RÜŞTÜ ONUR ( 3 AĞUSTOS 1920 / 2 ARALIK 1942)
Pek çok insanın Kelebeğin Rüyası isimli sinema filmi sayesinde tanıdığı Garip akımının temsilcilerinden olan Rüştü Onur Zonguldak'ın Devrek ilçesinde doğdu. Ortaöğrenimini Zonguldak’ta tamamlayan Onur, yakın arkadaş olacağı Muzaffer Tayyip Uslu ve Kemal Uluser ile bu sırada tanıştı. 1938’da verem hastalığına yakalandı ve lise öğrenimini bıraktı. Ereğli Kömür İşletmeleri’nde memur muavini olarak çalışmaya başladı. 1939 yılında hastalığı yeniden nüksetti, önce üç ay Zonguldak’ta, sonra da Heybeliada Senatoryumu’nda tedavi gördü. Taburcu olduktan sonra Zonguldak'a dönerken gemide Mediha Sessiz ile tanıştı. Karabük’te memur olan Mediha ile mektuplaşmaya başladılar ve birbirlerine aşık oldular. Zonguldak'ta, Eti Kömür Şirketinde muhasebeci olarak çalışmaya başlayan şair,1942’de yeniden hastalandı. Dört ay sanatoryumda yattı ve 14 Temmuz 1942'de taburcu oldu. 1942’de Mediha ile evlendiler ve Beşiktaş’ta Şair Leyla Sokağı'ndaki eve yerleştiler. Sebze satarak geçimini sağlarken bir yandan da şiirler yazdı. Evlendikten kısa bir süre sonra 12 Kasım 1942’de Mediha Onur hayatını kaybetti. Eşinin ölümüyle sarsılan genç şair bu tarihten çok kısa bir süre sonra 2 Aralık 1942'de hayatını kaybetti. Mediha Onur’un Ortaköy’de bulunan mezarının yanına defnedildi.
22 yıllık ömrünün sadece üç yılında (1939-1942) toplam 72 şiir yazan şair gündelik yaşamın küçük duygularını, anlarını, insanlarını bu serbest şiirin temel içerik öğesi olarak işledi. Şiirleri Gündüz, Varlık, Ses, Yeni İnsanlık, Servetifünun gibi dönemin önemli dergilerinde yayımlandı. Bütün şiirleri ilk kez 1956 yılında Salah Birsel tarafından kitaplaştırıldı.
Genç yaşta kaybettiğimiz şairin, İbrahim Tığ- Leyla Şahin tarafından hazırlanıp Kaynak Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturulan “Bilinmeyen mektupları ve şiirleri Rüştü Onur Mektubun Avucumda” ve Ahbap Kitap tarafından basılan “Hülasa” isimli kitaplarından bölümleri paylaşıyoruz.
4/4/1942
Mediha,
Bak her şey iyi ve dünya güzel. Fakat ben hastayım. Sana ne yazacağımı bilmiyorum. Ben Karabük’e hareket ettiğim gün annem gelmiş. Tabii üzülecek diye hastalığımı anneme söyliyemiyorum. Çaresiz bu hastalığı memnuniyetle kabul edip ayakta geçirmeye çalışacağım. Bundan başka çarem yok. Bu vaziyet karşısında oraya gelmekliğime imkân yoktur. Vaziyetimi sen de takdir edersin sanıyorum.
(...)
Bu satırları Daire’de yazıyorum. Çok dağınık ve perişanım. Fazla yazamayacağımı söylediğim halde mektubum uzayacak gibi. Fakat ben uzatmıyacağım. Çünkü seni gücendirmekten korkuyorum. Sabah yazdığım uzun bir mektubu bunun için yırttım.
Selam ve buseler
Rüştü Onur
( Mektubun Avucumda Syf 41)
YALNIZLIK
Ne varsa içimde
Aşktan gayri attım
Ne varsa dışımda
Şapkadan potinden gayri
Sattım.
Ne varsa odamda
Yatak yorgandan gayri
Üstünde yattım...
Ve bir kuşluk vakti
İnsan ayağı değmemiş
Bir yola saptım.
Canım insanlar
Ve canım apartmanlariyle şehir
Geride, benden geride.
Artık ben,
Ne dost başı
Ne düşman ayağı düşünebilirim.
(Hülasa Syf 19)
…
Ne felsefeden ne ruhiyattan anlarım. Yalnız kelimeleri yan yana getirip bir şeyler yaratmakta belki hünerim vardır. Onu da Allah bilir. Şiiri severim. Hayatın şiir olduğuna, şiiri anlamayanların hayatı hiçbir vakit anlamayacaklarına inanırım. Kadının sosyal hayattaki mevkiini tanır, onun bir erkekle at koşturabileceğine inanırım. Şiiri kendime bir meslek ittihaz edişimin sebebi, ona hayran olduğumdandır. İnsan ancak bu suretle yaşadığının farkına varabilir. Sanata bağlılığım içimdeki yaşama sevinciyle izah olunabilir.
(Mektubun Avucumda Syf 79)
SEN
-I-
Rahmet bekleyen insanların
Rahmet yüklü bulut ol semasına.
Yalnız sen boşalt nasibini
Aç ve tok toprağa.
-II-
Yağmur ol, bulut ol, şarkı ol
Yalnız esirgeme kendini bizden.
İçinde yüzdüğün denizden
Daha derindir gecemiz.
-III-
Boşal ey yağmur boşal artık,
Yeter susuzluğumuz.
Çatlayan dudak
Çatlayan toprak
Ve namütenahi uykusuzluğumuz.
(Hülasa Syf 31)
Zonguldak, 22/8/1942
Sevgili Mediha,
İşte mektubun avucumda. İşte yeknesak geçen günlerimin tek tesellisi.
Benim kenar dilberimin mektubu bu. Bir kenar mahallesinden geliyor. Ve şimdi ben bu kenar mahallenin bir kenar dilberini çıldırasıya seviyorum.
Şimdi gecelerin kimsesizliğini ve kahrolası yalnızlığını daha iyi anlıyorum, daha iyi duyuyorum.
Ve ayrılık gününü saati dakikasıyla hatırlıyorum. Şu an yaşadığımı ve seni düşündüğümü nasıl idrak ediyorsam, ayrılık gününü de bütün dekorlarıyla aynı şekilde idrak ediyorum.
Sanki aynı sahneyi yaşıyorum. İçim burkuluyor. Dudaklarımda acı bir meyvenin buruk lezzeti var.
Ve ayrılığın ölüm olduğunu anlıyorum. “Bahtın bize sunduğu tatlı bir ölüm.”
Ben her zaman ilk gördüğün gibiyim. Sana kendimi olduğum gibi arz ediyorum. Düşündüğüm gibi yaşarım. Mektuplarım da aynı haleti ruhiyeyi taşır.
Sana kendimi verdiğim gün olduğum gibiydim. Beni daima olduğum gibi göreceksin. Sana anadan üryan geldim.
Bu şekilde konuşmaklığım şairliğimden değil. Ben her zaman böyleyim.
(Mektubun Avucumda Syf 131-133)
YOLCULUK
Ne bir ışık dallarda
Ne bir yolcu yollarda,
Bitmede gözlerde fer.
Akasya tüveycinde
Bir bahar sevincinde
Özlediğimiz sefer...
(Hülasa Syf 55)
Mediha,
Bugün Cuma. Yataktan henüz kalktım. Ve bu satırları karalıyorum.
Ne yapacağımı bilmiyorum. Başucumda senin getirdiğin iki demet gül ayrı ayrı bardakta duruyor. Bu güller ne güzel kokuyor bilsen Meliha. Odamın kapısından bir adım içeri giren herkes hemen bu güzel güllerin kokusundan bahsediyor. Baygın bir gül kokusu odamın havasını doldurmuş. Sanki ben de aynı kokuyla iliklerime kadar dolu gibiyim.
Dün akşam bizim hemşire söyledi.
“- Bu oda ne güzel kokuyor Rüştü dedi, yeni bir kolonya mı sürdün?”
“- Hayır hemşire hanım,” dedim. “Güllerim kokuyor. Odada benim ruhumun kokusu var da ondan.” Epey gülüştük.
Şimdi yanımda sen yoksa da kokun var. Bu da yeter bana.
(Mektubun Avucumda Syf 191)
MEKTUP
-I-
Şapkamı potinimi değil
Beni hatırlayınız sadece.
Benim de sevgilim vardı bir zaman
Ve herkes gibi mektuplarım.
-II-
Geceleri uyusaydım
Yatağım olurdu.
Ve bir de karım.
Mahkûm olmadım ki
Hapishane duvarlarında
İsmim olsun.
-III-
Mektubumu rafa koy
Ve hatırla:
Şarkısını bilmediğimiz insanların
Rahmeti bize kaldı...
-IV-
Hey insanlar,
Şarkınızla avunduğumu
Ve duacınız olduğumu bilir misiniz?
Hey balıkçı,
Sana mektuplarımı kim getirir,
Ve kim bir öğleüstü
Dünyamı çizer bulutlara?
(Hülasa Syf 72-73)