W. Henry Hudson: Yeşil Evler

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta William Henry Hudson ile devam ediyor.

23 Ağustos 2024 - 10:02

 WILLIAM HENRY HUDSON (4 Ağustos 1841-18 Ağustos 1922)

Ernest Hemingway, George Orwell, Margaret Atwood gibi isimleri de etkileyen yazarlardan, doğabilimci William Henry Hudson, Arjantin, Buenos Aires’te doğdu. Orada hâlâ, Guillermo Enrique Hudson ismiyle, ulusal edebiyatın bir parçası olarak bilinir. Hudson'ın ebeveynleri Arjantin'de koyun çiftçiliği yapıyordu. Gençliğini bölgenin bitki örtüsünü, o zamanın kanunsuzluğundaki hem doğal hem de insani hikâyeleri inceleyerek geçirdi. 1869’da İngiltere’ye yerleşti. Ornitologdu, bu alanda pek çok çalışma yayımladı. İngiliz kırlarını anlattığı Hampshire Days (1903) romanı ve A Shepard’s Life (1910) ile adını duyurdu. Seksen bir yaşında hayatını kaybetti, 1921’de vefat eden eşinin yanına defnedildi. 

En bilinen eseri 1904’te yayımlanan Yeşil Evler’dir. 1959 yılında Audrey Hepburn’ün de başrolünde oynadığı bir sinema filmine uyarlanan, yabani ve medeni insanın çarpışmasını anlattığı, Yeşil Evler, bir aşk hikâyesi ve tabiata çağrı romanı niteliği taşır. Yazarın İthaki Yayınları tarafından yayımlanan “Yeşil Evler” romanından kısa bölümler paylaşıyoruz.

YEŞİL EVLER

1887'de Georgetown'a bir devlet dairesinde çalışmak için geldiğimde, orada ikamet eden, oldukça varlıklı ve toplumda öne çıkmış biri olan Bay Abel'le tanıştım. Ama yine de, o bir yabancıydı, sömürgecilerin her zaman doğal düşmanları olarak baktıkları sınırımızda bulunan kavgacı insanlardan biri, yani bir Venezuelalıydı. Bana anlatılan hikâye, uzak iç kesimlerden Georgetown'a ulaşmadan yirmi yıl öncesine aitti. Yürüyerek kıtanın öbür ucuna geçmişti ve ilk başlarda beş kuruşsuz, üzerinde eski püskü kıyafetlerle, yabancı biri olarak onların arasına girmişti. Açlık ve sefalet yüzünden neredeyse bir iskelete dönüşmüştü. Yüzü uzun süre güneş ve rüzgâra maruz kalmaktan kapkara olmuştu. Tek başına, az bir İngilizceyle, yaşamak için zor bir mücadele vermişti ama her nasılsa bu mücadeleyi kazanmıştı. En sonunda, Caracas'tan gelen mektuplar ona ulaşmıştı. Elinden alınan hatırı sayılır mülkünün bir kez daha onun olduğu yazılıydı bu mektuplarda. Bunun yanı sıra, ülkesine dönmesi ve devlet işlerinde yerini alması istenmişti. Ama Bay Abel, genç yaşına rağmen, siyasi hırs ve arzuları fazlasıyla yaşamıştı. Görünüşe bakılırsa, ülkesini çok sevmesine rağmen, ne olursa olsun düşmanlarının dost olduğu bu yerde kalmayı tercih etmişti. Tabii ki bunu ifade ederken yüzünde bir tebessüm vardı. Serveti sayesinde hemen, anacaddedeki -sonraları kendi evim gibi gördüğüm- o evi satın aldı.

Bu noktada arkadaşımın tam adının Abel Guevez de Argensola olduğunu söylemeliyim fakat Georgetown'daki ilk günlerinde yalnızca Hıristiyan adıyla anılmıştı ve daha sonra basit bir şekilde "Bay Abel" olarak anılmak istemişti.

Onunla tanışır tanışmaz itibarına ve hatta İngiliz kolonisinde bir Venezuelalı olarak gördüğü yakınlığa duyduğum şaşkınlık sona erdi. Herkes onu tanıyor, seviyordu. Bunun nedeni, kendine has büyüsü, nazik mizacı, kadınlara karşı olan ve hiçbir erkeği; hatta çok genç, güzel ve uçarı bir eşe sahip, çabuk sinirlenen yaşlı sömürgeciyi bile kıskandırmayan tavırları, küçük çocuklara, tüm vahşi varlıklara, doğaya ve bütünüyle ticari bir toplumun alışılmış somut çıkarlarıyla ilgilerinden uzak olan her şeye duyduğu sevgisidir. Diğer erkekleri heyecanlandıran siyaset, spor ve kristal fiyatlarının hiçbiri onun ilgi alanına girmiyordu ve tüm bunlardan bir dönem sıkıldıklarında, bu tür muhabbetler fırtına gibi evlerini, kulüplerini ve ofislerini doldurduğunda ve bir değişiklik istediklerinde, Bay Abel'e gidip onun dünyasıyla yani doğa ve ruh dünyasıyla ilgili konuşmak huzur veriyordu insanlara.

(…)

Genelde gündüzleri vakit geçirip, “konuşmaktan güneşi yorgun düşürüyorduk.” Çoğu akşamı da, neredeyse her gün misafir olduğum onun huzur dolu evinde geçiriyorduk. Ne ben böyle bir mutluluğu ummuştum, ne de o. Bu yakınlığın bir sonucu olarak, onu derinden etkileyen ve belki de tüm hayatının amacını değiştiren sıradışı deneyimine dair gizli geçmişine ait belirsiz bir düşünce, azalmıyordu, tam tersine önem kazanıyor ve hiç aklımdan çıkmıyordu. Ne zaman başıboş sohbetlerimizin konusu Yerlilerle birlikte yaşarken ve onların arasında seyahat ederken, onların karakterlerine ait edindiği bilgiler ve dilleriyle ilgili olsa ondaki bu değişikliğin neredeyse acı verici olduğuna tanık oluyordum. Bunların hepsi, anlattıklarını daha heyecan verici kılıyordu. Hafif bunalımlı bir ruhun canlı, meraklı, ince zekâsı ve neşesi yavaş yavaş kayboluyordu; hatta yüzündeki ifade bile giderek daha sert ve kararlı bir hale dönüşüyordu, gerçek dünyadan sıyrılıp sanki otomatiğe bağlamış gibi kitaptan bir bölüm okuyordu. Bunu anlatmak beni hüzünlendiriyor ama daha önce bu hissimi ima bile etmedim, yılların dostluğuna kısa bir ara veren o tek tartışma olmasaydı hiçbir zaman da bahsetmeyebilirdim bundan. Bir defasında çok hastalanmıştım ve Abel hastalığımla pek ilgilenmemişti. Sanki hastalanarak ona kötülük etmişim gibi sinirlenmişti ve hatta eğer isteseydim iyileşebileceğimi bile söylemişti. Bunu pek ciddiye almamıştım fakat bir sabah, beni ofise çağırdığında bana karşı çok hırçın davrandı ve bu da beni çok sinirlendirdi. Hastalığımın nedeninin uyarıcı ilaç kullanımı ve uyuşukluğum olduğunu söyledi. Aslında gerçekte onu kastetmiyormuş gibi alaycı bir üslupla konuşmuştu ama hisler bütünüyle gizlenemezdi. Sitemli sözleri öyle canımı yakmıştı ki, şaka bile olsa benimle bu şekilde konuşmaya hakkı olmadığını söyleyivermiştim düşünmeden. Aksine, dedi ciddileşerek, arkadaşlığımız nedeniyle buna en çok onun hakkının olduğunu söyledi. Böyle bir olayda barışı bozmasaydı, gerçek bir arkadaş olmazdı. Hemen ardından sert bir şekilde ona cevap verdim ve bana göre, aramızdaki dostluğun ona göründüğü kadar mükemmel ve kusursuz olmadığını söyledim. Dostluğun bir şartı, bu dostluğu paylaşan kişilerin birbirlerini çok iyi tanımaları gerektiğidir. Benim tüm hayatımın ve zihnimin tıpkı bir kitap gibi okuması için ona açık olduğunu biliyordu ama ONUN hayatı bana sımsıkı kapalı bir kitap cildi gibiydi.

Yüzü karardı ve birkaç dakikalık sessizlikten sonra, ayağa kalkıp soğuk bir şekilde hoşçakal diyerek gitti, hem de aramızda bir gelenek haline gelen tokalaşmamızı yapmadan.

Gittikten sonra, büyük bir kayıp yaşamışım ya da üstüme büyük bir facia çökmüş gibi hissettim ama tok sözlü bir şekilde getirdiği eleştiri hâlâ içimi yakıyordu. İşin ilginç yanı ise, kalbim de bunun doğruluğunu onaylıyordu. O geceyi uykusuz geçirdim, bir anlık kızgınlıkla verdiğim zalim tepkiden pişmanlık duydum ve ondan af dilemeye kesin karar vermiştim. Af dileyecek, sonra da arkadaşlığımızın nasıl devam edeceğine karar vermesi için onu rahat bırakacaktım. Fakat o benden önce davranmıştı, sabah ondan bir mektup geldi. Benden af diliyordu ve akşam onunla yemek yememi istiyordu.

(…)

Artık sakinleştiğimize ve birbirimizi incittiğimiz için pişman olduğumuza göre, böyle bir şey yaşandığı için üzgün değilim, dedi. O davranışını hak ettim: Yerlilerin arasında yaşadığım maceraları ve yolculukların tüm öyküsünü sana yüzlerce kez anlatmak istedim ama dostluğumuzun zedelenmesi korkusu bana engel olan nedenlerden biriydi. Seninle olan dostluğum çok değerliydi ve onu her şeyden üstün tutmak istedim. Artık bu düşünceme bir son vermeliyim ve şimdi yalnızca sana anlatacak olduğum öykümü düşünmeliyim. Yirmi üç yaşımdan başlayacağım anlatmaya. Özgürlüğümü; hatta belki de hayatımı kurtarmak için ülkemden kaçmak zorunda kalacak kadar güç bir durumda ve siyasetin tam ortasında olmak için çok genç bir yaştı bu.

Birinin görüşlerine göre, her ulusun, hak ettiği bir yönetimi vardır. Venezuela da şu anda böyle bir yönetime sahip ve bu yönetim tam da ona göre. Biz buna "cumhuriyet” diyoruz, sadece tek olmadığı için değil, aynı zamanda bir şeyin bir adı olması gerektiği için; ve iyi bir isme veya güzel bir isme sahip olmak çok işe yarar - özellikle de borç almak istediğinizde. Eğer Venezuelalılar, yaklaşık bir milyon kilometrelik bir yüzölçümüne dağıtılsaydı, çoğu okuma yazma bilmeyen köylüler, melezler ve Yerliler eğitilselerdi, hepsi zeki insanlar olsaydı ve yalnızca halkın refahı için istekli olsalardı; işte o zaman gerçek bir cumhuriyete sahip olurlardı. Bunun yerine şu anda, devrimlerle şekillenen küçük grupların yönetimine sahipler ve ülkenin fiziksel şartları ile ulusal yapısına uyumlu, çok iyi bir yönetim bu. Sizin üst sınıflarınızı temsil eden eğitimli insan sayısı o kadar az ki, bu kişilerin çoğu ait oldukları siyasi grupların seçkin üyeleriyle kan ya da evlilik bağıyla bağlı durumda. Bu şekilde, egemen parti yani bir başka grubun adamları karşısında oluşan ayaklanma ve komplolara seyirci kalmaya alışmanın, tıpkı hayatın doğal akışı gibi neredeyse kaçınılmaz olduğunu kolaylıkla anlayabilirsin. Başarısızlıkla sonuçlandığında bu isyanlar cezalandırılır ama ahlaka aykırı olarak görülmez. Tam aksine, aramızdaki en zeki ve erdemli olan, bu tarz maceralarda olayı yöneten bir kişi olarak görülür. Bu tarz eylemler doğası gereği yanlış olsun olmasın, bazı durumlarda yanlış, bazı durumlarda doğru olabilir; çünkü her şekilde benim buna karar vermiş gibi yapmam kaçınılmaz. Tüm bu can sıkıcı detaylar, senin konuyu daha iyi anlayabilmeni sağlamak için. 

(…)

Atıldığımız macera başarısızlıkla sonuçlandı çünkü yetkililer hızla devam eden olayları haber almışlardı.

(…)

İlk kararımız, deniz kıyısına kaçmaktı ama La Guayra yolu üzerindeki risk yüzünden, ki ülkenin kuzeyindeki herhangi bir yükleme limanı olarak mükemmel görünüyordu, rotamızı ters istikametteki Orinoco’ya ve Anggostura’nın akış yönüne döndürdük. Kısmen rahat bir şekilde nefes alabileceğimiz -en azından şimdilik güvenli diyebileceğimiz- bu yere gelince, ülkeyi terk etmekten ya da böyle bir girişimde bulunma fikrinden vazgeçtim. Çocukluğumdan beri, Orinoco’nun güneyinde bulunan, haritalarda yer almayan sayısız nehirleri ve ucu bucağı olmayan ormanlarıyla, vahşi Yerlilerinin antik gelenekleri ve karakterleriyle, Avrupalılara göre katıksız olan bu geniş ve hemen hemen hiç keşfedilmemiş bölgeye karşı tuhaf bir ilgim vardı. Bu ilkel vahşiliği ziyaret etmek, hep bir hayaldi benim için ve bir derece de olsa, Venezuela'nın kuzey eyaletlerinde konuşulan Yerli lehçelerinden birini öğrenerek kendimi böyle bir maceraya hazırlamıştım. Artik, kendimi bu muhteşem nehrin güney kıyısında bulmuştum, üstelik bu yer sınırsız süreyle elimin altındaydı ve o anda bu isteğimi yerine getirmeye karar verdim.

 

ARŞİV