonra birçok yazarla birlikte sürüldüğü Sinop’ta üç yıl kaldı. Geçimini sağlamak için birçok farklı işte çalışan yazar, 1920’lerde mizah yazarlığı ile tanındı. Cumhuriyet’in ilanından sonra  İmam Hatip Okulu'nda, Çemberlitaş Ortaokulu'nda, Fener Kız Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. İlk yazısı Baha Tevfik'in Eşek adlı güldürü dergisinde çıktı. Sonraki yıllarda Sabah, İkdam, Cumhuriyet gibi gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. İstanbul kültürüne dair çeşitli yazı dizileri yayımladı. Roman, öykü, sözlük, deneme gibi farklı türlerde eserler veren ve zengin folklor bilgisinden kuvvet alarak eski İstanbul kenar mahalle hayatını eserlerine başarıyla taşıyan Osman Cemal Kaygılı, 9 Ocak 1945 yılında hayatını kaybetti.

Tahsin Yücel, “Köşe Bucak İstanbul” kitabının önsözünde  Kaygılı’yı şöyle anlatır: “Cumhuriyet öncesi ve sonrası kültür, edebiyat hayatımızda önemli bir yer tutan Osman Cemal Kaygılı (1890-1945), hayatını maddi sıkıntılarla geçirmiş; bu yüzden birçok sanatçının hayal bile edemeyeceği işlerde çalışmak zorunda kalmış bir yazarımızdır. Çocukluğundan beri çektiği sıkıntı, acı ve kederler sanki soyadında bütün ifadesini bulmuştur. Soyadı Kanunu çıktığında “Kaygısız” soyadını almak isteyen ancak daha önce alındığını duyunca, “Kaygılı olsun, hiç önemi yok,” diyen Osman Cemal hakkında yazılan yazıların ortak noktası onun “dürüst, temiz, samimi bir insan” olduğudur.”

Osman Cemal Kaygılı’nın Can Yayınları tarafından yayımlanan “Köşe Bucak İstanbul” isimli kitabından “Bir Muharrir Yatağı: Kadıköy” yazısını, 1930 ve 1940’lı yılların Kadıköy fotoğrafları eşliğinde okurlarımızla paylaşıyoruz.

Bir Muharrir Yatağı: Kadıköy

Son zamanlarda bir kısmının İstanbul’a, Beyoğlu’na göçmesine rağmen Kadıköyü hâlâ bir muharrir yatağıdır. Akşamları dokuzu beş geçe yahut on çeyrek vapuruna girdiniz miydi muhakkak Mahmut Yesari’yi, Sadri Etem’i, Ömer Rıza’yı Cumhuriyet’teki Mehmet Agâh’ı, Mübahat’ı yan kamaralardan birinde yan gelmiş muhabbet ederlerken görürsünüz.

Yalnız bunlar mı ya? Vala Nurettin, şair Salih Zeki, eski yazıcılardan Fehmi Razi, Nâzım Hikmet, Yenigün’ün spor muhabiri tenisçi Sedat, Resimli Şark’ın musahhihi (düzeltmen), maruf denizci ve kürek hanımlarımızdan Fitnat Hanım, Mürettipler Cemiyeti Reisi Hayri Bey, sonra muhterem Ahmet Rasim Beybabamız ve Üstat Ahmet Haşim Bey, hep orada otururlar.

Yalnız bu işte benim aklımın ermediği bir mesele var ki o da Mürettipler Cemiyeti reisi de dahil olduğu halde bu kadar muharrir ve gazeteci Kadıköyü’nde oturuyorlar da hep bir olup ne için orada yevmi (günlük) bir gazete çıkarmıyorlar, Tanrı’nın günü denizaşırı o kadar yol geçerek İstanbul’a inip neşriyatlarını burada yapıyorlar? Bu fikrimi geçen gün Mahmut Yesari’ye açtım, gülerek dedi ki;

“Fena fikir değil, zaten benim de niyetim var, hele bahar gelsin, havalar biraz açılsın, Sadri Etem, ben, Ömer Rıza, Agâh, Kurbağalıdere diye yarı edebi, yarı mizahi haftalık bir imtiyaz alacağız, bizim şair Salih Zeki’yi de kendimize tahrir müdürü yapıp bu yaz köyde onunla meşgul olacağız.

Hey gidi Kadıköy hey! İstanbul’un hiçbir semtine benzemez. Yazı da hoştur kışı da.

Hele yazı, hele yazı! Hele yazın Kalamış Koyu’nun kenarında Şifa Bahçesi’nde guruba karşı sürülen bir akşam sefası… Neyse, yaz gelsin de oraların yaz âlemlerinden ayrıca bir daha bahsederiz. Şimdi gelelim oradan halihazırına ve buyurun, evvela şu İskele Meydanı’ndaki Mardik Efendi’nin kıraathanesine: Girelim, birer çayla İzmir işi birer nargile içelim! Mardik Efendi’nin çayı, kahvesi, nargilesi pek meşhurdur. Çok aziz dostumuz, Reşat Nuri Bey bile Kadıköy’de oturduğu zaman her sabah akşam buraya uğrar ve o kendine mahsus zarafetiyle çayını, nargilesini burada içerdi. Zaten Kadıköyü’nün en meşhur simaları Mardik Efendi’nin müşterisidir. Mardik Efendi işte şu gördüğünüz sakallı, iriyarı adamdır. Kendisi hoşsohbettir ve kendi tabirince karşısındakilere daima noktalı, nükteli konuşur. Burası kalabalık diye girmek istemezseniz geçin karşıdaki Koço Bey’in Asya Gazinosu’na. Koço Bey, İstanbul’un en kalantor gazinocularındandır ve perdahta eli gayet hafiftir!

Amma sakın bu Gazinocu Koço Bey’le Kadıköy’ün en mühim simalarından emlak tellalı Koço Efendi’yi birbirine karıştırmayınız. Emlak tellalı Koço Efendi, büsbütün başka, nevi şahsına münhasır bir tiptir. Kendisi vakıa şimdi Kadıköy’de emlak tellallığı yapıyorsa da siz bakmayın, o vaktiyle birkaç sene kadar da krallık yapmıştır. Bundan dolayı onun bir ismi de Kadıköy’ünde “Timbuktu Kralı”dır. Koço Bey vaktiyle nasılsa aklına esmiş, buradan bir kömür şilebine atlamış, Cebubi Afrika’ya gitmiş. Timbuktu denilen şehre vasıl olmuş, oradaki bedevi zencilerin içine karışmış, kendisini onlara sevdirmiş ve birkaç sene kadar onlara krallık etmiş!Sonra günün birinde gene aklına esince, Kadıköy’de emlak tellallığına başlamış. Kendisi hâlâ mükemmel Timbuktu lisanı biliyor. İşte size Koço Efendi’nin Timbuktu lisanından bir parça:

“Karşık valşık mangom holla, sarmaş habava.”

Koço Efendi’nin bir âdeti vardır ki bütün Kadıköylüler buna bayılırlar. Bu adam tutar, kışın karlı havalarda Moda’nın arkasındaki kayalıklara gider, soyunur, denize girer, yıkanır, sonra oradan midye toplar, bu midyeleri çiğ çiğ tuza batırarak yer ve sıhhat için herkese aynı şeyi tavsiye eder. Eğer bu yaz, hava tebdili için Kadıköy’e geçmek istiyorsanız şimdiden gidin Koço Efendi’ye yanaşın, size münasip bir köşk hazırlasın!Koço Efendi’den başka bir emlak tellalı daha vardır ki onun ismi Cemal Bey’dir. Onu da bütün köylüler tanır. Fakat bu zat çok sinirlidir, her şeyden alınır.

Bir defa bir köşkün bahçesinde kendisini kızdırmışlar, o da tutmuş gece yarısı köşkün bahçesindeki dibi delik, boş havuzu kuyudan çektiği sularla doldurmaya başlamış, sabaha karşı kendisine sormuşlar:

“Ne yapıyorsun Cemal Bey!”

O da şu cevabı vermiş:

“İntihar etmek için havuzu dolduruyorum!”

İşte bakınız, Cemal Bey bu tarafa geliyor, hiç şüphesiz Nasip Efendi’nin gazinosuna gidecek… Öyle ya, işte girdi bile… Şimdi içerde alay başlayacak demektir. Eğer Ahmet Rasim Beybabamızın torunu Osman Bey’le mütekait (emekli) futbolculardan ve elyevm (bugün) maçlarda hakemlik eden Sedat Rıza da oradaysa seyredin siz gümbürtüyü! Tamam, işte onlar da oradaymışlar. Belki birazdan Mahmut Yesari de gelirse artık Nasip Efendi’nin gazinosuna kahkahadan girilmez. Nasip Efendi de Nasip Efendi’dir ha! Bundan yirmi sene evvel Beyoğlu’nun meriyü’lhatır (itibarlı) gazinocularından olan bu zat bir zamanlar Hürriyet Tepesi’nde, Kuruçeşme sırtlarında da müteaddit (birçok, çeşitli) gazinolar işletmiş, yaman bir zattır. Adamına göre pek hoş meşrep olan Nasip Efendi, adamına göre de sert mi sert,  barut mu baruttur. Nasip Efendi aynı zamanda çok güzel yemek de pişirir, hele tam Halıcıoğlu işi zeytinyağlı bir fasulye yahnisi yapar ki ye Mehmet ye!

Bak bak, geçeni tanıdın mı? Tanırsın canım, dikkat et bizim Kınar Hanım, hani bir zamanlar Darülbedayi’nin en belli başlı artistlerindendi.

Zavallıcık hiç değişmemiş, gene o eski güler yüz gene o tatlı dil! Galiba Mısırlıoğlu’ndaki evine gidiyor. Güle güle Kınar Hanım!

Şu gevrek gevrek bağıran gazete müvezeziini (dağıtıcı) mi soruyorsun? O şey canım, sabık hanendelerden meşhur Arşak Efendi! Biçare adam yıllarca hanendelikle ömrünü geçirdikten sonra nihayet işi gazete müvezziliğine dökmüş.

Ne diyelim, haydi Allah kâr açıklığı versin!

Gele gele geldik nihayet Kadıköy’ün en şirin yerine. İşte buraya “Şifa” derler. Üstat Rasim Beybabamızın kim bilir bu çok şirin yerde ne hatıraları vardır. Kulakları çınlasın!

Hah, işte dükkân sahibi Yervant Efendi de geliyor. Henüz kış olduğu için pek tenha olan bu güzelim bahçeye gelin de bir de yaz akşamları görün! Dükkânın içindeki ihtiyar zatın ismi Ali Bey’dir. Kendisi tam yüz on yaşındadır. Tekmil görünen bu geniş ve yemyeşil meydanlık Ali Bey’indir. Yervant Efendi kiracıdır. Ali Bey anasıl (kökten) Kadıköylü  olduğu için bundan altmış, yetmiş, seksen, doksan sene evvelki Kadıköy’ün halini bir anlatsa koca bir kitap olur.

Geliniz biraz da İstanbul’a bol bol sportmen yetiştiren Bakla Tarlası’nı gezelim! İşte tenis şampiyonlarından Suat Bey’in evi… Onun yanındaki evde tenis pinyope şampiyonu Raşit Bey’in babası eski futbolculardan Mahmut Ağabey’in evidir. Bir kapı öteki evde Fenerli sol açık Fikret, onun yanındakinde sağ açık Alaattin, biraz ileridekinde Avcı Sait Bey oturur. Bu itibarla Kadıköy’ün Bakla Tarlası’na spor tarlası denilse pek fena olmaz.

Avukat Raşit Bey’i tanır mısınız, hani canım yirmi sene evvel İstanbul’un en gözde futbolcusu ve Fenerbahçe’nin kaptanıydı. İsterseniz Moda’daki evine uğrayıp bir kahvesini içelim birazdan! Nasıl dediniz, Süreyya Paşa Sineması’na mı gidelim? Gidelim amma acaba bugünkü filmde Anita Page var mı yok mu? Malum ya, Kadıköylüler Anita Page’i çok severler ve Kadıköylü bazı genç hanımlar kendilerini Anita Page’e benzetirler.

Ay ay, bakınız kimler geliyor!

Altınordu kürekçilerinden Fitnat Hanım’la kardeşleri Nezihe, Melek Hanımlar bu tarafa doğru geliyorlar. Ah, ne olurdu şimdi yaz olsaydı da Fitnat Hanım ile Nezihe Hanım küreğe geçseler, küçük Melek’i de dümene oturtup bizi Kalamış Koyu’nda şöyle bir gezdirselerdi. Acele etme, o da olur, hele bahar gelsin, havalar biraz ılıklaşsın. Kalamış Koyu’nda da gezeriz, dere boyunda da!

Fotoğraflar:

Facebook: @EskiZamanlardaIstanbulunEnGuzelFotograflari 

http://www.eskiistanbul.net/


ARŞİV