SAİT MADEN (3 Mayıs 1931-10 Mayıs 2013)
Şair, çevirmen, yayıncı, ressam, fotoğrafçı ve grafik tasarımcı Sait Maden 3 Mayıs 1931'de Çorum'da dünyaya geldi. 13 yaşındayken şiir yazmaya, 18 yaşında Fransızca’dan çeviriler yapmaya başladı. 1949-1955 yılları arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim dalında Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi'nden mezun oldu. 1950 yılında Varlık dergisinin tercüme şiir yarışmasını Charles Baudelaire'in “Moesta et Errabunda” (Hüzün ve Serseri) şiirinin çevirisiyle kazandı. Federico García Lorca'yı ana dilinden çevirebilmek için İspanyolca öğrendi. Lorca'nın bütün şiirlerini, Baudelaire'in Kötülük Çiçekleri'ni, Pablo Neruda, Louis Aragon, Octavio Paz, Vladimir Mayakovski, Paul Éluard, Saint-John Perse'in bazı şiirlerini çevirdi. Birkaç kuşak dünya şairlerini onun çevirileriyle tanıdı. Louis Aragon'dan Türkçe’ye aktardığı Elsa'ya Şiirler Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü kazandı. Bu çalışmalarının yanı sıra kendi kaleme aldığı şiirler de İstanbul, Türkçe, Soyut, Yazko Edebiyat, Varlık, Gösteri gibi önemli dergilerde yayımlandı. 1955-1960 yılları arasında tiyatro dekorları ve sinema afişleri tasarladı. 1960'tan sonra ilgisini tamamen grafiğe yoğunlaştırdı. 8 bin kitap ve dergi kapağı çizerek bu alanda bir rekora imza attı. Kitaplarında kendi tasarımı fontlar kullandı. 500 civarı logo, broşür, ambalaj ve etiket tasarımı yapan Maden, siyasi partiler için seçim afişleri de tasarladı. 1958-1963 yılları arasında gazetecilik yaptı. 1968'de faaliyete geçen Grafik Sanatçıları Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı. Bir süre bu derneğin başkanlığını da üstlendi. Logo tasarımlarını 1990'da “Simgeler” adlı albümde topladı. 1996'da Çekirdek Yayınları’nı kurdu. 2011'de PEN Türkiye Şiir Ödülü'nü aldı. 10 Mayıs 2013'te hayatını kaybetti.
Maden’in Everest Yayınları tarafından yayımlanan “Bütün Şiirleri” kitabında yer alan eserlerinden birkaçını paylaşıyoruz.
BÜTÜN ŞİİRLERİ
Ses biriktiriyor
nicedir Gece.
Ses biriktiriyor nicedir
Gece iç çekiş fısıltı inleyiş daha.
Ses biriktiriyor nicedir Gece çığlık üstüne
çığlık, uğultu üstüne uğultu.
Ses biriktiriyor nicedir Gece ağzında
dağdan dağa, denizden denize, gökten göğe dek.
Ses biriktiriyor Gece ağzında, yüreğinde
bağır bağır bağırmak üzere sınırsız bir boğuntuyu.
(Syf 37)
NE KALABİLİR SENDEN?
Ne kalabilir senden, yüzünün çizgileri mi,
kurumuş bir yaprağın okunmaz çizgilerinde;
ne kalabilir senden, sesin mi, bir bilinmedik
ırmaktaki sazlar arasından yükselen, kuytu
kurbağa sesinde; suyun gelip gelip döğdüğü
Issız bir kıyıdaki yosunlar, çakıltaşları
ne saklayabilir gölgenden senin; her saniye
milyonlarca doğuşun, ölümün, yenilenişin
arasında var mı yer sana, gök mü umursadı
yer mi seni şimdiye dek; eline geçirdiğin
bütün uçlar, görünmez iplerin bütün uçları
seni çıkarmadıysa bir yerlere, dönüp dönüp
sende düğümleniyorsa hepsi ne bu çırpınma,
çektiğin gibi üstüne gecenin yorganını
saklan olup bitecek her şeyden sonsuza değin
gör, düş mü girer koynuna artık yıldız mı girer
hayvansı bir uykuya dal gitsin, ne var kalacak senden
bu ıpıssız çölde, rüzgâr dakikada bir
yeni haritalar çizdikçe şu uçsuz bucaksız
kum yığınlarına, söyle, ne var kalacak senden
belleğinde kuşun ağacın suyun, kör bir sfenks
umursamazlığıyla kendi iç uzayına dalmış
zamanın çevresinde eserken milyonlarca toz,
toz benzeri bütün geçmişler, bütün gelecekler?... (Syf 64)
GÖÇ
Işık vuruyor tepeden. Uçamıyoruz.
Ağaçlardan öteye geçemiyoruz.
Akarsuyun acımasız deviniminde
Çözülüp dağılıyor biçimlerimiz.
Çadırlarını topluyor az ilerde yaz. (Syf 95)
DİRİLİŞ
Gölgesi bir gülüş gibi
dolanıyor gecemizde,
sarıca bir yaprak gibi
gölgesi dingin, rüzgarlı.
Gecemizde bir doyulmaz
tütsü gibi ta derinden,
kanadıyla yüzümüzü
okşayan bir melekçe dost,
alnımıza düşüp sık sık
iri düş damlalarınca
yokluğu bir gülüş gibi
dolanıyor gecemizde
yarı aralık bir kapı
gerisindeki bir çift göz
ürkekliğiyle, yağmura
açılmış bir el ayası
gibi evecen, kuşkulu,
düşen yaş gibi kirpikten
bir bakışma arasında,
koyu kıvamlı bir şarap
akışıyla sürahiden,
alev alev, kızılca kor
baskınıyla bir sevdanın
uyanıyor ağzımızda
ruhu, bal renginde ruhu. (Syf 128)
AÇIL EY GİZEM!
Sana indim alaca dağlarımdan günün birinde
sana senin gizliliğine
senin ağızlarına o sonsuz dile
güz mağ’ralarının o derin sessizliğinde
usul usul biriken bengisuya, göksel içkiye
sana indim alaca dağlarımdan yabanıl, ilkel
ağzında bir ceylan götüren aslan inceliği içinde
öyle tadlar dolup dilime
öyle şiirler
esritici binbir düşün birikimiyle
sana indim seninle hem ölüme hem dirilişe
sana sende kurtuluş diye
ve gözlerimde kızıl çakıntılar, kor çizintiler
ulaştım işte
bal kuyuna senin. Açıl! açıl ey gizem! (Syf 131)
BU TOPRAKLAR ANAMIN YÜZÜ
Bu topraklar anamın yüzü
Sabah aydınlığında, akşam
gölgesinde uzayıp giden
bu ıssız ovalar, sarı gök,
uzun karga sürüleriyle
bir baştan bir başa yırtılmış sessizlikler:
anamın yüzü;
bu namaz kıldığı seccade
bir ömür boyunca ninemin,
güneyden kuzeye, doğudan
batıya düş ilmikleriyle,
kan nakışlarıyla dokunmuş
kutsal yaygı: anamın yüzü,
boş göklerin dilsizliğinde sallanırken insanla
Tam arasında parıldayan giz
aman vermez bir kılıç gibi;
onun yüzü hep: taştan taşa (Syf 167)
BİR SES
Aradığı bir yürek mi var,
Bir çukur mu, bir mağara mı?
Nerden geliyor o ses?
Yer kilitli,
Gök bulutlu,
Ortalık sağır.
Bağır bağır bağır duyulası yok. (Syf 184)
BİTEN YAZA ŞARKI
Eğ yüzün şu gölgeye. Konuşma.
Geniş bir çarşaf gibi yay sessizliği
öyle düz, beyaz
üzerine bu dingin, çıplak ölünün.
Konuşma. Saç sözlerini
eski, silik sikkeler gibi toprağa.
Yanımızda yazın çıplak ölüsü
bir dağdan öbür dağa. Ey üzünç!
Yanımızda göz göz unutmabeni
Çiçekleri... Dokunma. Dokunma. Öldü
nicedir canınla beslediğin yaz
ve dindi su. Parça parça akıyor güneş.
Akıyor yüzün elimden. Eğil. Kulak ver
ağır ağır buruşmasına
bir yüreğin. Yoo hayır. Değil hiç kimse.
Yanımızda yüzükoyun yaz.
Kal biraz. Üzerime ger sessizliği
bir serin çarşaf gibi. Sınırsız. Beyaz.
Öldü yaz. Akıyoruz kuşla, yaprakla
dalgın gecesine bir uçurumun. (Syf 228)
KİMLİK
Ben de var oldum bütün bu nesneler arasında
su gibi, ağaç gibi, ot gibi gerçek.
Kimi kanatlar öptü, kimi ayaklar alnımdan,
ya sevinçten içerim pır pır; ya korkudan benzim uçuk.
Titredim karşısında dünyanın gün gün, saat saat
taşlar arasında ben yüce, düşler arasında ben küçük
Bütün değişimlerin durdum eşiğinde uykusuz
bir yüzüm gecelerden içeri, bir yüzüm tanlara açık.
Ve tenle can arasında mevsimler boyu
bir elim çöl, bir elim çiçek.
Her şeyle, her şeyle, her şeyle kardeşliğim var:
denizle kum, yaprakla çiğ, balıkla kılçık.
Dağın arka yamacında kalanlara kör
götüren kervan oldum bulut ve burçak
Uçsuz bucaksız evrene oğullar, oğullar saldım,
atlar ki zor karanlığı yırtıp geçecek
Tattım denizlerin tuzunu, bal sızdırdım güneşlerden,
yaşayanlarla öldüm, ölülerle dirildim, ne kaldı çok çok? (Syf 258)
KİMLERSİNİZ, SÖZCÜKLER
1
Suyu sevmez kimi sözcükler,
ne yağmurda, karda gezdirin
ne musluğun altına tutun.
Bir yerlerine su değdi mi
öyle bir kir salarlar,
öyle kara bir köpürtü kesilip
örterler ki büyük bir hızla
yaşamın canlı her şeyini
ne kendilerinden iz kalır ne de sizden!
Ötesi hiçlik...
2
Kimin gülmek bütün işi
Olur olmaz her şeye. Sudan
Bir balık sıçrasa küçücük,
önlerinde kedi dursa,
ya da ne bileyim, bir sinek
dokunsa birinin burnuna
işleri bitiktir; sırt üstü
devrilerek boylu boyunca
bir gülerler, bir gülerler ki
ölüm de son veremez buna (Syf 423-424)