Yusuf Ziya Ortaç'tan Aziz Nesin'e Mektuplar

Edebiyat Hayatından Hatırlamalar köşesinde bu hafta Yusuf Ziya Ortaç'ın Aziz Nesin'e yazdığı dört mektubu yayınlıyoruz

03 Ağustos 2018 - 09:28

Gazete Kadıköy, yazarlarımızın, şairlerimizin eserlerinden küçük alıntılarla oluşan bir “köşe” açtı. Amacımız, bir edebi seçki ya da güldeste hazırlamak değil. Edebi değerlendirmelerde bulunmak hiç değil. Yalnızca bir gazete köşesi ölçeğinde kalmak üzere geçmiş edebiyat hayatından bazı ilginç satırları hatırlayıp bellek tazelemek. Bu vesileyle yazıların yer aldığı kitapları okuyucularımıza hatırlatmak.  Keyifle okuyabileceğiniz birbirinden farklı yazılar sunabileceğimizi umuyoruz.

YUSUF ZİYA ORTAÇ (1895 - 11 Mart 1967)

Beş Hececiler deyince akla gelen ilk isimlerden biri olan Yusuf Ziya Ortaç, sadece şiir değil, roman, oyun, mizah yazılarıyla tanınmıştır. Kırka yakın eseri bulunan Ortaç yanı sıra aynı zamanda VIII. ve IX. Dönem Ordu Milletvekili olarak  görev yapmış bir siyasetçidir.

Şiire lise yıllarında başlayan Ortaç, Sedat Simavi'nin çıkardığı Diken dergisinde “Çimdik” takma adı ile mizahi yazılar yazılarına başladı. 1922’de itibaren de Orhan Seyfi Orhon'la birlikte Akbabq mizah dergisini çıkardılar. 55 yıllık yayım hayatı boyunca, Türk dergicilik anlayışında birçok yeniliğe imza attı ve siyasal olayların kara mizahını yapan Akbaba dergisinin yazarlarından biri de usta yazar Aziz Nesin’di. Yusuf Ziya Ortaç’ın Aziz Nesin’e yazdığı Türk Dil Kurumu Yayınları tarafından “Mektup Özel Sayısı”nda yer alan  mektuplardan dört tanesini yayınlıyoruz.

                      

   1

                                                                                                          25 Kasım 1963

Aziz’ciğim,

Orucu yine ben bozuyorum. Sana, vaktimize yazık, mektup yazacağımıza yazı yazılım demiştim… Doğruydu söylediğim. Ama her doğru mutlaka yapılamıyor ki… İşte yine mektup yazıyorum.

Dün bizim Kadri’ye rastlamış, Uykusuz’a selam yollamışsın. Gülümseyerek sordum: Bana yok mu ?.. Yok, dedi!

Bre Aziz, selamı da tarifeye mi soktun ?.. Bari bilelim de pek canımız çekerse, hediyesini verip bir selam alalım!

Görüyorum ki senin birkaç özel vasfın var, her insan gibi… Bir, çocuk tarafın… İki, askerlik tarafın… Üç, gizli tarafın…

Çocuk tarafın, biraz da sanatçı tarafındır. Küsüyorsun çarçabuk ve sanıyorsun ki, yalnız küsme hakkı sende var. Yalnız küsmekte haklısındır… Seviyorsun çocuk gibi. Kızıyorsun, çocuk gibi… Darılıyorsun, çocuk gibi… Bir şey bitti mi her şey bitiyor. Bir şey koptu mu her şey kopuyor!

Asker tarafın müthiş!.. Bunca yıllık sivil hayat, bunca yıllık sanat hayatı, basın hayatı, gönül ve kafa hayatı, içinden “askeri itaat” alışkanlığını sökememiş… “Hazırol!” dedin mi, hazır olacağız… “Boyun eğ!” dedin mi boyun eğeceğiz!.. Bir kerecik de “Aziz, hazır değilim!”, bir kerecik de “Aziz, boynum ağrıyor” demeye hakkımız yok… Azizim, dostum, kardeşim, fenası bu!.. Mutlaka biraz esneklik vermelisin kendine… Hatta arasıra haksızlığı bile hoşgörmelisin… Mutlaka benim dediğim olacak diye dayatmak güzel değil, tatlı değil, medeni değil!..

İnsan bir şeye karar verirken terazinin iki kefesine de bütün hatıraları, dostlukları bir yana, öfkeleri, isyanları bir yana koyarak tartmalı… Bu adam, uzun yılların tatlı, acı günlerinde bana karşı nasıldı? Bundan sonra da nasıl olabilir? diye düşünmeli… Başkalarıyla mukayese etmeli… Kendi haksızlıklarını, kendi çektirdiği acıları da unutmamalı!..

Bir yaş büyüklüğü selahiyetiyle söyliyeyim: Kendisi unutmamalı ve karşısındakine unutturmaya çalışmalı…

Müthiş ve senin çapında sahici bir sanatçıya hiç yakışmayan hoyrat bir gururun var… Ayıp be Aziz!..

Senin gücün, senin değerin, senin sanat çapın yirmi beş liralık zamlarla ölçülemez… Nasıl tenezzül ediyorsun buna ?..

Senin her beğenilen yazınla, sanki altında imzam varmış gibi ben seviniyor, ben övünüyorum!..

Şu “Seyyar Köfteciler” nasıl bir sükse yaptı, nasıl aydın insanlar, sahici okurlar dilinde dolaşıyor, bilemezsin! Kimi görsem:

- Senin Aziz! Diye beni tebrik ediyorlar. Adeta biraz da ben, sen oluyorum.

Haksız değil bu… O güzelim hikâye, Akbaba’dan başka nerde çıksa, hatta Akbaba’nın dört misli satılan Akşam gazetesinde çıksa, bu sükseyi yapamazdı… Çünkü, senin okuyucun bizde… Sahici okuyucu, Akşam’ın değil, Akbaba’nın okuyucusu…

Nasıl çerden çöpten küsüşlerle semtimize uğramaz hale gelirsin Aziz?.. Yine tekrar edeyim: Ayıp be !..

Eğer bu ayıbın, az ya da çok, bana da ait kısmı varsa, işte ben bu mektubumla bu ayıptan kurtuluyorum.

Gizli tarafına gelince… Bu, en iyi tarafın… Gönül tarafın, vefa tarafın… Sana yakın herkes bana: “Aziz seni çok sever” diyor.

Muhakkak seviyorsun… Ama bu sevgiden biraz rahatsız mısın Aziz?.. Nerden seviyorum şu herifi mi, diyorsun?..

 Sakın bu sevgiden şikayet etme Aziz… Ben, vallahi sevilecek adamım… Benim göğsümdeki kalp, bütün Babıali’ye yeter!

Mutlaka bekliyorum seni… Daha fazla dayanamam.

 

                                                                                2

                                                                                                                                                               5 Mart 1965

     Aziz’ciğim,

Gelmiyorsun… İnşallah işlerin iyidir. İnşallah rahatsındır… İnşallah bana hikâyeler, hikâyeler hazırlıyorsundur.

Azizim, söz aramızda: Akbaba’da sen ve ben olmayınca Akbaba’nın tadı kalmıyor. Ben tevazuu hiç sevmem. Pis şeydir tevazu, gurur kadar pis… Onun için sen derken, ben de dedim.

Bir terzi Peltekis vardı. Dahi idi herif.  Deveye elbise yapsa, adam olurdu. Çok da tatlı cakası vardı, kültürlüydü… Müşterilerine:

Ulan, ben ölünce ne bok yiyeceksiniz, alıştınız bana… Vallahi sizin için tek çare var, nüdistler derneği kurup çıplak gezmek, derdi.

Yani Aziz, senin hikâyen olmayınca, beyaz kâğıt çıkarmak daha iyi… Öyle boktan yazıyorlar ki, mizahtan da, hikâyeden de nefret ediyorum.

Kuzum Aziz, bir tanem, ne yap yap, benim için bir gün, bir gece evde kal, iki hikâye getir… Hele üç olursa !..

Çok sevgi, sana ve Meral’e…

Akbaba ailesinden tüm selam.

 

 

                                                              3

                                                                                                                                                            28 Mayıs 1965

     Aziz’ciğim,

Mektubunu ve yazıları dün aldım. Arkadaşlara okuma zevkini Ahmet Bey’e vermedim. Ben okudum, onlar da dinledi… Şenliği görmeliydin!

Caaanım, sahiden caaanım, çok yaşa sen.

 Ben romanı merak etmeyeceğim. Sen de Meral’i, çocukları merak etme. Daima, ne olursa olsun, hizmetlerindeyim. Evin, evimdir. Bu, “Akbaba senindir” den de doğru! Bu, yüzde yüz doğru, katıksız doğru.

 Avrupa’dan muhakkak bir başka Aziz gelecek. Sen, yüz yıl yaşasan bitiremezsin artık. Evliya Çelebi’nin pabucu dama atıldı!

Reklamlar hazırlatılıyor (Ben Avrupadayken) için…

Dört, beş ay çok be!..

Nasıl dayanırım?

Sevgilerle kucaklarım seni Aziz’ciğim.

                                                             4

                                                                                                                                                           28 Mayıs 1965

 Aziz’ciğim,

Sana kitabımı gönderiyorum. Baskısı iyi oldu, değil mi? Baskısı iyi oldu derken hatırıma geliverdi: Ahmet Rasim, yeni çıkan bir kitabını Recaizade’ye götürmüş. Üstad Ekrem şöyle bir bakıp

Kâğıdı güzel, deyince Ahmet Rasim cevabı yapıştırmış:

Sizin Zemzeme’nin kâğıdındandır!

Aziz, belki lazım olur sana diye Akbaba’ya koymadığımız iki hikâyeni de yolluyorum. Şimdi üç hikâye bekliyorum senden. Bekliyorum, bekleyeceğim, beklemek hakkımdır.

Gözlerinden öperim.

                                                                                                                                                             Ortaç


ARŞİV