Şükran Kurdakul : Ökselerin Yöresinde

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Şükran Kurdakul ile devam ediyor

13 Aralık 2024 - 10:29

                                                                                        ŞÜKRAN KURDAKUL  (23 Mart 1927 - 15 Aralık 2004)

İstanbul’da doğdu. Bir yaşındayken babasını kaybetti. Lise yıllarında komünist faaliyette bulunduğu gerekçesiyle tutuklandı. Ceza kanununun 141. maddesine aykırılık suçlamasıyla tutuklandı, dört buçuk ay tutuklu kaldı. 1947’de beraat etti. Askerliğini 1948-1950’ yılları arasında Maraş sürgün alayında yaptı. 1947-1950 arasında Fikirler, Genç Nesil, Kaynak gibi dergilerde toplumcu şiirler yazdı. Hapisten çıktıktan sonra askerliğe kadar İzmir Belediyesi  Encümen Kaleminde daktilo olarak çalıştı. 15 Ekim 1951-15 Mart 1952 arasında arkadaşlarıyla on beş günlük Yeryüzü dergisini çıkardı. 1951-1953 yılları arasında İstanbul Ziraat Bankası Bahçekapı Şubesinde depo memuru olarak görev yaptı. 1953’te Türkiye Komünist Partisi’ne üye oldu. 26 Eylül 1953’te tekrar tutuklandı. Çıktıktan sonra 1956’da hapiste yazdığı şiirlerden oluşan Giderayak’ı çıkardı. Ancak kitap toplatıldı. Varlık Yayınevi, Tan ve Yeni Gazete'de düzeltmenlik yaptı. 1958’de Ataç Yayınevini açtı ve yine 1958-1962 yıllarında Yelken’i yönetti. 1963’te Türkiye İşçi Partisine girdi. Kurdakul, partisinin Balıkesir il başkanlığının yanı sıra Türkiye Yazarlar Sendikası ikinci başkanlığı ve PEN Yazarlar Derneği başkanlığı görevlerini üstlendi.  1976’da ilk iki cildi, 1987’de ise sonraki iki cildiyle birlikte toplam dört ciltlik Çağdaş Türk Edebiyatı adlı araştırma çalışmasını yaptı. 1982’de Nevzat Üstün Şiir Ödülünü aldı. 15 Aralık 2004 tarihinde vefat etti.Kurdakul’un Evrensen Basım Yayın tarafından yayımlanan Ökselerin Yöresinde isimli şiir kitabından bazı şiirleri paylaşıyoruz.

 

ÖKSELERİN YÖRESİNDE



 

GECE GÜNDÜZ

Uyudum hiçbiri silinmemiş gibiydi

Sözcüklerin dudağında kalan öpüşler.

Uyandım başucuma üşüştüler

Her biri başka bir sevdayı getirdi.

 

Uyudum coşkular sesleniyor gibiydi

Özgürlük türküleriyle yeni baştan.

Uyandım…saz, horan, çengi

Sabahımda yaşamı gülüştüler.

 

Uyudum bendim, uyandım ben

Eskimeyen anıların büyüttüğü

Bin yıllık yangını, kanlı düğünü

Yüreğinin dağlarında söndüren.

 

BİZE KADAR

İşte bir gün ki eskilere benzemeyen

Bulutların saçları bile suda.

Bu yeri, bu renkleri, bu zamanı

Başkaları da gördü Karya’da,

Çilelerin yumağında yaşamı seven.

 

Belki aşktı.. ölmüşlüğü yırtarak

Yatağına çekip alan seni beni

Bildik saat koyverince dümeni

Mevsimler gibi döndü dünyada

Kaç kadırganın peşine düştüğü merak.

 

Belki elimizde kalandı eskilerden

Ezgiye vurmuş duyarlıklar gibi.

Kırbaçların gizlendiği köşelerde

Doğanın bile çok gördüğü özgürlükleri

Kendine dönerek gönlünce seslendiren.

 

BİRİKEN

Bir de ben vardım elinden geldiği kadar

Sözcükleri sokağınızda arayan biri

Rüzgârdım.. ağacınızda dalgalandı sesim.

Çizgi oldum çocukların resimlerinde

 

Eskiyen karanlığa ışık getirdim.

Kaç gözyaşı gülü varsa dünyada

Hasretimin büyüttüğü sabırda güllendi.

Ölümcünün yarattığı korkuya inat,

Kuşku oldum, gerçeğe vardım sonunda

Ey en zorunlu geçit.. ey en büyük beklenti.

 

Dargın bir bahar gibi kapanıyor içine

İşte bu.. bildiğimiz öyküde sürüp giden.

Dağılmalar, çözülmeler, eriyen kafdağları,

Kalbim soluk al, sönen her bir damara karşın

Yaratmak zorundasın yeniden bir damarı.

 

Bir de ben vardım.. düşünebildiği kadar

Aldığı yaraya içerleyen biri.

Yaşarken görünenleri

Sorarken büyüyenleri

Yıllar yılı heybesinde biriktiren.


BİRLİKTE

Birlikte rüzgâra tutulmuş gibiydik

Esir, sahip mahpus ve gardiyan.

Atlayıp ezgilerin atlarına

Ulaştık düşlediğimiz çizgene kadar.

Belki bir bulut yağmuru yaşama çevirir,

Bir çiçek sevinirken tomurcuğuna.

O dervişler düşünür zamanlarını

Bilgelerle birlikte ayağa kalkar.

 

ÖKSELERİN YÖRESİNDE 

Her dize bir köprüdür şiirimde

Unutulmaz anılara geçilen.

Yıpranmış bir kıyıda yazlar göçerken

Özgürlüğüne sevinen denizin sesi,

Yazmışım yankıları kalmış cebimde.

 

Ökselerin yöresinde kuşlar gibi

Direnci dudaklarında ürperen.

Uçan, uçamayan, tuzağa düşen

Birini bekliyor çağın ölümcüleri,

Soluğuma düşman gibi tepemde.

 

SENİNLE

Söz yenisine dönüşüyor seninle

Sesinin tezgâhında türkülenirken

Ansızın bir gerçeği yaşar gibi

Denize vuran kıyıların güzelliğinde

Kuyulardan gökyüzüne egemen.

 

Seninle coşkuyu ve korkulanı

Bir giz gibi sorularda yanıtlarda

Nasıl sevgiye boyardık bilsen

Mavinin kendine en yakın olanı

Ölümü yansıtmayan bulutlarda.

 

Su taşır gibi akşam çeşmelerinden

Yoksunluğu yorgunluğu bölüşen

On yedi yaş gerçeği masalında

Seninle Orhan Kemal’in sokaklarında

El ele tutuşan, göz göze gelen.

 

Seninle, ey beraberliğin güzeli

Oralarda, parmaklığın ardında

İhtiyar damarlarında çağın

Düşünceye sığmayan saniyeleri

Biz değil miyiz sırtımızda götüren.

 

KAPILARIN ÖNÜNDE

Ne soracaksan ellerimi ara

Dinle gözlerimin içinde yorulmadan

Bu korkulu zamanın öyküsünü

Kanıma karıştığın her görüşme günü

Neyi duyarsan sustuğun zaman

Nereye koşarsan uçar adım

Kayıp giden özlemlerin şafağında

Sen ki meydan okuyan karanlıklara

Ben ki karanlık ülkelerin sürgünü.


ÇAĞLAR BOYU

Geceye hazırlanan ormanlar gibi

Bir gerçeğim bir gerçeğe dönüştü benim.

Ses aldım uzayımın ağaçlarından

Renk verdim.. ışığımla dokudum seni.

 

Uçar adım benden çıktım sana geldim

Bir gözüm gülerdi bir gözüm ağlar..

El verip kendimi bulduğum zaman

Tanrılar karşımda dövüştü benim.

 

YENİ GELEN

Az önce indi trenden

Vurdu sırtına yorganı.

Çağları yüklenmiş gibi geçti

Haydarpaşa köprüsünden.

 

Cebinde kimlik cüzdanı

Korkuyla açtı, çabucak gösterdi..

Türküsü dağlarda söylenen,

İşte İstanbul’a geldi.


 

KÖPRÜDEN

İki köprü arasında kayık vapur mavuna

Tramvaylar gelir gider

Ben binemem binemem.

Karaköy’e geçince ne olacak bilemem

Bu acılar, korkular kalmaz yanıma.

 

HANGİSİNE

Yetim kalan kumrulara ses verir

Kendi gurbetinde kendini sorar.

Akşam olur, eskilerden esinlenir.

Şairi çoktan gitmiş bir Üsküdar.

 

Oradan bakarsan saraylar ve deniz

Buradan bakarsan serviler ve çağrışımları.

Evler birilerine sitem eder akşamları,

Yollarda gelmeyecek babalar beklenir.

 

Benim ya, şimdi böyle şeyler duyarak

Dolaştığı sokakta dünyası ağır gelen..

Elinde dizelerin ağladığı o kitap,

Hangi mezar taşına yetişebilir.

 

HANGİ ÖZLEM

İstanbul’un eskilerinden biri

Hangi özlem vurmuş öykülerine.

Yazarken çocukluğuna ağlıyor elleri

Sineması meyhanesi bahane.


BİR AVUNTU GİBİ

Sorsak birilerinden sorsak

– Bu muydu bizim deniz,

Bu muydu bizim sokak..

Çocuk muydum, büyük müydüm

Yaşamı hangi aynada gördüm

Yürürken kendimle konuşmalarda.

 

Bulsak bişeylerden bulsak

Anıysa anılardan,

Ölümse ölümlerden..

Duysak, bir avuntu gibi duysak

Eski hanımellerinin kokusunu

Nasılsa kalmış bir duvarda.

 

BANA DOĞRU

Biri salıncakta uçmaya hevesliydi

Biri başını kaldırmıyordu kitaptan.

Biri geleceğinden korkuyordu sanki,

Biri beni arıyordu, bana sorarsan.

 

SONUNDA

Yıldızlar gecemi sorguya çekiyordu

Yıllarımın uzaylarında benim.

Çekim bitti, hız kesildi, saat durdu

Işığımın biriktiği yerlere geldim.

 


ARŞİV