Samed Behrengi : Küçük Kara Balık

Samed Behrengi’nin Can Yayınları tarafından yayımlanan hem çocuklar hem de yetişkinler için unutulmaz eseri Küçük Kara Balık’tan bir bölümü okurlarımızla paylaşıyoruz.

24 Nisan 2020 - 12:26

Gazete Kadıköy okuyucularına ülkemizden ve dünyadan usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılarla oluşan bir “köşe” açtı. Amacımız bir edebi seçki hazırlamak ya da edebi değerlendirmelerde bulunmak değil. Bir gazete köşesi ölçeğinde edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek ve yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak... Keyifli okumalar diliyoruz.

Samed Behrengi (1939- 1968)

İranlı Azeri yazar, eleştirmen ve çevirmen Samed Behrengi, 1939’da Tebriz’de doğdu. Öğretmenlik yapan Behrengi aynı zamanda  Tebriz Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü tamamladı.

Azerbaycan halk edebiyatını inceleyen yazar, halk masallarını toplayarak yeniden kaleme aldı. Azeri halk efsanesinden esinlenerek “Talkhun” müstear ismini kullandı. Özgürlük, barış, eşitlik, aydınlanma gibi kavramları kitaplarına aktardı.

İran ve diğer dünya halklarına, adalet, eşitlik, dogmayı sorgulama, direnme gibi öğütlerde bulunan metinleri şah yönetimi tarafından hoş karşılanmadı. Yapıtlarında toplumsal eleştiriye ağırlık vermesi nedeniyle İran gizli polisi Savak tarafından izlendi.1968’de Aras ırmağında boğularak yaşamını yitirdiyse de, şüpheli ölümünden Savak sorumlu tutuluyor. Yazarın henüz yirmili yaşlardayken kaleme aldığı Küçük Kara Balık, hayal gücüne yaslanarak gerçekliği anlaşılır hale getirmesi nedeniyle bugün hala en sevilen çocuk kitapları arasında yer alıyor. Yirminin üzerinde dile çevrilen kitap, Ortadoğu’da bazı ülkelerde ve yazarın ait olduğu topraklarda “tehlikeli” eserlerden biri.

Behrengi’nin Can Yayınları tarafından yayımlanan hem çocuklar hem de yetişkinler için unutulmaz eseri Küçük Kara Balık’tan bir bölümü sizlerle paylaşıyoruz.

KÜÇÜK KARA BALIK

Denizin derinliklerinde yaşlı balık oniki bin çocuğu ve torununu başına toplamış onlara masal anlatıyordu:
Bir zamanlar annesiyle ırmakta yaşayan küçük bir Kara Balık vardı. Bu ırmak dağdaki bir kayadan doğuyor ve vadinin tabanında akıyordu.
Küçük Balık ile annesinin evi siyah bir taşın arkasıydı; yosunlar da evin çatısını oluşturuyordu. Geceleri yosunların altında uyuyorlardı. Bir defacık olsun evlerinden ay ışığını görmek küçük balığın özlemiydi.
Anne ile yavrusu sabahtan akşama dek birbirinin peşine düşer, bazen öbür balıklara karışır, hızlı hızlı küçücük bir mekanda dolaşır dururlardı. Annesinin bıraktığı on bin yumurtadan kala kala bir bu yavru balık kalmıştı.
Küçük Balık birkaç gündür düşünceliydi ve çok az konuşuyordu. Tembel tembel, isteksizce o yana bu yana gidiyor, çoğu zaman annesinin peşine takılıyordu. Annesi, yavrusunda bir keyifsizlik olduğunu, yakında iyileşeceğini sanıyordu ama Kara Balığın derdi öyle böyle dert değildi.
Küçük Balık bir sabah erkenden, daha güneş doğmadan annesini uyandırdı:
- Anneciğim, seninle biraz konuşmak istiyorum.
Annesi uykulu uykulu:
- Yavrucuğum, bula bula bu vakti mi buldun? Daha sonra konuşsak olmaz mı? İstersen gezintiye çıkalım ha, ne dersin?
- Hayır anneciğim, artık dolaşamıyorum. Buradan gitmeliyim.
- Mutlaka gitmen mi gerekiyor?
- Evet anneciğim, gitmeliyim.
- Ama, sabahın köründe nereye gideceksin?
- Irmağın nereye kadar gittiğini görmek istiyorum. Biliyor musun anneciğim, aylardır bu ırmağın sonu neresi diye düşünüp duruyorum. Ama hâlâ işin içinden çıkamadım. Dün geceden beri gözüme uyku girmedi. Nihayet, gidip ırmağın sonunu bulmaya karar verdim. Başka yerlerde neler olup bittiğini bilmek istiyorum.
Annesi gülerek:
- Ben de çocukken çok düşünürdüm böyle şeyleri. Yavrucuğum, ırmağın başı, sonu olmaz ki. İşte hepsi bu kadar. Irmak hep akar durur ve hiçbir yere de varmaz.
- Ama anneciğim, her şeyin bir sonu olmaz mı? Gece sona erer, gündüz sona erer, ay öyle, yıl öyle...
Annesi sözünü kesti:
- Böyle büyük lafları bırak bir yana; kalk, dolaşmaya çıkalım. Şimdi laf değil, gezinti zamanı!
- Hayır anneciğim. Ben böyle gezmelerden bıktım artık. Yola düşüp gitmek, başka yerlerde neler olup bittiğini öğrenmek istiyorum. Bu lafları bana birinin öğrettiğini düşünüyorsun ama bilmeni isterim ki çoktandır düşünüyordum ben bunları. Elbette ondan bundan da çok şey öğrendim. Örneğin şunu anladım: Balıkların çoğu yaşlandıkları zaman ömürlerini boşu boşuna geçirdiklerinden yakınırlar. Sürekli sızlanır, lanet okur, her şeyden şikayet ederler. Ben bilmek istiyorum; gerçekten de yaşamak dediğimiz şey şu bir avuç yerde yaşlanıncaya kadar dolaşıp durmaktan mı ibaret; yoksa dünyada başka şekilde yaşamak da mümkün mü?
Küçük Balığın sözleri bitince annesi:
- Yavrucuğum, çıldırdın mı sen? Dünya... Dünya da ne demek oluyor? Dünya burası işte; yaşam ise işte yaşıyoruz, varız...
Bu sırada evlerine büyük bir balık yaklaştı:
- Komşu, ne diye çocuğunla tartışıyorsun? Bugün dolaşmaya çıkmayacak mısınız yoksa?
Anne balık komşunun sesiyle evden çıktı:
- Ne günlere geldik bak! Artık çocuklar annelerine akıl öğretiyorlar!
Komşu:
- Ne oldu ki?
Anne balık:
- Bak şu bücüre, nerelere gitmek istiyor! Dünyada neler olup bitiyor, gidip göreceğim diye tutturdu da tutturdu. Boyundan büyük laflar işte!
Komşu:
- Küçüğüm, sen ne zaman bilgin, filozof oldun da bizim haberimiz olmadı?
Küçük Balık:
- Hanımefendi, kime bilgin, filozof diyorsunuz bilmem ama, bu dolaşmalardan sıkıldım artık. Bu yorucu gezmeleri sürdürmek istemiyorum. Göz açıp kapayana kadar sizler gibi yaşlanmış olacağım ve eskisi gibi gözü, kulağı kapalı kalacağım. İstemiyorum, anlıyor musunuz?
Komşu:
- Vay vay vay!... Ne biçim laf bunlar!
Annesi:
- Biricik çocuğumun böyle olacağını hiç düşünmezdim. Hangi soysuz, güzel yavrumun aklına girdi, bilmem!
Küçük Balık:
- Hiç kimse aklıma filan girmedi. Benim aklım, fikrim var; anlıyorum; gözüm var, görüyorum.
Komşu Küçük Balığın annesine:
- Kardeş, hani dedikoducu salyangoz vardı....
Annesi:
- İyi dedin valla; çocuğumla pek uğraşıyordu. Allah'ın belası!
Küçük Balık:
- Yeter anne! Benim arkadaşımdı o.
Annesi:
- Balıkla salyangozun arkadaşlığı; pöh, hiç duymamıştım!
Küçük Balık:
- Balık ile salyangozun düşman olduklarını duymamıştım; ama günahına girdiniz onun.
Komşu:
- Martaval bunlar.
Küçük Balık:
- Siz martaval okuyorsunuz.
Annesi:
- Ölümü hak etmişti o. Şurada burada otururken ne laflar ettiğini unuttun galiba.
Küçük Balık:
- Öyleyse beni de öldürün. Ben de aynı lafları ediyorum çünkü.
Başınızı ağrıtmayım. Tartışma sesine diğer balıklar da geldi. Küçük Balığın sözleri herkesi sinirlendirmişti.
Yaşlı balıklardan biri:
- Sana acıyacağımızı mı sandın?
Öbürü:
- Ufaklık kaşınıyor iyice.
Kara balığın annesi:
- Çekilin kenara! İlişmeyin çocuğuma!
Bir başkası:
- Hanım, hanım, madem çocuğunu gerektiği gibi terbiye etmiyorsun, cezasını da çekeceksin.
Komşu:
- Sizinle komşu olmaktan utanıyorum.
Bir başkası:
- İşi daha ileri götürmeden, gönderelim şunu yaşlı salyangozun yanına.
Balıklar Küçük Kara Balığı yakalamaya geldiklerinde dostları etrafını çevirip tehlikeden kurtardılar. Kara Balığın annesi hem dövünüp hem ağlıyor “Vah vah vah! Yavrum elden gidiyor! Ne yapayım? Ne edeyim? Başımı hangi taşlara çalayım?” diyordu.
Küçük Balık:
- Anneciğim, benim için ağlama. Şu aciz, ihtiyar balıkların haline ağla.
Balıklardan biri uzaktan bağırdı:
- Bızdık, ağzını bozma!
İkincisi:
- Gittikten sonra pişman olursan, bir daha aramıza almayız seni.
Üçüncüsü:
- Bunlar gençlik hevesidir; gitme.
Dördüncüsü:
- Buranın suyu mu çıktı?
Beşincisi:
- Başka dünya münya yok. Dünya burası işte; geri dön.
Altıncısı:
- Aklını başına toplar da dönersen, o zaman senin akıllı bir balık olduğuna inanırız.
Yedincisi:
- Ama sana alışmıştık biz...
Annesi:
- Acı bana; gitme! Gitme!
Artık Küçük Balığın onlara diyecek sözü kalmamıştı. Kendisiyle yaşıt olan arkadaşlarından birkaçı onu çağlayana kadar uğurlayıp geri döndü. Küçük Balık onlardan ayrılırken:
- Dostlarım, görüşmek üzere! Unutmayın beni.
 


ARŞİV