EDEBİYAT HAYATINDAN HATIRLAMALAR -19
Gazete Kadıköy, yazarlarımızın, şairlerimizin eserlerinden küçük alıntılarla oluşan bir “köşe” açtı. Amacımız, bir edebi seçki ya da güldeste hazırlamak değil. Edebi değerlendirmelerde bulunmak hiç değil. Yalnızca bir gazete köşesi ölçeğinde kalmak üzere geçmiş edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek. Bu vesileyle yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak. Keyifle okuyabileceğiniz birbirinden farklı yazılar sunabileceğimizi umuyoruz.
SABAHATTİN EYÜBOĞLU (1908- 1973)
Deneme, çeviri, eleştiri ve inceleme alanlarında eserler veren Sabahattin Eyüboğlu Cumhuriyet döneminin en önemli kültür insanlarından biridir. Çağdaşlarını ve kendisinden sonra gelen kuşakları etkileyen yazar, ressam ve şair Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun ağabeyidir.
Montaigne’in “Denemeler”ini, Ömer Hayyam’ın “Rubailer”ini, La Fontaine’in “Fabllar”ını ve Eflatun’un “Devlet” adlı yapıtını Türkçeye çeviren Eyüboğlu edebiyatımızın ve dilimizin gelişmesine katkıda bulundu. Mavi ve Kara, Sanat Üzerine Denemeler, Yunus Emre’ye Selam, Pir Sultan Abdal, Siyah Kalem, Hitit Güneşi, Surname, eserlerinden birkaçı olan yazarın Mehmet Fuat tarafından 1963’de hazırlanan “Türk Edebiyatı Antolojisi”nde yer alan “Aşk Gelicek” adlı yazısını yayınlıyoruz.
AŞK GELİCEK…
“Aşk gelicek cümle eksikler biter”
Hangi ozanımız söylemişti bunu? Yunus olabilir; ama onun da olsa, ben kendi payıma Yunus’u bir tek kişi değil, Türkiye haklı saydığım için üstelik de cümle ozanları halktan yana bildiğim için, bu sözü Türkiye halkının, halk her yerde bir olduğu için de dünya halkının bir sözü olarak seviyor ve benimsiyorum. Bu sözün gücü ve değeri yanında, Viyana kapılarında şakırdayan kılıçlar bir hışırtı kalır. Bir Türk olarak, daha doğrusu bir Türkiyeli olarak (bunu ekliyorum: çünkü kimi aydınlarımıza göre Karadenizliler Türk değildir, ben Karadenizliyim; üstelik de atalarımızın, Orta-Asya’dan gelme olduklarını bilsem de övünmem bununla: Nerden gelmişlerse hoş gelmişler…) evet, ne diyordum? Bir Türkiyeli olarak böyle bir sözün benim konuştuğum bir dilde söylenmiş olmasına seviniyorum. Ne yaman bir insan gerçeğiyle yüklü, bu rahat soluk. Tek tek ve topluca yaşanmış ne serüvenler, ne destanlar var içinde. Aşk gelicek, ne aşılmaz dağlar aşılmış, ne kara yazılar ak olmuş, ne çözülmez düğümler çözülmüş, ne bereketsiz topraklar cennete dönmüş dünyada.
Aşk gelmeyicek ne bilim gelir, ne sanat. Aşk gelmeyicek ne iyilik umulur insanoğlundan, ne doğruluk. Aşk gelmeyicek zor kurtuluruz kuru softalıktan, karanlıktan, korkudan, kuşkudan; zor güldürürüz yüzünü fakir fukaranın zor ayıklarız halkımızın bitini piresini.
Kimi aydınlarımıza sorarsanız boş laftır bunlar. Sevgi karın doyurmaz. Sevenin yüreği yumuşak, gözü ıslak olur. Halk sevgiyi ne yapsınmış: ya ekmek istermiş bizden, ya akıl. Sevilecek bir yanı da yokmuş zaten halkın. Katı yürek ve çatık kaşla kalkınırmış memleket. Hınç, öfke daha kalkındırıcı duygularmış.
Evet, ucuz, göstermelik sevgilere, sadakaya benzer acımalara, püf demeden sönen coşkunluklara ne kadar çatılsa yeridir. Sözde yurtsever, sözde halksever kişilerin ne türlü talkın verip salkım yuttuklarını göre göre bir hal olduk. Devrimci Türk yazarları, ozanları yıllar yılı sahte duygululuklarla cenkleşmekte haklıydılar. Ama sahte sevgilere kızıp gerçek sevgileri de tırpanlamak bindiğimiz dalı kesmek olur. Sevgi olmayan yerde ısırganlar biter bitse bitse. Akıl da, bilim de sevginin buyruğunda oldukça yarar sağlayabilir insanlığa: Hıncın buyruğunda baş belasıdır ikisi de. Kaldı ki sevgisiz gelişemez ikisi de: Aynı kalıplar içinde kalıp doğma ve kılıç üretebilirler yalnız. Din tarihleri donmuş akıl ve bilimlerin kurum kurum kuruttuğu insan soluklarıyla doludur.
Bir şeyi sevmek bir başka şeyi sevmemeyi gerektirebilir. Sevdiğimiz bir şey uğruna sevmediğimizle savaşırız da elbet. Buna bir diyeceğim yok. İsa gibi düşmanımızı da sevmekten yana değilim. Sevgisi olanın düşmanı da vardır diyebilirim. Ama düşmanlık sevginin gereğidir diye dünyada dal kılıç dolaşmayı da anlamam. Sevginin asıl gereği, sevgiyi çoğaltmak ve ağaç dikmektir dünyaya. Öfkenin bile haklısı yalnız sevgiden doğabilir. Lafta kalan sevgiye içerliyorsak, işe çevrilen sevgiyi yaratmaya çalışmalıyız, sevgisizliği değil.
1969 yılında Büyük Millet Meclisi Hasanoğlan Köy Enstitüsüne Kazım Karabekir Paşa’nın başkanlığında bir heyet göndermişti. Bu heyet Köy Enstitülerinin yurtseverlikleri üzerinde uyanan kuşkuların yerinde olup olmadığını anlamak istiyormuş. “Oğlum, sen yurtseverliğini nasıl gösterirsin?” gibi sorular sormuş Hasanoğlan’da. “Ağaç dikerek, duvar örerek, susuz yere su getirerek” gibi karşılıklara almışlar. Bozkırın ortasında birkaç yıl içinde yüzlerce yapısı ve yüz binlerce ağacıyla bir sevgi mucizesi olarak doğmuş olan Hasanoğlan’da çalışanlara böyle sorular sormaya nasıl dili varır insanın? Varmış işte. Heyet Hasanoğlan’dan kuşkusuz ayrılmış, diyorlar. Ama yurtseverliği başka türlü anlayanlar yine de baltaladılar Hasanoğlan’ı.
Sözde yurtseverliğe öylesine alışmışız ki işte yurtseverlik yani sahici yurtseverlik saygı görmek şöyle dursun kuşku bile uyandırıyor. Yurdunu canından çok sevdiğini sadece söyleyenlerse başkalarına çamur atmak hakkını bile kazanıyorlar.
Planlar, hesaplar kadar, yapıcı sevgilere de susatmıştır bizim topraklarımız. İşini, iş arkadaşlarını, çevresini sevmeyenlerin hiçbir planı gerçekleştireceklerine inanmam; sevenlerinse beş yıllık işi bir yıla sığdıracaklarına inanırım. Büyük devrimciler onun için sanatsız edemiyorlar; çünkü sanat en ilkel toplumdan en gelişmişine kadar her yerde en bereketli sevgi kaynaklarından biridir. Böyle iken, sevgi ve sanat sözlerine dudak büken akılcıların akıllarına nasıl şaşmamalı? En güzel düzeni de bulsalar kafalarında (sevgisiz onu da bulamazlar ya!) nasıl benimsenip uygulanır bu düzen? Hangi kol kımıldanır yüreksiz?
Bizim okulların çoğunda niçin kolay kolay matematik ve yabancı dil öğrenilmez? Öğretmenlerin bilgisizliğinden, metotların, kitapların kötülüğünden mi? Hayır bence. Bu dersleri sevdiremediğimiz için öğretemiyoruz. Bir çocuk ana dilini bir iki yıl içinde akıl yoluyla, belli metotlarla mı öğreniyor ki? Konuşmaya başlayınca çevresindekilerin gözlerin gördüğü sevgi ve sevinç pırıltıları yok mu? Onlar çözüyor akılların çözemediği düğümleri çocukların kafasında. Okullarda ezberleme ve yararsız bilgiler dışında edindiğimiz gerçek ve köklü bilgileri günün birinde içimizde uyanıveren bir sevgi coşkunluğuyla öğrenmişizdir. Sevgi yuğrulmamış bilgilerden bir teki kalıyor mu uzun zaman içimizde, sorarım size?
Bütün eksikleri, zorlukları gideren sevgi nasıl doğar içimizde, nasıl beslenip gelişir? Sırların sırrı budur işte. Aşk olsun bu sırra erene! Ne türlü insanlar ne zaman, nasıl sürüyle yüreği birbirine ve kendine bağlar ve çoksun sellere çevirir? Tabiat üstü bir olay değil bu elbet, ama kaba akılla yakalanır gibi de değil. Öyle olsa reçeteyle sevgi alır dağıtırdık. Kendini toplumlara sevdirmiş, halkı coşturup sürüklemiş insanların ortak özelliklerini ayarlayabiliriz yalnız. Bu özelliklerden biri kendini bir işe bütün yüreğiyle, çıkarsızca verme gücü olsa gerektir. Küçük hesaplarla, çıkar kaygılarıyla sevgi yaratıldığı, dolayısıyla büyük işler başarıldığı görülmemiştir tarihte. Sen kendini bir şeye vereceksin ki herkes de kendini sana versin.
Halk kendisini bir işe verenlere o kadar düşkündür ki, kendinizi bir işe vermiş görünerek onu aldatabilirsiniz. Sevgi bir süre için kör edebilir halkın gözünü. Ama halk yine de özlediği şeyde aldanmış değildir, adamında aldanmıştır yalnız. Bu aldanıştan ötürü halkı suçlandırmak hırsızın suçunu unutmak olur. Bu hallerde öfkemizin halka değil, halkın sevgisini sömürenlere yönelmesi gerekir. Oysa aydınlarımız çok kez bütün yüzsüzlüklerin, sevgi bezirgânlıklarının vebalini halka yüklüyor.
Demokrasi halk sevgisine ve halkın sevgisine dayanan bir düzendir. Halkı sevmeyi, halkın sevmesini hor görenler, bilerek bilmeyerek zorbalık düzenini özleyenlerdir. Gerçek demokrat için halk, her halk sevilmeye ve sevgisi kazanılmaya değer. İnsanlığın büyük gücü halkla tekler arasındaki karşılıklı sevgidir. Bu sevginin aldanışları, mutlu azınlığı üstün aklının aldanışlarından daha zararlı değildir dünya için. Halk bir aldanır, iki aldanır, sonunda sevgini hakkeden insanı bulur, ama üstün akıl bir aldandı mı halkın yaratıcı sevgisini yüzlerce yıl körletebilir. Halın sevgisi zaman zaman doğruluğa ve bilime aykırı yollar tutuyor tutmasına; halkın, gerçek düşmanlarını dost gördüğü oluyor olmasına. Yürekler acısı bir gerçek bu, ama değişmeyecek bir geçek değil. Halklar uyanıyor gittikçe, uyandıkça da doğrulukla, bilimle arlarını açanların foyaları çıkıyor meydana. Aslında ne gerçek bilgin halkı küçümser ne de halk gerçek bilgini. Eski sömürücü düzenlerdir ikisini birbirinden uzaklaştırmış olan. En güzel düşünceleri halktır emziren ve koruyan. Batı uygarlığının tarihi de halk değerlerinin yüze çıkma tarihidir.
Seçimler gönlümüzce sonuç vermedi mi halka kızıyoruz hemen, kendi kendini yönetmeğe layık görmüyoruz onu. Sanki biz halka hizmet edecekleri her zaman halktan daha iyi seçmesini biliyormuşuz gibi. Halkı halka karşı yöneten, halkın sorumluluk duygusunu geliştirmeyen düzenleri çok denedi insanlar. Yararından çok zararı olduğunu gördü o düzenlerin. Ne kadar sabır istese ne kadar bocalatsa da devlet gemisini, yine de demokrasi içinden çıkacak düzenlerin en az kötüsü. Çünkü yaratıcı güç önünde sonunda halktadır. Halkı gerçekten sevenlerin ona güvenmeleri ve ilk demokrasi denemelerindeki sürçmeleri hoş görmeleri gerekir. Yoksa halk, halk düşmanlarının tutsağı olmaktan kurtulamaz kolay kolay. Aydınlara düşen halkın kendi kendini yönetme çabasını desteklemektir her şeyden önce.
Halk sevilmeye gelmez, şımarırmış. Zordan, dayaktan anlarmış halk. Dövüle sövüle adam olurmuş. Bu kadar çirkin bir düşüncenin doğru olması beklenir mi? İnsan kendini ne kadar budalaca büyük görmeli ki, kendini en iyi yönetici ve öğretici seçsin, danışmayı, tartışmayı gereksiz sayıp herkesi zorla kendine benzetmeye çalışsın. Böylesi insan bir düzen sağlasa bile ne kadar sürer o düzen ve ne iyilik getirebilir halka? Değil halkı kendi çocuklarını bile bırakmamalı böylesinin eline. Gitsin sopasıyla kendi kendini adam etsin edebilirse. Halkı sevmeyen karışmamalı halkın işlerine. Düzensizlik daha iyidir onun kuracağı düzenden.