Sevgi Soysal: O erkek bu erkek- Asıl erkek anaları

Edebiyat hayatımızdan hatırlamalar dizimizde bu hafta Sevgi Soysal'ın "O erkek bu erkek- Asıl erkek" anaları yazısını yayınlıyoruz.

22 Kasım 2018 - 12:33

Gazete Kadıköy, yazarlarımızın, şairlerimizin eserlerinden küçük alıntılarla oluşan bir “köşe” açtı. Amacımız, bir edebi seçki ya da güldeste hazırlamak değil. Edebi değerlendirmelerde bulunmak hiç değil. Yalnızca bir gazete köşesi ölçeğinde kalmak üzere geçmiş edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek. Bu vesileyle yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak.  Keyifle okuyabileceğiniz birbirinden farklı yazılar sunabileceğimizi umuyoruz.

SEVGİ SOYSAL (30 Eylül 1936 – 22 Kasım 1976)

Edebiyatımızda önemli bir yeri olan Sevgi Soysal, ilk öykülerini 1960 ile 1961 tarihlerinde Ankara Radyosu’nda çalışırken yazdı.

1961’de Ankara Meydan Sahnesi’nde Haldun Dormen’in yönettiği “Zafer Madalyası” adlı oyunda tek kadın rolünü oynadı. İlk öykü kitabı “Tutkulu Perçem”, 1962 yılında yayımlandı.  Teyzesi Rosel’in kişiliğinden yola çıkarak, birbirine bağlı öykülerden oluşan “Tante Rosa”yı yazdı. Kadın-erkek ilişkisi ve evlilik temasını işlediği ilk romanı “Yürümek”le TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü’nü kazandı.

12 Mart dönemi, Sevgi Soysal’ın hayatı ve yazarlığı üzerinde derin izler bırakan bir dönem oldu. Uzun yıllar cezaevlerinde kaldı. Bu dönemde Yenişehir’de Bir Öğle Vakti (1974), Barış Adlı Çocuk (1976), Şafak (1976), Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976) kitaplarını yazdı.

Yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle üzerinde çalıştığı son romanı “Hoşgeldin Ölüm”ü tamamlayamadan 22 Kasım 1976’da İstanbul’da 40 yaşında öldü. Yeni Ortam ve Politika gazetelerine yazdığı yazılar, Bakmak (1977) adlı kitapta toplandı.

Biz de yazarın ölüm yıldönümünde sizlerle, İletişim Yayınevi’nden çıkan kitabı “Bakmak”tan “O Erkek Bu Erkek- Asıl Erkek Anaları” başlıklı yazısını paylaşıyoruz.

O ERKEK BU ERKEK- ASIL ERKEK ANALARI

Rumelili olan babaannem erkeklere, erkek çocuklara çok önem verir hep kayırırdı onları. Altı çocuktuk evde, ikisi oğlan dördü kız, altı çocuk. Ama babaanne için, “uğlanlar”dı aslolan. Evde ne zaman hamur açsa, daha o hünerli elleriyle işe girişirken başlardı oğlanları kayırmaya, “Açayım uğlancağızlara bir bürek.” O arada, babaanneme yardıma koşan biz kızlar bozulurduk. Babaannemin, dosta düşmana nam salan bir hüneri de mahallebi baklavasıydı. Buna hepimiz çok düşkündük. Ama sofraya oturmamızla haksızlık başlardı. Ağabeyimin tıka basa dolu tabağı yetmezmiş gibi, biz kızlar üçüncüyü almaya kalkmadan başlardı babaannem, “Ayırsanız akşama da.” Bu akşama sözü aslında “oğlanlara”nın babaannecesiydi. Akşamüstü okuldan döndüğümüzde, ağabeyimi gizlice mutfağa çeker, tel dolapların bir yerlerine sakladığı tatlıları elceğizle yedirirdi. “Yiyesin aman, bırakmaz sura uğursuzlar.” O uğursuzlar, biz kızlardık ve de babaannem, tatlılar kazara bizim midemize gitmesin diye, ağabeyim tabağın dibini yalayana kadar beklerdi başında.

Çocukluklarında, tatlılarla muhallebilerle kayrılmış erkeklerin, erkekliklerine çok tanık olduk sonra. Başka türlü erkektir bizim erkekler. Ne yaparlarsa yapsınlar, arkalarında hem de kadınlı erkekli bir ordunun, “o erkektir o” diye hoş göreceğini bilirler. Bilirler erkekliklerini, o kadar çok bilirler ki, bir yabancı artist ülkemize gelmeyiversin, ilk soruları, “Türk erkeklerini nasıl buluyorsunuz?” olur. Bu “Türk yemeklerini nasıl bulursunuz?”a benzeyen sorunun karşılığını çoktan vermişlerdir. Nadide bir Türk “spezialite”sidir onlar çünkü.

Türk lokumu bir, Türk erkeği iki. Şimdilerde televizyonda da sık sık geçmişten bu güne Türk erkekliği programları izliyoruz. Türk ve Osmanlı tarihini, birçok erkeklik tarihi olarak yorumlayan, bu yepyeni tarih anlayışı, erkeklerimizi daha erkek kılacaktır mutlak.

Spordan tarihe, mahalle kahvelerinden barlara ıspatlanıp duran bu erkeklik, nedense bunca ispatla yetinmemekte, gazete sayfalarında yeniden ve yeniden ispatlamaktadır kendisi.

“Erkekliğiyle alay eden, metresini kırk yerinden bıçakladığı”, gibisine cinayetler, erkekliğe dokunan her şey gibi tasvip görürler nerdeyse.

Almanyalara kadar işçi diye gönderdikleri, dövizlerini de çıtır çıtır yedikleri karılarını dedikodu oldu, diye doğrayan, sonra da “kimsenin yüzüne bakamıyordum, konu komşu sen de erkek misin?” diye alay ediyordu, diye yargıcın anlayışına sığınanlar gibi.

Küfeyi karısının üstüne yükleyip eşeğin üstüne kendi binen, tarlada en ağır işleri gördüğü karısına, bir de kendi ceketini taşıtan erkeklerimiz gerçekten çok pek çok erkektirler. Geçenlerde ağlaya ağlaya gelen gündelikçi Hayriye’nin kocası gibi. Köyden gelip gecekonduda yerleşen ailenin bugün yükü Hayriye’nin sırtındadır. Dokuz çocuğun bütün okul masraflarını, en ağır gündelikçilik yaparak karşılar Hayriye, ama evde işsiz oturan kocasına bir konuda karşılık verecek olunca, yemiş dayağı “vay sen erkeğine karşı mı geliyon?” diye. Mutlak konu komşu, hatta düşmeye kalksa karakol da kocasına hak verir. “O erkek o” çünkü.

At, avrat, pusat erkeliği, karate erkekliğine doğru gelişedursun, üniversitelerde, Türklüklerini ve de erkekliklerini, solcu gençlere saldırarak ıspatlayan ülkücülerin döktükleri kanların hesabını soran bir büyük Türk erkeği çıkmadı henüz. Sonunda iş analara düştü. Analar, toplanıp toplanıp üniversite kapılarına gidip çok erkek güvenlik örgütlerinin koruyamadığı çocuklarına kendilerini siper etmeye başladılar. Erkekliğin copla nasıl ıspatlandığını seyrettiler. Çocuklarına bir şey olacak, diye akılları başlarından gitmiş, üniversite kapılarına koşturduklarında, “soysuzların anaları geldi” diye, erkekçe alay eden, yediği dayaktan yüzü kan çanağına dönmüş çocukları götürülürken “pis kan akıyor” diye erkekçe kahkahalar atan komandoların bütün hakaretlerini sineye çektiler. Baştanbaşa erkek dolu Meclise, Milletvekillerine, Senatoya, erkeklerin erkeklerine başvurdular, Başbakana, hatta Cumhurbaşkanına başvurdular.

Ve erkekçe reddedildiler.

Boş verin be analar! Erkelik sizde kalsın. Varsın, devleti ve milleti ve esir Türkleri ve dünya Türklüğünü korumakla meşgul büyük erkeklerimiz sizleri ellerinin tersiyle geri çevirsinler. Varsın büyük elçilere, resepsiyonlara, dünyanın önemli erkeklerine açıladuran salonlar, sizin dertlerinizi dinlemeye gelince kapanadursun. Varsın basınından parlamentosuna, işçi sendikalarından hükümetine, çok erkek bir toplum çocuklarınızın can güvenliğine yan çizerken, sizler tek başınıza, her şeyi göze alarak, çocuklarınız için, yalnız kendi çocuklarınız için değil, bu yurdun kıyıma terk edilmiş bütün gençleri için kendinizi siper ededurun. Cesaret sizin, yiğitlik sizin. Siz doğumu bilirsiniz, kimi erkekler bir burun kanamasına yataklara düşerken, doğumu bilen siz analar, hayatı da bilirsiniz. Onun için varın; erkekliği ocak ve hayat söndürmeye, zürriyetsizliğe, iyi güzel ve umut olan ne varsa yok etmeğe dönüştürenlerin, canlarınızın canını almaya kalkanların, doğanın en haklı savaşıyla üstlerine üstlerine varın!

Şimdi, en asıl erkek sizsiniz!

                                                                                                                       Politika, 31.5.1976


ARŞİV