TURGUR UYAR (4 Ağustos 1927 - 22 Ağustos 1985)
4 Ağustos 1927’de Ankara’da doğdu. Altı çocuklu bir ailenin beşindi çocuğudur. Babası subaydı, emekli olmasının ardından İstanbul’a yerleştiler. İstanbul Edirnekapı Hırka-i Şerif İlkokulu’nda okula başladı. Ancak ilköğretimini 5 okul değiştirerek bitirebildi.
Konya Askeri Okulu, Bursa Işıklar Askeri Lisesi ve Askeri Memurlar Okulu’nu bitirip Posof, Terme ve Ankara’da personel subayı olarak görev yaptı.1958’de askerlikten ayrılarak Türkiye Selüloz ve Kâğıt Sanayii’nin Ankara şubesinde çalışmaya başladı. İlk evliliğini Yezdan Hanım’la yaptı bu evlilikten üç çocuğu oldu. Daha sonra ayrıldı. 1969 yılında emekli olup İstanbul’a yerleşti. Aynı yıl Tomris Uyar ile evlendi. Tomris Uyar ile evliliğinden Hayri Turgut Uyar isimli oğlu doğdu.
Çocukluğundan beri şiirler yazan şairin ilk şiiri Yedigün dergisinde (1947) çıktı. Şiirleri Varlık, Yeditepe, Pazar Postası, Dost, Değişim, Türk Dili, Yeni Dergi ve kurucularından olduğu Dönem ve Papirüs dergilerinde yer aldı.
İlk şiir kitabı Arz-ı Hal 1949’da yayımlandı. İkinci kitabı Türkiyem 1952’de çıktı. İkinci Yeni’nin, Edip Cansever ve Cemal Süreya ile birlikte öncü şairlerinden olan Uyar, Tütünler Islak kitabı ile 1963 yılında Yeditepe Şiir Armağanı'nı, Kayayı Delen İncir de ile kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü'nü kazandı.
22 Ağustos 1985 yılında siroz nedeniyle hayatını kaybeden Uyar’ın Yapı Kredi Yayınları tarafından okurlar buluşturulan “Büyük Saat” kitabından birkaç şiiri paylaşıyoruz.
BİR GÜN SABAH SABAH
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç\'ten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...
Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.
Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca\'dan bir sepet elma almışım..
Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o? dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.
Fabrika düdükleri ötmededir.
(Syf 17-18)
BİLİRİM BİR KIŞA HAZIRLANMAYI
Sana bir boyun atkısı gerek. Çünkü kış geldi.
Ve sular bir uzun geçmişe hazırlanır.
Neredeyse.
Bir çocuk ölür. Bir kadın hastalanır. Odalar bulutlanır.
Su içmekten. Uzak. Bir köfte kokusundan
İnsan
uzak
bir memleket havasından.
Belli belirsiz bir şeylerden utanır.
Yapışkan ve dayanıksız bir vicdan eşliğinde
Gece.
Hatırlarız bir günlerde üşümediklerimizi.
Üşümeyeceklerimizi.
(…)
Yaralı olmak
yerinde olmamak
uzun gecikmesi son kesinliğin
bir sabah biliyoruz elbet neyi bölüştüğümüzü
göz göze
bakışınca. Biliyoruz
neyi bölüştüğümüzü.
Konuşmasak da.
Şimdi tutalım bu diriliği artık. Zamanıdır.
Zamanıdır. Neredeyse kar başlar. Küçük kuşlar ölür.
Semerciler ve dilsizler ölür.
Seninle ben kalırız. Yeni bir yaşamaya.
Gökler ve kentler ufalır. Seninle ben kalırız.
O şarkı sanılanlar bir kavga halini alır.
Neredeyse kar başlar.
Birini düşünür gibi oluruz. Biliyorum
Ellerin de üşür. Biliyorum ama
Isıtabilirsin onları. O ateşte.
Hazırsın da. Biliyorum. Ama
sana bir boyun atkısı gerek. Kış geldi
(Syf 291-292)
Tomris uyar için bir şiir kurma çalışması
seni sonsuz biçiminde buldum o biçimi almıştın
sandviçlerle, kötü şehirle, terle başbaşa kalmıştın
yürüdü üstüne herkesin neonu, herkesin babaannesi
herkesin en eski olan kökü, en eski hanesi
yeşili bozup suya çevirdin, akşamı sonsuz uzattın
ne buldunsa o akşama uygun, ne buldunsa ona kattın
perdeler uzundu, rüzgar kısa, masalar üç bacaklı
masalar dört bacaklı, rüzgarlar uzun, perdeleri kısalttın
sen bir atmacanın en uzun çığlığısın her tür gökte
göğü büyüttün, otobüsleri aldın, şehirleri ufalttın
yıkılan bir kedi bir süre olarak doldurur sesini
seversin bir kanaryanın sesinden çok kendisini
denizi ve ormanı, açlığı ve başkaldırmayı ayırmadın
bırakılmış bir köşebaşının en güzel tanımıdır adın
seversin diye söylerim her şeyi, sana uygun olsun
çünkü her şeyin birbirine uygununu sen bulursun
gel ellerini ver en güzel ellerini öyle
ruhum, ateş yüreğim, kokum, birlikte öyle
(Syf 393)
ACININ TARİHİ
Kalın ve karanlık bir çatı merdiveni gibi
giderilmez eksikliğini tanırım onun
suyun bardakta duruşu gibi
bir öfke usul usul büyürken kuytuda
yemyeşil bir çayır görünümündedir
haziran ortasında bir gümüş lüfer
büyülü bir fotoğraf bir gümüş çerçevede
ve evinde hemen hazır bir silâh
böyle kargaşalı günler döneminde
beşer onar koparılan bir takvim sanki
bahara.
bunlar güzel şeyler biliyorum
herkes de biliyor kuşkusuz
ama ne kadar güzel, ne kadar güzel
serçenin kış günü yemidir
alnı akıtmalı bir atla düğüne gitmek
ayışığı penceresi, bir güzel insan sesi
ama ne kadar güzel
kırda bir oğlak kadar
kışlada bir türkü kadar
rüzgârda kuruyan tülbent kadar
oysa gece tam yarısıdır bir günün
ve daha güçlüdür gündüzden
ben şimdi diyorum ki bir bak şu alanlara
sokaklara, köprülere, kiremitsiz damlara
taşlara, sopalara, amanvermez silâhlara
şehir haritasına, trafik lâmbasına, kan içinde adamlara
kan içinde adamlara
kan umutsuzluktur
ona kendini hazırla
ne kadar yalnız olduğumuzu hep hatırla
açlıkları, yoklukları, kırımları
- örneğin sensiz olmak ömrümün bir akşamında -
bir bölgeden birine giden orduları uçaklarla
yalanlar, ihanetler, karmakarışık limanlar
iki şeyin apansız karşı karşıya geldiği dünyada.
Ben şimdi diyorum ki
buna inanmak gerek
bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu
ve direnmek
hep direnmek devam etmek adına.
diyorum ki acılığı eksilmesin ağzımızdan
boyuna tükürmek için
boyuna
(Syf 423-424)
ACIYOR
Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun
sevgim acıyor
Biz giz dolu bir şey yaşadık
onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak
En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
ötede beride yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
Bütün söz vermelerin tarihçesi
sevgim acıyor
Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar
Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
Kış geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar
(Syf 546-547)
UMUTTUR
“sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima”
çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
mesela her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar
bir düşün kaç kişiyiz bildirilerde
şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sanılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanamadık bunu hatırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar
çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
apoletim sırmasız hatta hiç yok
su içsem ağzımın kenarlarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı bir başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz: eğilecek bugünkü başlar
sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar
aslında bir alıştırmadır umut
öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzer-
hain ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelme itmeyle
umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar