Millî Eğitim Bakanlığı’nın "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" adını verdiği yeni müfredat programı 26 Nisan’da açıklandı. Bakanlık, yeni müfredatı bir öğretim programları ortak metninde taslak olarak eğitimcilerin ve kamuoyunun incelemesine sundu. Ancak eğitim uzmanları ve sendikalar müfredatın bilimsel süreçten uzak yürütüldüğünü savunuyor.
Konuyla ilgili açıklama yapan Eğitim Reformu Girişimi istişare sürecine yeterli zaman tanınmamasının süreci tepeden inmeci hâle getirdiğini kaydetti.” Müfredatın hazırlanmasında öğretmenlerin ve akademisyenlerin çalıştığı belirtilse de bu kapsam Türkiye’nin eğitim ekosisteminin büyüklüğünü ve çeşitliliğini temsil etmekte yetersizdir.” ifadelerinin yer verildiği açıklamada “10 yılda geliştirildiği paylaşılan yeni müfredatın, 3 bini aşkın sayfadan oluşan 26 farklı yeni öğretim programı ve bir ortak metin içerdiği düşünüldüğünde, paydaşların, bir haftalık sürede müfredata ilişkin derinlikli değerlendirme yapabilmesi gerçekçi bir beklenti değildir. Geribildirim süresinin uzatılması, sürecin işbirliğine ve şeffaflığa dayalı olabilmesi için zaruridir. Öğrenciler, öğretmenler, veliler, üniversiteler, özel sektör ile sivil toplumun görüşlerinin ve deneyimlerinin göz ardı edilmesi, yeni müfredatın ihtiyaç ve beklentileri karşılamamasına yol açacaktır. Eğitime dair karar alma süreçlerine, eğitimin tüm paydaşlarının katılım hakkı sağlanmalıdır.”
BAKANLIKLA PAYLAŞILDI
Yeni müfredat taslağına geribildirimler için MEB’in tanıdığı bir haftalık süre sona erdi. Eğitim Reformu Girişimi, askıya alınan taslağa ilişkin ilk ve hızlı değerlendirme sonuçlarını ve önerilerini bakanlıkla paylaştı. Açıklamada öğretim programı taslağının hazırlanması sürecinde yapılan ihtiyaç analizi ve uygulama bütçe planının kamuoyuyla şeffaf bir biçimde paylaşılmadığı vurgulanırken, şu tespitlere yer verildi:
-Yeni müfredat, “maneviyat”ın ağır bastığı bir söylemle "yetkin ve erdemli insan yetiştirme"yi temel amaç olarak ele alıyor, ahlaki ve millî değerler üzerine kuruluyor ve “toplumsal katkı ve bütüncül gelişim” gibi alanları hedefliyor. Ancak öne çıkan değerler; somut, bilimsel ve sorgulanabilir ögeler olmaktan uzak. Bu durum, müfredatta sık sık ele alınan “eleştirel düşünme” kavramına taban tabana zıt bir durum oluşturuyor.
“ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ İHLAL EDİLİYOR”
- “Farklılaştırma” başlıkları altında ele alınan destekleme ve zenginleştirme uygulamaları, öğrenciler arası bireysel farklılıkları kapsayacak bir öğrenme ortamı sağlamayı hedeflemesi açısından önemli. Ancak, programda öğrenciler arasındaki farkların yalnızca beceri temelli ele alındığının altını çizmek gerekiyor. Anadili farklı olan, kültürel farklılıklara sahip, mülteci ve diğer kırılgan gruplara mensup çocuklara yönelik kapsayıcı uygulamaların geliştirilmesi, bu farklılıkların sonucu olan beceri farklarını önlemek için kritik.
- İnsan hakları, vatandaşlık ve demokrasi alanında hak ve özgürlüklerden ziyade görev ve sorumluluk vurgusu dikkat çekiyor, özgürlüklerin öneminden ziyade özgürlüğün neden sınırlanması gerektiği vurgulanıyor; ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü gibi konulara yer verilmiyor. Hak ve özgürlükler “toplumsal yarar için rahatlıkla vazgeçilebilirmiş” gibi çerçeveleniyor; temel insan haklarıyla ilgili bilgi edinilmesini engellenerek, Türkiye’nin 1990 yılında imzaladığı Çocuk Haklarına dair Sözleşme ihlal ediliyor.
-Müfredat geliştirme çalışmalarının siyasi çekişmelerin dışında tutulabilmesi, eğitim bilimlerindeki esaslar ve yenilikler çerçevesinde çalışılmasıyla mümkün olabilir. Eğitim ekosisteminde bilimsel ve sistematik olmayan, dayanağı açıklanmayan değişimler eğitime duyulan güvene zarar veriyor.
-Tedavülde olmayan “maarif” kelimesinin geri getirilmiş olması dünyayla bütünleşmeden ziyade içe dönük bir medeniyet yaratma riski taşıyor. Eğitim kavramının içinin doldurulması, kapsamının genişletilmesi ve daha çoğulcu bir bakış açısının sağlanması gerekiyor.
-İnsan haklarına ve hukukun bağlayıcılığına ilişkin daha önceki programlarda yer alan vurgular, taslak programın özel amaçlarında yer almıyor. Programda evrensel değerler, haklar ve ilkelerden uzaklaşılması, eğitim sisteminin tümünde çocuk hakları, çeşitlilik ve kapsayıcılığın alanını daraltıyor.
-Toplumsal cinsiyet eşitliğinin, anayasal eşitlik ilkesinin bir parçası olmasına ve Anayasadaki eşitlik ilkesinin önemine vurgu yapılması gerekiyor. Anayasal devletin, kurucu ilkeleriyle anlaşılması gerektiği; Anayasa tarafından belirlenen laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti olmaksızın hak ve özgürlüklerin korunamayacağı, bu haklarla beraber toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleşebileceği temel bilgiler olarak öğretilmeli.
“BİLİMSELLİKTEN UZAK”
Yeni müfredatın eğitim biliminin temel ilkeleri göz önünde bulundurarak hayata geçirilmediğini paylaşan Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) şu açıklamayı yaptı: “Eğitim müfredatı hazırlanırken bilimsel, demokratik, laik, bireyin yanı sıra aynı zamanda toplumsal faydayı da gözeten, insan hak ve özgürlüklerine dayalı eğitim programlarının oluşturulması gereklidir. Bu çerçevede yaratıcı ve eleştirel düşünen, üretici, çevre bilincini kazanmış, toplumsal sorunlara duyarlı, kendine güvenen, demokrasiyi özümsemiş, insan hak ve özgürlüklerini ön planda tutan, eşitlikçi, adalet duygusu gelişmiş bireylerin yetiştirilmesini hedefleyen eğitim programları oluşturmak temel hedef olmalıdır.”